Kültür/Sanat

Sanatın "Popüler Kültüre" Kurban Edilmesi

“Çağdaş sanatın iki yüzlülüğü özetle: Zaten beş para etmez bir şeyken beş para etmeyen, anlamsız, saçma sapan bir şey olmayı kendine bir hak olarak görmek; beş para etmez bir şey olmaya çalışmak ve yüzeysel terimler kullanarak yüzeysel bir şey olduğunu iddia etmekten ibarettir.”

 

Tüketim kültürünün yükselişiyle birlikte bizim refah toplumuna dönüşümümüz meta fetişizmini ortaya çıkarmıştır. Tüketim kültürünün ve meta fetişizmin insanlar üzerindeki tesirinin bir etkisi de, yeni ihtiyaçlar yaratılarak tüketme duygusunun sürekli olarak canlı tutulmasıdır. Her şeyin tüketim nesnesi haline dönüşmesiyle de, öznenin gerçeklik algısının bozulmaya başlaması bir olmuştur. Öznenin etrafını saran gizemli ve tutkulu hava, nesne hakkında gerçek bilgiyi saklar. Böylece nesneyi, nesne olmaktan çıkaran bir tür göstergeye dönüşür. Yani nesne, öznenin dünyasında gerçekte bir yer bulmaz, sadece göstergesi bulunur. Bu bir tür yansımadır.

TÜSAK'a ve Baskılara Karşı Mücadele Sürüyor

Yazar: 
Fikretcan UYAR

Özerk Sanat Konseyi'nin düzenlediği 6.Sanat Çalıştayı "Sanatta Özerklik ve TÜSAK" başlığı altında 7 Haziran'da gerçekleştirildi. Çalıştaya Özerk Sanat Konseyi bileşenleri, dernek, vakıflar, meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri, sendikalar ve bağımsız katılımcıları içinde barındıran 80 sanat ve sanatçı kuruluşu katıldı. Çalıştay sonucu ise sanatçılar bir bildirge yayınlayarak sanata yapılan baskılara ve TÜSAK yasa tasarısına karşı çıktı. Aşağıda ise bu bildirgenin tam metni bulunmaktadır.

 

Her iktidar tabiatına uygun düşünce tarzını, ideolojiyi, yaşam biçimini hakim kılacak politikalar üretir. Bu politikanın sanat alanına yansıması, siyasi erk için kaçınılmaz, hatta zorunluluktur. TÜSAK Yasa Tasarısı, onlarca yıllık sanat birikimini dönüştürerek ya da yok ederek iktidarın yaşam felsefesini desteklemek üzere üretilmiş bir tuzaktır.

Politika Dergisi - Murat Çidamlı Mülakatı

PD Roportaj Ekibi: 
Fikretcan UYAR

TÜSAK yasa tasarısı ile 70 yıllık sanat kurumları kapatılacak. Bu konu ile ilgili Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası Ankara Bölge Şube Yönetim Kurulu Üyesi ve TOMEB Yönetim Kurulu Üyesi değerli sanatçı Murat Çidamlı ile bir röportaj gerçekleştirdik.Sorularımıza içten ve şu anki durumu açıklayan yanıtlar aldık.Kendisine çok teşekkür ediyoruz.

 

Fikretcan UYAR: Türkiye'de sanata ve sanatçılara karşı baskıların en yoğun olduğu dönemlerden birini yaşıyoruz. Önce İrfan Şahinbaş'taki ağaç katliamı ardından TÜSAK yasa tasarısı. Öncelikle TÜSAK hakkında biraz bilgi verir misiniz? Süreç nasıl gelişti?

Murat ÇİDAMLI: Türkiye’de sanata ve sanatçıya baskı yeni bir şey değil. 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinin baskıları düşünüldüğünde, yani aydınlara dönük sistematik işkence, hapis ve sansür 30 yıldır gündemde bu ülkede. Ancak bu dönem biraz daha farklı. Önce şunu hatırlamakta fayda var. 1990’larda Doğu Bloku’nun yıkılmasından sonra Batı, “Sosyal Devlet” formülasyonundan uzaklaştı. Bu etki yani devletin küçülmesi eğitim, sağlık, sanat gibi alanların liberalleşmesi bizim gibi ülkelerde vahşi özelleştirme süreçleri demek oldu. 1950’li yıllarda kurumlaşan sanat kurumları yeni düzene ayak uydurmak için 1990’ların başında çeşitli girişimlerde bulundular. O zamanki hükümetler ve kurum içi gelenekçi eğilimler bu yeniden yapılanma sürecinin önünü kapattı. Özerk ve özgür bir yönetim bu yıllarda mümkün olamadı. DSP koalisyonlu yıllar sanat kurumlarımıza doğrudan müdahalenin meşrulaştığı yıllar oldu. Açıkçası bu yıllarda kurumlara giren elemanların kalitesinde bir düşüş yaşandı. Torpil ve adam kayırmacılık yapıldı. Hem sanatçı kesiminde hem de teknik ve memur kadrosunda.

Sahnelerimiz Kararıyor

Yazar: 
Fikretcan UYAR

Sanat asırlardır toplumlara ulaşmanın en etkili aracı olmuştur. İnsanlara; doğruyu, erdemi, güzeli, gerçeği söylemek için çeşitli yollara başvurmuştur.Tabii gerçekleri savunmak,insanlara kimler tarafından yönetildiklerini söylemek “bazılarının” canını sıkar. Halkın sırtından geçinen,onları birey değil de sömürülmesi gereken değersiz varlıklar olarak gören “yönetici” sınıfı buna örnek teşkil edebilir. Sanatın bir parçası olan tiyatro da “canı sıkılanlar”dan tarih boyunca payını almıştır.

Günümüze dönecek olursak tiyatro şu ana kadar yaşadığı baskıların en ağırını yaşamakta. Belkiduymuşsunuzdur. Bu aralar TÜSAK adlı yasa tasarısı gündemde. Bu tasarı onaylanırsa tiyatromuzu kara günler bekliyor. Tiyatronun ışığını söndürmeye çalışıyorlar. Bu tasarı ile Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi ve Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü'ne bağlı senfoni orkestraları, koro ve topluluklar kapatılıyor. Tiyatromuz özel şirketlere peşkeş çekiliyor.Sadece devletin istediği oyunlar, onların istedikleri şekilde oynanacak.Tehlikenin farkına varmamız gerekiyor yoksa artık tiyatromuz bizi aydınlatamayacak.

Teneke

Yazar: 
Fikretcan UYAR

“Ey aşı ekmeği bol Çukurova/Üç beş kişiye mi verdiler seni/Kimi çeltik eker bozulur hava/Cilis batırdılar kırdılar seni/Sivrisinek aşılıyor sıtmayı/Ayırt edemez baylar ile dutmayı/Çor çocuk ne bilsin kinin yutmayı/Bir kara cehennem ettiler seni”
Kozanlı Hakkı Tandoğan

Kaymakam vekili Resul’ün emekliliğine 1.5 yıl kalmıştır.Son 35 yılda 43 kaymakamın çeltik ağaları tarafından gönderildiği bir kasabada doğmuş,büyümüştür. Tek derdi bir an önce emekli olmak,etliye sütlüye bulaşmamak. Çünkü bilir başına neler geleceğini bu çeltik ağalarına bulaşırsa. Ağalar istedikleri imzayı atması için sıkıştırır Resul’ü,döverler hatta. Tehdit ederler, o ise ısrarla yeni kaymakamı beklemelerini söyler ve bir gün o kaymakam gelir kasabaya.

(Son 35 yılda 43 kaymakam kasabadan gönderildi dedik. Sebebi malum. Bu kaymakamlar o kasabada kendilerini hükümet diye gören çeltik ağalarına karşı durdular. Neden mi? Çünkü insandan ve doğadan yanadırlar. Çeltik yetiştirmek bol su ister. Bol su kullanıldığında bataklıklar oluşur. Bataklıklarda oluşan sivrisinekler sıtmaya neden olur ve kasaba halkını öldürür. Genç,yaşlı,bebek.. Ama çeltikten gelecek paranın yanında nedir ki bu ölümler? Zaten ağalar için kurşunun fiyatı “50 kuruş” değil midir? İnsanın değeri 50 kuruş.. Oyunda tehdit ettikleri için bu sözü söylüyorlar.)

Kadın Düşmanlığı = Türk Düşmanlığı mı?

Dünyada toplumlar bazen tedrici, bazen de büyük oranlarda göç etmişlerdir. Bu toplumlar zamanla yeni yerlerine alışmışlar ve oralı olmuşlardır. Bu göçlere sebepler ise çeşitlidir. Ancak hiçbir toplum, yeni yerinde sonsuza kadar düşman kabul edilmemiştir. Türklerin Anadolu’daki varlıkları 1071 yılına dayandırılmaktaysa da tarih Türklerin Anadolu’da, Balkanlarda, Karadeniz’in kuzey kısımlarında bilinmeyen bir tarihten beri var olduklarını gösteriyor. Gerek bu topraklarda daha evvel yaşayanlar, gerekse Avrupalılar bir türlü Türk varlığını kabul etmemişler, ellerinden geldiğince onları asimile etmeye, olmazsa orta Asya’ya sürmeye çalışmışlardır. Hatta Osmanlı döneminde emellerini gerçekleştirmeye ramak kalmış olsa da Türkler küllerinden yeniden doğmuştur. Daha sonra da içeriden buldukları işbirlikçiler aracılığı ile amaçlarını gerçekleştirme çabalarını bu gün bile sürdürmektedirler. Ağzından “Türk” kelimesi çıkmayan yöneticiler, her yerden “Türk” adının silinme kampanyaları iddiamıza ışık tutmaktadır.

Türkiye'de Mizah Kültürünün Gelişimi ve Baattin

Yazar: 
Hasan RAY
Yazının Yazıldığı Tarih: 
20-21.12.2013

Türkiye topraklarında mizah yayıncılığına ilk örnek, 1868 yılında Ali Raşit ve Filip Efendiler tarafından çıkarılan Terakki gazetesinin, haftada bir verdiği mizah eki Letaif-i Asar’dır.[1] Pek fazla ilgi görmemesi dolayısıyla bilinirliği yoktur.   

Çağdaş anlamda ilk mizahi yayın örneği Diyojen’dir. Teodor Kasap tarafından Kasım 1870’te çıkarılmaya başlanan ‘Diyojen’, Osmanlı’da bağımsız olarak yayınlanan ilk mizah gazetesidir.[2] Diyojen’i "Hayâl", "Çıngıraklı Tatar", "Kahkaha" ve "Çaylak" dergileri takip etmiştir. İstibdat Dönemi’nde mizah yayıncılığı kesintiye uğramış ve Osmanlı dışındaki noktalarda (Paris, Kahire vb.) yayınlanmaya başlamıştır.

İstibdat Dönemi’nde kesintiye uğrayan mizah, II. Meşrutiyet dönemi ile devamlılığını sürdürmüştür. 2. Meşrutiyet’in ilan edildiği 23 Temmuz 1908’den bir hafta sonra ilk mizah dergisi Zıpır çıkar. Yıl bitene kadar 41 mizah dergisi çıkarken, ertesi yıl yalnızca 8 dergi yayımlanır. Bunun nedeni, İttihat ve Terakki’cilerin iktidara geldikten sonra muhalefeti “gereksiz” görmesidir. 1910–11 yıllarında bu sayı 30’a yükselir. Bunun nedeni ise mizahın hiçbir zaman iktidara gelmemesi, hep muhalefette kalmasıdır. İktidarın güçlü bir sansür uygulamaya başlaması ile dergi sayısı 1912’de 3’e, 1913’te 1’e düşer. [3]

10'ların Direnişi (1): Notasız Beste

“Başladı hayat bir çığlıkla

Sessizlikten doğan.

Çiğ taneleri düştü yüzüme
Ayaklarımdan yağan.”

Gitar sesine uyandı. Saate bile bakmadan, tek hamleyle odasından çıktı. Sabah ezanı okunmak üzereydi zahir. Ölü bir vakitti; sonlanan bir şeyler olduğu gibi, ana rahmindeki yeni gün de henüz ilk seslenişini gerçekleştirmemişti. Erkan, pencereden yüzüne vuran esintinin etkisiyle ancak açabildi gözlerini. Salonun kapısından içeriye adımı atarken gözlerini ev arkadaşı Ozan’a dikti ve kırık bir ses tonuyla o beklenen soruyu sordu:

Hukuk Devleti…

Pazar günleri, dinlenme günleri olarak bilinir. İnsanlar kırlara, denize giderler. Amaç hafta içi benzer düşüncelerle dolmuş beyinleri biraz rahatlatmaktır.

Rahatlamanın yaygın biçimde uygulandığı bir yöntem de insanların gülebilmeleridir. Bu iş içinse komedi içeren yayınlar, gösteriler çok önemlidir. Ancak son dönemde ülkemizde yeterli komedi sanatçısı çıkmadığı, halkı gülümsetecek yayınların giderek azaldığını görüyoruz. Tabii ki, gülümsemeyi hoş görmeyen, en masum eleştiri karikatürlerine bile davalar açan bir iktidara sahipseniz, azalış normaldir.

Ancak fizik sizin kurallarınızı dinlemez. Doğada oluşan bir boşluğu başka bir şey dolduruverir. İşte bizde ki boşalan komedi boşluğunu da iktidar sözcüleri dolduruyor. Tabi onlara kimse dava açamadığı için ağızlarına geleni söylüyorlar. Yapılan espiriyi anlayabilen halk da acı da olsa gülümsüyor.

Kısmı Siyasi (şiir)

 

Saat 20.45 treni, İzmir Basmahane garındayım

Kısmı siyasiden mevcutluyum, ellerim kelepçeli

Gören görmeyen bana bakıyor, elbet farkındayım

Genç bir kız uyukluyor salonda, belli üniversiteli

 

Gece örtüyor garı, ardından acı tren çığlıkları

Hava soğuk, dumanı üstünde çaylar koşuşturuyor

Kavuşan ayrılan, ayrılıp kavuşan sarılmaları

Gözlerim her kadında nedense Perihan’ı arıyor

 

Rötar yapmış İstanbul treni, en az yarım saat daha

Duyuran geç bir kadın sesi, pis ve bir o kadar tiz

İçeriği paylaş