Ekim 2009

Osman Pamukoğlu ‘nun Sözde Kürt Sorununa Bakışı ve Bölücülük

                                                                            

 “Kürtler Çanakkale Savaşı’nda yoktu haddini bilsinler”, “Yan yana savaştığımız yalandır” , “Kurtuluş savaşında yoktunuz” bu sözleri katıldığı her programda söylüyor Pamukoğlu.

Çanakkale’de Kürt kökenli vatandaşlarımız savaşmadı ise Pamukoğlu mu savaştı? Ya da şehitlikte yatan Kürt kökenli şehitlerimiz gerçek değil mi?

Bu yaklaşım Kürt açılımı kadar incitici ve gerçeklikten uzaktır.

“Bilen var bilmeyen var, öğrendiklerimiz, bizlere söyletilenler yanlış, rakamlarla bunlar ortada” diyerek ispat etmeye çalıştıkça, Kürt kökenli vatanlarımızı dışladığının farkında değil.

“Kürt halkımızın PKK ile ilgisi yok”, “İmralı’da yatan terörist başı Koruculardan korkar nedeni de Korucuların Kürt olması” derken kendi söylemleri ile çelişiyor Pamukoğlu.

Açıklamaları ile halkı kin ve düşmanlığa sevk ediyor. Ve söylemleri ile bölücülük yapıyor.

TCK’ nın 76, 216 ve 302. Maddelerine göre de suç işliyor.

Darbe mi? Devrim mi? Demokrasi mi? Siz Karar Verin!

Yazar: 
Celal ŞEKERCİ

             Öncelikle tüm Politika Dergisi okuyucularına selamlar...İlk yazım olması sebebiyle heyecanımı maruz görün. İlk yazımda tarihten  bir kesit sunmak istedim sizlere. Yazımın kahramanı Oliver Cromwell. Vakt-i zamanında İngiltere'de - hani medeniyetin beşiği,kültür mozaiği,demokrasi merkezi vs - köhne düzene el koyan ve gerçek bir ulus kahramanı bana kalırsa. En azından yaptığı icraatlar bunu yansıtıyor. Şimdi gelin üçyüzyıl geriye dönelim ve İngiltere parlemantosu salonuna geçelim. Tarihin koridorlarında yolculuk edelim.

 
              Yer: İngiltere   Yıl: 1653
 
              Meclis oturum halindeydi, meclis üyeleri her zamanki gibi kendi çıkarlarını koruyan bir kanun maddesini tartışıyorlardı. Generali salonda görünce kakofoni durmuştu, ağır adımlarla meclis başkanının kürsüsüne yaklaşan general tane tane seçilmiş kelimelerle konuşmaya başlamıştı:

              "Oturumunuzu sonlandırmaya geldim, meclisi yaptığınız her icraat ile kirletmenize ve şerefsizleştirmenize artık kalıcı bir son vermeye geldim, siz ki fitneci, fesatçı, meclis üyeleri, siz ki iyi bir hükümet olmak dışında ki her şey! Kiralık sefil yaratıklar,zavallılar, ülkenizi en küçük şahsi çıkar adına satılığa çıkaranlar, Judas gibi birkaç kuruş için Tanrı'ya ihanet edenler,içinizde bir parça da olsun erdem kalmadı mı? Bir parça vicdan da mı yok? Atım kadar bile dindar değilsiniz! Altın sizin yeni Tanrı'nız olmuş!"
 
 

Acaba Bağımsız Medya Var Mı?

Yazar: 
SÜLEYMAN GÖK

Toplumun tüm kesimleri medyanın güvenilmezliğine üzerine hemfikir gibi gözüküyor. Boyalı basın, kartel medya ya da nasıl tanımlarsak tanımlayalım, tiraj pastasından aslan payı alan medya kuruluşlarının varılan noktadaki sorumlulukları üzerine tespitte bulunmak, artık malumun beyanından başka bir anlam ifade etmiyor. Bu nedenle, var olan hâkim güç ilişkilerini sorun addeden alternatif medya girişimlerini konu alan makalemizde iğneleri bir kenara koyup elimize çuvaldızları alacağız.


Alternatif ve bağımsız medya girişimleri incelenirken, bu girişimlerin ekonomik örgütlenişlerinin, politik konumlanışlarının ve söylemlerinin gölgesinde kaldığını söyleyebiliriz. 1880’lerde önce gazete ve dergilerin gelişiminde basın çoğunlukla siyasal parti paralarıyla ve etkinlikleriyle desteklenmişti; reklâmlarla değil. Politikacıların sübvanse ettiği basındaki editoryal içerik-reklâm içerikleri görece olarak önemsizdi. İzleyicilerini sübvansiyon yapanın görüş noktası doğrultusunda etkiler gibi gözükmekteydi. Basın gazete ve dergi çıkarıyor ve satıyordu; o zamanlar izleyicilerin üretimi ve satışı için bir pazar yoktu.

Değişen Dünyada Türkiye

Yazar: 
Süleyman GÖK

                                                                          Başlıktan da anlaşılacağı üzere 21.yy da dünya bir değişim içerisinde. Soğuk Savaş döneminden sonra dünyada tek kutuplu sistemin oluşması ve 2000'li yılların başlarında ABD’nin Irak ve Afganistan işgali ve sonrası gelişmeler, Şanghay İşbirliği Örgütünün kurulması gibi faktörler dünyada yeni bir kutuplaşmanın olduğunu göstermektedir.

Soğuk savaş’tan sonra karlı çıkan devlet hiç şüphesiz ABD. Bu noktaya nasıl gelindi diye bakacak olursak; Soğuk savaş dönemindeki Amerika Devlet Başkanlarının stratejilerine, çıkarlarına göre davranıp politikalar üretmelerine, başka devletlerle antlaşma imzalamalarına ve stratejik bakımdan önemli gördükleri ülkelere ekonomik yardım yaparak bu durumu sağlamıştır. Tabi bunların sebebinin en önemlisi o zaman ki Sovyet Rusya tehdidi. Rusya’nın güçlü olması, geniş bir coğrafyaya yayılması ve Avrupa’yı tehdit etmesi bu gelişmelerin doğmasına neden olmuştur.


Bugün gelinen noktada her gün gelişen ve değişen bir dünyada yaşamaktayız. Bugün buna "küreselleşme" denilmektedir. Yani, artık eskinin ulus devletlerinin yerini ulus ötesi kurum ve kuruluşlarının aldığı, kapitalizm ve liberalizm’in en son aşaması bir kavramdır. Onun için bugün dahi bütün aydınlarımızın dilinden düşürmediği kelimedir. Bilgi-enformasyon devrinde yaşadığımız düşünüldüğünde artık herkes istediği kişileri takip edebilmekte, haberi olmadan dinlemekte, mesafeler uzaklıktaki eş, dostlarıyla konuşabilmektedir. Tabi bunların hem olumlu hem de olumsuz yanları vardır. İlk önce ulus devlet yapısının tehlikede olduğu bu çağda dünyada hâkimiyet kurmak isteyen devletler, yıkacakları devletlerin halklarının beyinlerini yıkamaktan başlarlar işine. Daha sonra aşama aşama gelişen projelerle devlet içeriden çökertilmiş olur. Yani kana mikrop yavaşça aşılanmış oluyor ve acı çektirmeden, hissettirmeden sonuca ulaşılıyor.

Bir Kere Yükselen Bayrak Bir Daha İnmez

Yazar Adı: 
Yrd.Doç.Dr. İrfan Murat YILDIRIM
Yazarın Özgeçmişi: 
Celal Bayar Üniversitesi Öğretim Üyesi

 

 

Bursa valiliği milli maçta “Azerbaycan bayrağını” yasaklamış… Türkiye’de 2002’den beri milli kelimesi millete ait anlamını taşımadığı için çok da önemli değil. Zaten sokaklarında teröristlerin paçavralarının dalgalandığı, kurultaylarında rahat rahat asıldığı bir yerde Türk bayraklarının olup olmamasının çok fazla bir anlamı olmasa gerek.

Dedelerimizin katillerinin kanlı ellerini zencileri ikinci sınıf vatandaş sayan bir ülkenin zenci başkanının emriyle sıkmaya zorlandık… Hoş çok da zorlanmadık bu isteğin karşısında, fazla nazlanmadan üstüne atladık.

Dedelerimizin katilleri de bayağı nazlı çıktı doğrusu, helal olsun…73 milyonluk Türkiye 3 milyonluk Ermenistan önünde diz çöktürülürken Serkisyan efendinin yüzündeki kibre bakın… Binlerce yıllık tarihi nasıl da ayaklarının altında sürükleyip duruyor…

Atatürk’ü Koruma Kanunu ve Türk’e Hakaret Serbestliğine AB Ayarı

                                                                                    

  AB İlerleme raporuna takılan TCK’ nın 301. Maddesi;

1)Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Türklüğü yerine Türk Milleti; Türklüğü aşağılamak serbest…

2) Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini, Devletin yargı organlarını, askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Devletin askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi 1. fıkra hükmüne göre cezalandırılır; Hükümeti, Yargı organlarını ve TBMM’yi aşağılamak serbest…

3) Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.

Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz; Eleştiridir neticede geçiniz…

4) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.

Bu suçtan dolayı soruşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır; Adalet Bakanı isterse soruşturma yapılır.

Temel maddelerimizin üzerine AB müdahalesi bu yöndeydi…

Gelelim ikinci karın ağrılarına;

Biz Gerçekten Zeka Seviyesi Düşük Bir Toplum muyuz?

Bugün, ülke gündemini belirleyen haber başlıklarına bakınca, nasıl bir çelişkinin ve hayal dünyasının içinde tutulmaya çalışılıyoruz? Diye sormadan edemedim. Aynı zamanda, “Biz gerçekten zeka seviyesi düşük bir toplum muyuz?” ki, böyle bir muameleye maruz kalıyoruz diye düşünmeden de edemiyorum. Yaşanan olaylara ve yapılan söylemlere bakınca, böyle bir sonuç çıkıyor.

 

 

Konuya, Başbakanın bir açıklamasıyla başlamak istiyorum.

 

Haber başlığı şöyle: “HALKIMIZIN VİCDANINA SÖZCÜLÜK ETTİK”

İsrail’in Konya’daki “Anadolu Kartalı” tatbikatından dışlanmasına karşılık, Başbakanın yaptığı açıklama:

Dağdan Gelecek PKK’lılar ve Açılım Rezaleti

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

PKK terör örgütü militanlılarından birkaçı iktidar partisinin, “Kürt açılımı” projesine destek vermek için dağdan inip teslim olmaya karar verdi. Verdi vermesine de eğer teröristler muameleden memnun kalmazlar ise desteğe son verirlermiş.

‘Bebek katili’, ‘elebaşı’, ‘terörist’ Abdullah Öcalan’ın emri ile dağdan inip teslim olacak teröristlerin devamı gelecek mi, gelmeyecek mi buna terör örgütü mensupları ve Öcalan karar verecek.

Ortadoğu Üzerine Değerlendirme - 2

Yazar: 
Süleyman GÖK

Ortadoğu hakkında ilk değerlendirmemi ilkyazımda belirtmiştim. Son günlerde yoğun geçen gündemin ardından bir değerlendirme yapma ihtiyacı hissettim. Öyle ki her zaman belirttiğimiz gibi Ortadoğu tarihi her zaman dinamik, kendini yenileyen, çevresindeki ülkelerin hedeflerinin hiçbir zaman geçmeyeceği bir bölgedir. Ve Ortadoğu ülkelerinin gerek siyasi, gerek ekonomi, gerekse sosyal, kültürel değerleri her zaman inceleme alanı oluşturmaktadır. Bunların nedenleri ilgilenenlere göre değişiklik gösterebilir. Yani, politika yapanlara işlerinin gereği gibi davranıyorlar.


Uluslar arası politikada devletlerin bir takım dış politika amaçları, hedefleri ve bu hedeflere ulaşmak için yolları yani stratejileri olmuştur, olmaktadır.

 

Tarihin ilk dönemlerinden bu güne kadar Mezopotamya, Nil, Fırat ve Dicle her zaman önemli olmuştur. Zengin su yataklarına sahip olması, tarım, hayvancılık gibi ekonomik getirilerin yüksek olması, enerji bakımında su ve petrol kaynaklarının çok olması bu bölgeye her zaman rağbet gösterilmesine neden olmuştur.

 

Bugün Ortadoğu ülkeleri diye nitelendirdiğimiz, Irak, Türkiye, Suriye, İran, Filistin, İsrail, Mısır gibi ülkeler gerek enerji gerekse bünyesinde barındırdığı etnik unsurlar bakımından çok önemlidir. Tabi durum böyle söz konusu olunca bölge hakkında herkesin bir hedefi olmaktadır. Bu hedefler ülkelerin tarihlerinde önemli yerlere sahiptir. Ve bazıları için hayati dereceye sahiptir.

 

Cumhurbaşkanını Kim Seçecek?

 

21 Ekim 2007’de anayasa değişikliği için yapılan halk oylamasını (referandumu), eminim hepimiz hatırlıyoruz. “Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini” (halk oyuyla)  sağlayacak anayasa değişikliği başta olmak üzere “Seçimlerin 4 yılda bir yenilenmesi”, “Cumhurbaşkanının görev süresinin 5 yıla indirilmesi ve en fazla 2 kere Cumhurbaşkanı seçilebilmesinin” önünü açan anayasal değişiklikler halk oylamasıyla, %68’in “Evet oyu” vermesiyle kabul edildi. (Katılım Oranı: %67)
 
Popülizmin revaçta olduğu Türkiye’de halkımıza, artık Cumhurbaşkanını siz seçeceksiniz, kontrol sizin elinizde ayarı verilirken; Cumhurbaşkanı olmak için gerekli niteliklere ve yeterliliğe sahip olan (gerekli niteliklere haiz olan) adayların, ancak “20 milletvekilinin yazılı teklifi” ile aday olmalarının mümkün olacağı konusu ise es geçildi, üzerinde durulmadı. Fakat bu “minik problemden”! daha önemli bir sorun bizleri beklemekteydi:
            “Cumhurbaşkanlığına aday olan şahısların, propaganda yapması için finansmanlarının nasıl yapılacağı noktası”