Analiz

Uzun Adam Türkiye'si

Yazar: 
Meçhulyolcu
Yazının Yazıldığı Tarih: 
24.08.2014

Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’ye üç dönem başbakanlık yapmış bir kişidir. Hükümeti döneminde oğlu, bakanları ve bakanların oğullarıyla birlikte pek çok yolsuzluğa, rüşvete ve usulsüzlüğe adı karışmıştır. Savcıların ve emniyetin bir yıllık fiziki ve teknik takibi sonucunda yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlık tespit edilmiş; adı geçenlere tutuklama kararı çıkartılmıştır.

Ne acayip bir yönetimdir ki; yolsuzluğu ve rüşveti ortaya çıkaran emniyetçileri ve savcıları ‘paralelci’ olmakla suçlamış; HSYK, Emniyet Teşkilatı ve savcılara yönelik geniş çaplı bir operasyon düzenlemiştir. Hükümet tarafından atanan yeni isimler, mahkeme kararlarını hiçe saymış, emniyet teşkilatı ise mahkeme kararına rağmen tutuklama yapmamıştır.

Türkiye’deki Demokrasinin Son Halleri

CHP; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın % 52 oy oranıyla cumhurbaşkanı seçilmesiyle kurultay kararı almak zorunda kaldı. Nedeni belli. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun partisine danışmadan tek başına risk alıp, cumhurbaşkanlığı seçiminde % 38,5 oyda kalan çatı adayı Prof. Ekmeleddin Beyi önermesiydi. Yani demokrasi arızası, CHP’de deprem yarattı.

Öte yandan cumhurbaşkanı seçilen, YSK’dan mazbatasını alan RT Erdoğan ise Anayasaya ve bu konuda Yargıtay içtihatlarına rağmen Başbakanlık ve AKP Genel Başkanlığı görevlerinden istifa etmeyerek, neredeyse bir padişah gibi Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütün üst makamlarını işgal etmekte; anayasa ve hukuk suçu işlemeye devam etmektedir.

RT Erdoğan’ın Başbakanlık makamından ayrılmamasının nedeni açık. Çünkü o Cumhurbaşkanı yemin törenine kadar geçecek zamanda dokunulmazlığını kaybetmek istemiyor. Korkuyor! Korkuyor; çünkü 12 yıldır çok anayasal ve yasal suç işlemiş durumda olduğunun farkında.

Emperyalizmin Yeni Stratejisi ve BOP ’un Son Durumu

1990’lı yılların başından itibaren SSCB ve Doğu Avrupa’da sosyalist sistem çökünce, emperyalizm, bunu “Tarihin sonu” olarak ilan etti. 1980’li yılların başından itibaren devreye soktuğu Neo liberal ekonomi politikalar temelinde “Yeni muhafazakâr” bir siyasi ve ideolojik konseptle emperyalist/kapitalist sistemi bütün dünyaya egemen olması stratejisini uygulamaya koyuldu.

Emperyalizmin dünya egemenliği stratejisinin birinci hedefi, dünya fosil ve nükleer enerji kaynak ve güzergâhını kendi kontrolü altına almaktı. Dünya fosil ve uranyum enerji kaynak ve güzergâhı daha çok İslam ülkeleridir ve merkezi ise Ortadoğu’dur. Bu amaçla emperyalizm, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve benzeri bir dizi plan geliştirmiştir.

Taliban'dan IŞID'e Roller ve Oyuncular

Taliban’ın nasıl doğduğu ile ilgili bir araştırma yaparken markisit.net sitesinde 2001 yılında kaleme alınan“Afganistan, Bin Ladin ve Amerikan Emperyalizminin İkiyüzlülüğü” başlıklı bir makaleye rastladım. Buradan bazı alıntılar yaparak IŞID’ın aslında nasıl göz göre göre palazlandığını anlayabiliriz;

CIA ve müttefikleri, Afganistan karşı-devrimine arka çıkmak için çok miktarda para ve silah seferber ettiler. Ortadoğu’da, Müslüman Kardeşler, Suudi destekli Dünya Müslüman Birliği ve Suudi İstihbarat Şefi Prens Turki el Faysal, cihat için büyük miktarlarda fon toplamak üzere birleştiler. Bunlar, Müslüman dünyanın dört bir yanından asker toplanmasında ve eğitilmesinde merkezi unsur haline geldiler. ISI ve Pakistan’daki Cemaat-ı İslami, cihat için gönüllü olan umutsuz orta sınıf gençlik katmanlarını karşılamak için kabul komiteleri oluşturdular. ISI, yüzlerce askeri kamp ve eğitim merkezi kurdu. General Hamid Gül (eski ISI şefi) bir gazeteciye şöyle diyordu: “Bir Cihat veriyoruz ve bu modern çağdaki ilk Uluslararası İslami Tugaydır. Komünistlerin Enternasyonali (!) var, Batı’nın NATO’su var, neden Müslümanlar birleşmesinler ve ortak bir cephe oluşturmasınlar?”

Çağdaş İnsan(!?)

ÇAĞDAŞ İNSAN; emeğinin yüceliğine, düşünce özgürlüğüne, demokrasinin erdemine inanan ve bunun için de savaşım veren kişi demektir.

Toplumun mutluluğu için çalışmayan, çabalamayan, gayret göstermeyen, vurdumduymaz, kendini geliştirmeyen, kimliğini egemen kültürün tahakkümüne terk eden insan, “Çağdaş” olamaz.

İnsan, kendine dayatılan acımasızlığa ve baskıya karşı tepkisini koyabiliyor, çürüyen değerler içinde yeni bir devinim içine girebiliyorsa çağdaş insandır.

Yaşam durağan olamayacağına göre çağdaş insan, bu gerçeği hiçbir zaman göz ardı etmemelidir.

***

Türkiye, “Çağdaşlaşmaya” ve “Çağdaş İnsan/Vatandaş” oluşturmaya Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Cumhuriyet devrimiyle başlamıştır.

Oy İçin Halkı Korkutmak

Bağırıyor, çağırıyor, hakaretler ediyor, tehdit ediyor…

Acaba halk bu adamdan korktuğu için mi buna oy veriyor?

Geçenlerde korkmuş bir arkadaşım malum sitede Şamilim Ta-yyarım’ın bir demecini paylaşmış…

Şöyle diyor Şamilim Ta-yyarım; 

…"Mısır’ da bir darbe girişimi gerçekleşti. Biz bu darbenin hangi sahiplerle yapıldığını biliyoruz. Arkasında bir koalisyon vardı. Amerikan derin devleti vardı. İsrail vardı. Küresel sermaye vardı. Diğerlerinden farklı Mısır’da Suudi Arabistan gibi bazı körfez ülkeleri vardı. Şimdi aynı koalisyon burada Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde müdahil olmuş vaziyette. Mısır’dakine darbe diyemeyen, Suriye’deki bütün çözüm önerilerine Esad’ı da eklemleyen bir Ekmeleddin İhsanoğlu var. CHP’de Esadçı. Milletvekillerini gönderdiler. Birlikte fotoğraf çektiler. O koalisyonda Saadet Partisi’de var. SP Genel Başkanı Mustafa Kamalak’ta aynı çizginin şuan bir temsilcisi. Suriye’ye gitti. Esad’ın sarayında kaldı para ödemedi. Koalisyon birlikte Ekmeleddin İhsanolğu’nu çıkarıyorlar. Bunlar yabana atılacak gelişmeler değil. Türkiye Gezi’de bu tezgahı bozdu. 17 Aralık’ta bu tezgahı bozdu. 30 Mart’ta bozdu. Allah’ın izniyle 10 Ağustos’ta da bu tezgâhı bozacak…"

Atatürk – Başkanlık Sistemi - Diktatörlük

Yazar: 
Gökhan Cebeci

   ‘Atatürk diktatör müydü?’ konusu son yılların en art niyetli tartışmalarından biridir. Cumhuriyet’in ilk yıllarından cımbızlayarak ve elbette çarpıtarak verilen örneklerle, hep de belli kişilerce ısıtılıp ısıtılıp önümüze sürülen ama bir türlü de yedirilemeyen bir konu bu. Nasıl yedirilebilir ki? Ahlak ve şükran duygusu olan insanın midesi kaldırmaz bu vefasızlığı. Üstelik Atatürk’ü diktatör olmak ile suçlayanların bugün adına ‘Başkanlık Sistemi’ denilen tek adam yönetimini savunmaları ibretle izlenirken…

 

   Öyle bir diktatör ki (!)… 1978 yılında, Birleşmiş Milletlere bağlı UNESCO, genel kurulunda oy birliği ile aldığı kararla 1981 yılını tüm dünyada Atatürk yılı olarak kabul etmiştir. Ne öncesinde ne de sonrasında başka her hangi bir lider için böyle bir karar alınmamıştır. Çünkü kararın gerekçesinde yer alan, ‘UNESCO’nun ilgilendiği tüm alanlarda olağanüstü bir reformcu olduğunu göz önünde tutarak, özellikle sömürgecilik ve emperyalizme karşı en önce açılan savaşların ilk liderlerinden biri olduğunu kabul ederek, dünya ulusları arasında karşılıklı anlayışın, sürekli barışın kurulması için çalışmalarının olağanüstü bir örnek olduğunu ve tüm yaşamı boyunca insanlar arasında hiçbir renk, din ve ırk ayrımını gözetmeden, bir uyum ve işbirliği çağının doğacağına olan inancını anımsatarak,eylemlerini her zaman barış, uluslar arası anlayış ve insan haklarına saygı yönünden yapmış olan Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Atatürk’ tanımına uyan başka büyük bir devlet adamı daha yoktur.

Emperyalizmden Dost Olmaz!

1990’lı yılları başından itibaren Sovyetler Birliği’nin dağılmasında, Yugoslavya’nın parçalanmasında aktif rol alan emperyalist dinamikler;  “Tarihin Sonu” olarak gördükleri emperyalist/kapitalist düzeni Neo liberal küreselleşme hareketiyle “terörle mücadele” veya ülkelere “Demokrasi İhraç Etme” bahaneleriyle, zorla, savaşla, entrikalarla bir dünya hegemonyası kurmak amacıyla atağa kalktılar.

Emperyalizmin dünya hegemonyasındaki öncelikli amacı; fosil enerji kaynak ve nakliyat bölgelerini tam kontrol altına almak, bu coğrafyada yer alan güçlü ve büyük ulus devletleri parçalamaktır. Bu coğrafya; Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Ön Asya’dır; çünkü dünya fosil enerjinin üçte ikisi bu bölgededir.  Dolayısı ile ülkemiz Türkiye de emperyalizmin bölünüp parçalanacak ülkeler listesindedir.

Eğitimde Ütopyacı Tepki: Köy Enstitüleri

Tonguç’un eğitim ütopyasını tek kelimeyle özetlemek mümkündür: “Praksis”. Praksis, dünyayı yalnızca anlama değil onu dönüştürmeyi de hedefleyen felsefi düşünce ile eylemin birliğini ifade eder.[1] Ütopyaların mevcut düzenin yarattığı hayal kırıklığına bir baş kaldırış olması gibi Köy Enstitüleri projesiyle de insan doğasının her şeyin üstesinden gelebileceği inancıyla bir dönüşüm hedeflenmiştir. Ütopyaların tarihsel olarak kendi zamanının sosyo-ekonomik gerçekliğiyle belirlenmiş olması gerçeğini de hesaba katarak ütopyalar üzerine düşünmenin, siyasal üzerine, şimdiki zamanın siyasetinin daha iyi bütünsel bir sisteme doğru nasıl dönüştürülebileceğinin potansiyel zeminleri üzerine düşünmek olduğu söylenebilir.[2]

Asrın Felaketi: Soma İşçi Katliamı

Yazar: 
Meçhulyolcu

Asrın faciası mı, asrın pişkinliği mi?

Türkiye, yıllar boyu iş kazalarıyla çalkalanıyor. En son, 13 Mayıs 2014 tarihinde, saat 15:15’te Soma’da büyük bir maden faciası meydana geldi; millet olarak büyük bir travma yaşadık. Millet olarak yüreğimiz yandı, kavruldu. Maden işçilerimizin eşleri, dostları, anne ve babaları, çocukları maden ocağının önünde mahşeri bir kalabalık oluşturdu. Ağlayanlar, bayılanlar ve kriz geçirenler ekranlara yansıdı. Kimi maden şehidimiz henüz askerden yeni gelmiş, kimi maden şehidimiz yeni evlenmiş, kimi maden şehidimiz gurbete gelmişti. Hepsinin ortak amacı ekmek parası kazanmaktı. Ne acıdır ki; bir lokma ekmek için girdikleri maden ocağı hepsine mezar oldu. Resmi ve gayri resmi açıklamalar peşi sıra gelmeye başladı. Yangının sebebi, trafoların patlaması olarak gösterildi. Ertesi gün, maden mühendisleri, trafoların patlama risklerinin olmadığını söylediler. Böylece Enerji Bakanının ilk gün açıkladığı ‘trafolar patladı’ sözü de boş çıktı.

İçeriği paylaş