Toplumsal

Politika Dergisi - Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği -TEMAD- (Ahmet KESER) Mülakatı

PD Roportaj Ekibi: 
Melisa TEKELİ
Yardımcı Ekip: 
Ünal YAPICI

Melisa TEKELİ: Öncelikle bu kadar zor şartlar altındayken Politika Dergisi adına görüşme talebimizi kabul edip zamanınızı ayırdığınız için teşekkür ederiz. Çok fazla insan konuya pek hakim değil. Hem onları bilgilendirmek hem de konuya bir giriş yapmak için soruyoruz: Astsubayların şu anki özlük hakları ne durumda?

Ahmet KESER: Astsubaylık sistemi zaten var olurken yok sayılarak kurulmuş bir sistem. Dolayısıyla yok sayılan sistem git gide pekiştirilerek 2014 yılına getirildi. Ama insanlar artık yok sayılmayı, ötelenmeyi, dışlanmayı kabul etmiyorlar. Bireycilik gelişti, bireysellik gelişti. Eğitim düzeyi oldukça yukarılara çıktı ki eğitim düzeyine toplamda baktığınız zaman astsubaylar kendilerini komuta eden amirlerinden daha yüksek eğitim düzeyine sahip. Meslek Yüksek Okulu çıkışlı olmalarına rağmen büyük bir bölümü lisans eğitimiyle beraber asgari 6 yıllık bir eğitim alıyor. Meslektaşlarımız gelişen bu duruma paralel olarak özlük haklarında düzenleme istiyorlar. Biz özlük haklarımızda düzenleme isterken kimsenin makamını, mevkisini istemiyoruz. Makamının, mevkisinin karşılığındaki parayı da istemiyoruz. Biz sadece mevcut bulunduğumuz statünün rehabilite edilmesini istiyoruz.

Erdoğanlar Bizim Gerçeğimizdir!..

Ortalık toz duman. Sanki bütün kanalizasyonlar patlamış, her yerden lağım fışkırıyor. Bizlerse şaşkınlık içindeyiz. Kimisi başbakan ve oğlunun konuşmaları olduğu iddia edilen kasete inanmıyor, kimisi daha bunların bir başlangıç olduğunu, buz dağının görünen yüzü olduğunu söylüyor. Biz masumiyet karinesinden yola çıkarak bu olayda hala şüphe içindeyiz. Gerçi olayın ortaya çıkması ile beraber neden Bilal efendinin sorguya gitmediğini, babasının koltuğunda bir müddet saklandığını, bütün gerekli savcı, hâkim, polis değiştirilip yerine başkaları getirildikten sonra ortaya çıkması bizi onların böyle bir yolsuzluğun ortağı olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Ancak yinede bağımsız bir yargının soruşturması ve düzmece olmayan delilleri ortaya koymasına kadar kesin bir kanaate sahip olmayacağız.

Dijital Direniş

Yazar: 
Kerem GÜNER
Yazının Yazıldığı Tarih: 
14.02.2014

Jean Baudrillard "Kitle İletişim Araçlarında İçin İçin Kaynayan Anlam" isimli yazısına; ''Her geçen gün daha çok haber ve bilgiye karşın giderek daha az anlamın üretildiği bir evrende yaşıyoruz.'' diyerek başlar. Baudrillard'a göre iletişim araçları aracılığıyla istediğimiz kadar mesaj ve içeriği yeniden topluma pompaladığımızı varsaysak bile anlamın yok oluş sürecinin hızı, anlamın pompalanma sürecinin hızından daha yüksektir. Benim asıl ilgimi çeken ve bana bu noktada tekrar Baudrillard'ın "Simülakrlar ve Simülasyon" kitabını hatırlatan şey ; bugün bilgisayar ekranında bir nevi seyirlik hale gelen sosyal medya tweetlerinin ya da görsel bir imgeyle verilen metinlerin de birer imge değeri kazanması.  Yani okuyucunun aynı zamanda izleyiciye dönüştüğü bir durum söz konusu. Toplumsal bir olay karşısında tepkisel mesajlar yazmak, devrimci sloganlar içeren postlar yazıp, twitler atmak, change.org 'ta bir bildiriyi imzalamak o an bize ''özgürleşiyoruz'' ya da '' biz de tepkimizi ortaya koyuyoruz'' duygusunu verse de  hiçbiri gerçekte o an bilgisayar karşısında oturuyor olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor. Örneğin birçok kişi bilgisayar karşısında (özellikle Gezi Olayları sırasında)  herhangi bir olaya müdahil olmasa da oradaymış hissine kapıldı. Olayları an be an sosyal medyadan takip eden kişi herhangi bir olayın ortasında olmadığı halde, sosyal medyadaki mesajları sürekli RT ederek aslında eyleyen olmaktan çok, ''izleyen'' durumuna düştü ama yine de kendisini olaylara müdahil hissetti. Yine de bu hal, TV 'de penguen belgeseli izlemekten daha iyi birşeydi.

Panoptikon ve Türkiye

Jeremy Bentham’ın ortaya attığı Panoptikon teorisi; mahkumların davranışlarını incelemeyi amaçlar. Panoptikon “merkezi bir kontrol kulesi etrafında inşa edilmiş, hem kontrol memurunun hem de orada tutulan insanın sürekli gözetlendiği açık tek hücrelerden oluşan daire seklinde bir yapıdır. Bu kavramı siyasetle tanıştıransa Foucault olmuştur. Faucoult’da “Hapishanenin Doğuşu” adlı kitabında Panoptikon’u yalnızca bir hapishane olarak değil, iktidarın bir yansıması olarak değerlendirir. Sürekli gözlendiğini bilen bireyler, gittikçe iktidarın kurallarına ve toplumsal düzene uyumlu olmaya doğru adım atmaktadırlar.

Panoptikon olgusu Türkiye’de kredi kartlarıyla, güvenlik kamerasıyla sirayet etmişken; panoptik boşluk olarak internet her daim gücü tehdit etmiştir. Bunun en somut hali, Gezi Parkı olaylarıdır. Bu toplum matbaaya 200 yıl direnmişken, interneti eş zamanlı almış, twitterda ise dünyanın da önüne geçecek güce gelmiştir.

Kürtlerde Aşiret İdeolojisi ve Akrabalık Bağları

   Lale Yalçın-Heckmann'ın Hakkari'de yürüttüğü saha çalışmasına dayanan "Kürtlerde Aşiret ve Akrabalık İlişkileri", antropoloji dalındaki doktora tezinin kitaplaşmış biçimi. Siyasal sistemin yöredeki tezahürleri ile yerel kültürün dinamizmi arasındaki ilişki, kitaptaki analizlerin temel taşını oluşturuyor. Akrabalık, aşiret ve etnisite gibi çeşitli kimlik biçimleri, somut koşullarındaki olanca esnekliğiyle ele alınıyor. Bölgenin tarihsel,coğrafi,demografik koşullarının incelenmesinin ardından; aşiret ve akrabalık bağlarının kullanımı, köy ve köy haneleri, akrabalık ve hısımlık terimlerinin genişletilmesi, evlilik ilişkileri ve stratejileri, toplumsal cinsiyet rolleri, hiyerarşisi ve dayanışması gibi mikro düzeydeki olgular derinlemesine araştırılıyor. Mikro düzeydeki olguları hiç bir zaman makro süreçten tamamen bağımsız görmeyen yazar, somut gelişmeleri bütün boyutlarıyla ve karmaşık ilişki örüntüleri çerçevesine yerleştirerek değerlendirmeye özen gösteriyor. Böylece araştırma, sınırlı inceleme alanından yola çıkarak başka toplumlardaki benzer olgularla karşılaştırmalar yapılmasına imkan tanıyor.

Etnik Temizlik Silahı Olarak Kadın Tecavüzleri

“Etnik çatışmalarda kadın bedeni, savaşın yeni bir cephesi haline geliyor.

Bir zamanlar şovalyenin kılıcı hasmının kanına bulanırdı

oysa artık askerin penisi ırzına geçilen kadınların

çığlıklarına bulanıyor.”

Matei Vicniec- “Savaş ve Kadın”

 

Anaerkil dönemin sonu dünya tarihinde  kadının cinsiyetçi ayrımcılıkla ötekileştirilmesini başlatır. Engels, bunu “kadının yenilgisi” olarak tanımlar. ( F. Engels ) Ataerkil dönemle birlikte erkek toplumsal yaşamda olduğu gibi evde de yönetimi ele alıyor ve kadının yaşam alanı giderek daralıyor, cinsel obje ve ve çocuk yetiştirme aracı haline geliyordu. Milliyetçi ideolojilerde ise; bu durum sembolleştirilmekte, kutsanmakta, yüceltilmekte ancak; kendini yeniden üretmekte, asla ortadan kalkmamaktadır. Kadın tıpkı toprak gibi doğuran, besleyen ve tıpkı vatan gibi korunulması, uğruna savaşlar yapılması, kan dökülmesi gereken bir saha olarak milliyetçi ideolojide yerini  bulmaktaydı. Doğuramayan, besleyemeyen kadın çorak topraklar gibi terk edilmeliydi;  savunulamayan, korunamayan ve fethedilen kadın ise artık işgal toprağından başka bir şey değildi.

Derin Milletin Korkutan Sessizliği

Yazar: 
Koray KAMACI
Yazının Yazıldığı Tarih: 
21.01.2014

Türkiye’de son zamanlarda inanılmaz işler oluyor. Yargı-Emniyet-İstihbarat-Ordu vs. derken, ülke iyice kaosa doğru sürüklenmeye devam ediyor. Türkiye her geçen gün uçurumun kenarına biraz daha gelirken, her zaman ki gibi kendi içinde kan kaybetmeye devam ediyor. Hal böyleyken, kurumlar arası güvensizlik ve zafiyet her geçen gün artmaktadır. Türkiye göz göre göre büyük bir zafiyetin içinde sürükleniyor. Bütün bunlar olurken hala dış güçler, patates lobisi, kuru fasulye lobisi vs. söylemler ile kendini haklı çıkarmaya çalışmak ayrı bir acziyetin göstergesidir. Tamam, Emperyal güçler her daim var ve bu topraklarda da sürekli emellerine devam ediyorlar lakin kendi içinde suçluyu aramak varken bunu bile bu şekilde bir mağduru oynama şeklinde topluma lanse etmek hiçte doğru değildir. Yapılan her şeyi kendilerine bilerek yapılmış dış düşman metaforu üzerinden göstermek ayrı bir trajikomik olaydır.

Şehit Kubilay Anısına

Yazar: 
Halit DURUCAN
Yazının Yazıldığı Tarih: 
20.01.2014

MENEMEN’DE NELER OLDU?

Kemal Atatürk, cumhuriyeti kurduktan sonra modern devletin temellerini oluşturacak çok önemli devrimler yapmıştır. Harf inkılabı, kılık-kıyafet inkılabı ile tekke ve zaviyelerin kapatılması bu devrimlerin başında gelmektedir. Devletin yapısını ilgilendiren en önemli devrim ise Hilafet Makamının İstanbul Hükümeti’nden alınıp, TBMM’ne devredilmesidir. İşte tam bu noktada o dönemin dinden nemalanan softa-dincilerinin ellerinden menfaatleri alınmıştır. Zira, kendilerini dindar olarak gösteren bu kişiler, İstanbul Hükümeti’nin kendilerine tanıdığı geniş imtiyazlardan tıka-basa nemalanıyor, istediği fetvaları çıkarıyor ve böylece halk üzerinde tasarruf sahibi oluyorlardı.

Siyah ve Beyaz

Her toplumun hayatında siyah ve beyaz dönemler olur. Bu son derece doğal bir durumdur. Ortak akıl geliştikçe toplum siyahtan beyaza doğru bir yolculuğa çıkar. Tam beyaza ulaşmak tabii ki mümkün değildir. Çünkü aydınlanma sürekli bir durumdur.  Ne kadar aydınlanırsanız hedefinizde daha aydınlık olacaktır. Evrende durağan hiçbir şey olmadığı gibi bilinçlenme ve aydınlanma yaşamında da durağanlık yoktur. Durduğunuz anda birlikte yürüdükleriniz sizi geçecek, siz de daha geridekilerin içinde kalacaksınız demektir. Arkanızdan gelenler size takılacak ortalık kargaşa alanına dönecektir.

Toplumların ilerlemeleri, aydınlığa ulaşma gayretleri içlerinden çıkan öncülerin sorumluluk alması ve ekstra gayret göstermesi ile daha rahat ve sancısız olur.

Kuran Müslümanlığı

Bazı karı kocalar vardır, gül gibi geçinirken bir kavgaya tutuşurlar, artık ne kadar kirli çamaşırları varsa ortaya dökülür. Bütün pisliklerini konu komşu öğrenir. Ne adamın ayak kokusu kalır ne de kadının horlaması öğrenilmedik.

Şimdi bizim iktidar ile ortağı cemaat kavgaya tutuştu ya, aynı şeyler oluyor. İnternette kasetler cirit atıyor. En son rastladığım Fetullah Gülen kaseti gerçekten ibretlik. Beyefendi üzerine basa basa Kuran Müslümanlığını sapıklık olarak niteliyor.

Şaşırdık mı? Tabii ki hayır. Bir dönem bir fırsat bulup bunların sohbet toplantılarına katılmıştım. Bir – iki sayfa Arapça kuran okuduktan sonra Kuran bir yana bırakılıp beyefendiye ait kitaplar açılıyor ve Emevi islamı, yani hurafeler dini beyinlere işleniyor.

İçeriği paylaş