Analiz

Uluslararası İlişkiler Literatüründe Savaşın, Yerini Barışa Bırakması Mümkün Mü?

Yazar: 
Merve Gülçin GÜLEÇ
Yazının Yazıldığı Tarih: 
7.01.2015

Özet

   Bu makale savaş teorileri ile ilgili olarak, Immanuel Kant ve Rousseau'nun devletler arası barış ve savaş üzerine görüşleri konusunda bir karşılaştırma yapmayı amaçlamaktadır. Makalenin başlangıcında Van Clausewitz'ın savaş kavramının tanımı yer alacak ve sonrasında "Uluslararası ilişkiler literatüründe savaşın, yerini barışa bırakması mümkün mü?" sorusuna yanıt aranacaktır. Devletler arası barış sorununa doğrudan doğruya eğilen en önemli düşünür Kant'tır. Ebedi barış kavramı, Kant ile literatüre girmiştir. Devletler arası iletişim, bağımlılık ve rekabetin savaşlara neden olduğunu öne süren Rousseau ve rekabetin çatışmaya yol açmayacağını, aksine barış ve uyumu gerçekleştireceği görüşünü savunan Kant, devletlar arası ilişkiler konusunda iki uç düşünür olarak karşımıza çıkar. 

Muhalefet ama İktidar Adayı Muhalefet(?)

Şurası bir gerçek, Cumhurbaşkanlığı seçimi, ülkemizde adil olmayan bir biçimde yürütüldü. İktidar partisinin adayının, yani başbakan Erdoğan’ın, seçim kampanyası devlet destekli olunca geniş kitleler üzerindeki etkisi de, tabii ki daha fazla olacaktır.

Türkiye için bazı şeyleri belli başlı ve belirgin olarak söyleyebiliriz.

Ülkemiz, neredeyse 2-3 yıldır aşırı bir kutuplaşmanın etkisinde siyaset üretmeye çalışıyor.

Siyaset sistemimiz, parlamenter demokratik rejime dayanmakta. Demokratik rejimlerde iktidar partisi ve yürütme gücü olduğu gibi, bir de meclis tarafından yürütme organının yaptığı işlemler denetlenir.

Ne mutlu bize ki… Türkiye Cumhuriyeti Devleti demokrasiyle idare edilmekte. Ülkemizde iktidarın ifa ettiği işlemler ve yürüttüğü siyasal ve ekonomik faaliyetlerin denetimi, pek tabii ki ancak bir muhalefet eliyle yapılabilir.

Nasıl ki siyaset kurumu içinde bir iktidar teşkil edilmişse, buna mukabil bir muhalefet cenahından bahsetmek durumundayız.

Türkiye’deki Kripto Pakraduniler

Yazar: 
Koray KAMACI
Yazının Yazıldığı Tarih: 
14.11.2014

    Pakradunileri bilmeden, öğrenmeden, tanımadan modern Türkiye’yi anlamak mümkün değildir. Sadece Pakradunileri değil, diğer Kriptoları da bilmeliyiz. Düşmanlık yapmak için değil, bilmek öğrenmek için… Üç kimlikli, sır içinde sır, gizli mi gizli, görünmez bir grup! Onların yanında Sabataycılar apaçık bir cemaattir.

     Evet, Türkiye’de yaşanan birçok olayda onların olduğunu biliyoruz. Bu memlekette, daha önceki yazdığım birçok yazıda ikili oynayan Kripto teşkilatlardan bahsetmiştim. Lakin Pakraduniler ise üçlü oynuyor. Dıştan Müslüman görünüyorlar… Bir alttaki ikinci kimlikleri Kripto Ermenilik… En alttaki kimlikleri ise Yahudilik!

     Pakradunilerin 2500 yıllık tarihi ve macerası hakkında yabancı dillerde yazılmış birkaç araştırma kitabı var. Doğu Anadolu’da bir zamanlar bağımsız devletler bile kurmuşlardır. Sonra ise izleri silinmiş… Dıştan Ermeni görünürken bir kısmı Kürt ve Müslüman kimliğine bürünmüştür. Kürtlükleri ve Müslümanlıkları ne kadar samimidir? İşte orası muamma…

Aklın ve İlmin Yolu Bir

17 Ekim tarihli ve "Anastasiadis'in Denizde Egemenlik İddiası" başlıklı köşe yazımda "Bizim aramızdan bazıları da "Türkiye gemilerini çeksin, müzakereler başlasın" diyecek kadar konudan uzak, gözü kapalı ve söylemeye dilim varmıyor ama "Kayıtsız koşulsuz Rum destekçisi."  Bu kişiler gemiler çoğulunu kullanırlarken "kaç tane gemi varmış ve neredeymiş bunlar" diye sormaktan da kendimi alamıyorum.  Nerede görülmüş, hangi ülkesel veya da uluslararası yasada veya da kural da belirtilmiş "Uluslararası suların bir devletin egemenlik alanı" olduğu, gerçekten de çok merak ediyorum" diye yazmış ve sorgulamıştım.

Sorumun yanıtı aradan 23 geçtikten sonra geldi. Bu yanıt üstelik resmi ağızdan, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide'nin ağzından oldu. Daha da resmisi yok.

Yunanistan'da yayınlanan haftalık Kathimerini gazetesi BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide ile yaptığı röportajı 9 Kasım pazar günü yayınladı.  Bu röportajın benim için en ilgi çeken tarafı, benim 23 gün evvel söylediklerimi ve yazdıklarımı Eide'nin açıkça onaması.

  

Kerbela Olayı ve Düşündürdükleri

Yazar: 
Meçhulyolcu
Yazının Yazıldığı Tarih: 
29.10.2014

Kerbela olayı, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) soyunu yok etmeye yönelik vahşi faaliyetlerin adıdır. Aradan asırlar geçmesine rağmen bu büyük acı Müslümanların yüreğini halen kanatmaktadır. Hz. Muhammed (s.a.v.) 632 yılında vefat edince Müslümanların başına bir halife seçilmesi zaruret olmuştur.

Müslümanlar, ileri gelenlerin oluşturduğu şurada aldıkları kararla Ebubekir Sıddık’ın halifeliğine karar vermiştir. Hz. Muhammed, (s.a.v.) kayınpederi Hz. Ebubekir’e sadakatinden dolayı ‘Sıddık’ unvanını vermiştir. Ebubekir Sıddık; Resulullah’ı mağarada yalnız bırakmamış, Resulullah’ın olma-dığı günlerde Müslümanlara imamlık yapmış ve savaşlara katılmıştır.

Müslümanların çoğu bu özelliklerinden dolayı Hz. Ebubekir’i halife seçmiştir. Hz. Ebubekir, hastalığı sırasında bir rüya görmüş; rüyasında Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kayınpederi Ömer Bin Hattab’ı halife ilan etmesini istemiştir. Hz. Ebubekir’in gördüğü bu rüya ile Ömer Bin Hattab, Müslümanların ikinci halifesi seçilmiştir.

Dünden Bugüne Egemenlik ve Milli İrade Anlayışı

Yazar: 
Meçhulyolcu
Yazının Yazıldığı Tarih: 
10.11.2014

Genel olarak milli irade, halkoyu ile seçilerek parlamentoya girip, ülkeyi yönetme yetkisini ele geçirmek şeklinde izah edilmektedir. Milli iradenin anlamını ve uygulanış şeklini görmek için tarihin sayfalarını birer birer aralayıp, günümüze kadar irdelememiz gerekmektedir. İyi bir araştırma yaptığımızda, milli irade anlayışının göründüğü gibi uygulanmadığını; geçmişten günümüze kadar, egemenlik ve milli irade kavramlarının nasıl yorumlandığını ve kimler tarafından nasıl akamete uğratıldığını görebiliriz.

Bilindiği üzere; 15. ve 17. yüzyıllar, Avrupa’nın Rönesans ve reform hareketleriyle sarsıldığı yıllardır. Tüm Avrupa’yı kuşatan bu iki önemli gelişme, egemenlik ve milli irade anlayışının ortaya çıkmasına neden olmuştur. İtalya’da başlayan Rönesans hareketlerinin temel amacı, Orta Çağ anlayışı ile yenilikçi (Reformist) anlayış arasında bir köprü kurmak olmuştur.

Dünün Şövalyeleri, Bugünün Tapınakçıları

Yazar: 
Koray KAMACI
Yazının Yazıldığı Tarih: 
05.10.2014

Dünün Şövalyeleri, Bugünün Tapınakçıları

     Evet, sevgili dostlar geçmişten beri gelen önemli bir teşkilat olan ‘’Tapınak Şövalyeleri’’ hakkında maalesef birçok kişi yanlış bilgiye sahiptir. Oysa araştırıldığında Tapınakçıların felsefesinden, kuruluş amacına ve bugün ise var olup olmadığına kadar birçok soru az da olsa bazı bilgilerin netleşmesini sağlamaktadır. Haçlı seferleri sırasında ortaya çıkan bu gizli teşkilatın adının da bir manidarlığı vardır. Mescid-i Aksa’da toplanıp yemin ettikleri için Tapınak Şövalyeleri adını almışlardır. Çünkü Mescid-i Aksa bir ibadet yeri yani onlara göre ‘’Tapınak’’ olduğu için bu isimle anılmışlardır. Da Vinci’nin kitabında Tapınak Şövalyelerinden ‘’Kutsal bilginin muhafızları’’ diye anılmaktadır.

     Tapınak Şövalyeleri veya Mabet Şövalyeleri, resmî olarak iki yüzyıl boyunca faaliyette bulunmuşlardır. Fransız Soylusu Hugues de Payen tarafından 1119 civarında Kudüs'te Hıristiyan hacıları korumak için 9 şövalyeden oluşan bir grup kurdu. Katolik Kilisesi tarafından resmî olarak 1129 yılında tanınan tarikat kısa zamanda güçlenmiştir. En güçlü zamanlarında askerî varlıkları 20.000'i bulmuştur, fakat bunların sadece % 10'u tarikata bağlı şövalyelerdir. Tarikatın ömrü neredeyse Haçlı Seferleri'yle eş olmuştur. Beyaz renkteki eşyaları üzerindeki kırmızı haçlarıyla Tapınak Şövalyeleri zamanlarının en korkulan savaşçılarından olmuşlardır. Günümüzde de varlıklarını ve Sırlarını koruyarak amaçlarına devam etmektedirler. Tarikatın askerî kanadı savaşlarda ün kazanırken tarikata bağlı diğer gruplar Avrupa genelinde ve Topraklarda geniş ölçekte yapılanmışlardır. Kutsal Topraklarda ve Avrupa'da birçok mevzi inşa eden tarikat, bankacılık ve para transferinin ilkel bir formunu bularak Hıristiyan hacılara büyük kolaylıklar sağlamıştır. Haçlı Savaşları'nın ardından tarikata büyük borçları olan Fransa Kralı IV. Philippe'in kâfirlik ("Katolik olmayan" anlamında) ve eşcinsellik gibi suçlamalarla, Tapınak Şövalyeleri'nin ortadan kaldırılması için Papa V. Clemens'e yaptığı baskıların neticesinde 1312'de tarikat ortadan kaldırılıp tüm mal varlığına el koyulmuş ve Tapınakçılar cadı avında olduğu gibi yakılarak öldürülmüşlerdir. Son olarak 19 Mart 1314'te Jacques de Molay ve beraberindeki tarikat üyeleri kazığa bağlanarak yakılmak suretiyle idam edilmişlerdir.

Stratejiyi IŞID'dinimiz mi?

Yazar: 
SADULLAH BAKIRTAŞ
Yazının Yazıldığı Tarih: 
25.09.2014

Kaynayan ve kanayan Ortadoğu’da strateji savaşları aslında ABD’nin Irak işgaliyle başlamıştır. İzlenen yol, asker ve mühimmat lojistiği ve taktiği aslında kimsenin bilmediği yollarla ilerletiliyordu. Amerika’nın Ortadoğu’da savaşmaya askeri yeterlimiydi? Asker takviyesi nasıl gerçekleştirildi?  Kaçımız bilgi sahibi. İşte bunu konuşalım ama perdenin önünde ki sesi IŞİD’ diniz hepiniz; Ya arkası!

ABD Irak işgalinde kısa süreli bir taktikle çok da çatışma yaşamadan bölgeyi teslim almayı düşünüyordu. Ancak bir yıl bile olsa bölgede operasyon düzenleyecek askeri yoktu. Nasıl yoktu diyorsunuz şuan; Amerikan askeri iklimi Ortadoğu iklimi ile uyuşmuyordu. Uzun vadede bir operasyon yapabilmek iklimsel olarak zordu.

Kısa Bir PKK-IŞİD (İD) ANALİZİ

Yazar: 
Meçhul Yolcu
Yazının Yazıldığı Tarih: 
10.09.2104

Emperyalist ülkeler; ele geçirmeyi planladıkları ülkeleri siyasi, askeri, iktisadi ve kültürel yönden kuşatarak sonsuza kadar sömürmek amacındadır. Afganistan, Pakistan, Irak, Libya, Mısır ve Suriye emperyalizmin ağına düşen İslam ülkelerinden bazılarıdır. Batı-Vatikan-İsrail üçgeninde geliştirilen BOP ve Dinlerarası Diyalog projeleri; CIA, MOSSAD ve M16 ajanları tarafından hayata geçirilmiştir. Bu kanlı projeleri hayata geçiren ajanlar, merkezi ABD’de bulunan düşünce kuruluşları ve Dış İlişkiler Konseyi (FRC) tarafından eğitildikten sonra hedef ülkelere gönderilir. Fas’tan Tunus’a, Tunus’tan Cezayir’e ve Mısır’a kadar uzanan büyük halk ayaklanmaları (Yasemin Devrimi) esasında ‘Para Sihirbazı’ olarak nitelendirilen zengin ABD’li iş adamı George Soros’un ‘Turuncu’ Devrimlerinden başkası değildir. Amaç; İslam’ı yeryüzünden kaldırmak, dünyada tek devlet, tek din ve tek ekonomi düzenini sağlamaktır. Batı emperyalizminin en büyük düşmanı üniter devletlerdir. Üniter devletler, tarihin her döneminde emperyalizme karşı çıkmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Üniter devlet yapımız; yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti de emperyalizmin bir numaralı düşmanı durumundadır. İşte bu sebeple; ABD-BATI ve İsrail devleti, PKK Terör Örgütü’nü kurup, başta Suudi Arabistan olmak üzere Kuveyt ve Katar gibi bazı körfez ülkeleri tarafından desteklenmesini sağlamıştır. Dost dediğimiz Suriye ve Irak devletleri, PKK Terör Örgütü’ne gerilla eğitimi yapmaları için alan açmış, sınırlarımızdan teröristlerin girip, çıkmasına müsaade etmişti. PKK Terör Örgütü’nün amacı; bin yıllık Türk-Kürt kardeşliğini yok etmek, ‘özgürlük, barış, özerklik’ gibi etnik ayrımcılığı körükleyen projelerle Türkiye’yi parçalamaktır. Bu projenin mimarları durumunda olan ABD-BATI ve Terörist Devlet İsrail, birbirlerinin hedeflerine yardımcı olacak şekilde planlarını uygulamaktadır. 

CHP, Solculuk ve Ulusalcılık Üzerine

Mayıs 2010 da 33. Kurultayda verilen oyların % 100’nu alarak Genel Başkan olan Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP merkez yönetimi, bugüne kadar ana muhalefet partisi olarak üç seçime ve bir de referanduma katıldılar; ancak en son cumhurbaşkanlığı seçimi dâhil bütün seçimlerde bekledikleri ve istedikleri hedeflerinin altında kaldılar.

Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra, aday belirleme yöntemi ve parti yönetiminin diğer hataları ve yanlış kararları konusunda tartışmak üzere CHP içinde “ulusalcı” olarak anılan bir grup milletvekili, Sayın Emine Ülkü Tarhan sözcülüğünde bir basın toplantısıyla kurultay çağrısında bulundu.

Önce imza toplayarak Kurultayı kendileri toplasın diyen Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, sonuçta artan baskılara dayanamayarak kurultay toplamaya karar verdi.

İçeriği paylaş