“Kavramsal Duyarlılıkta Farklılığının Farkında Olmak, Demokrasi için Bir Tehdit midir, Yoksa Demokrasi için Bir Fırsat mıdır?”

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Demokrasi üzerine bugüne değin oldukça uzun konuştuk. Birçok yazımda demokrasiyi kendimce ele aldım. Kendimce diyorum; çünkü demokrasi mefhumunun “biz”cesini bulabilmek pek olası değil. Yine de Necip Fazıl Kısakürek’in dediği gibi ve benim de desteklediğim tarzda “dürüst bir insan, inansa da inanmasa da mefhumları yerli, yerinde kullanmak borcundadır” ve borç az önce belirtilen kendindeliğin sınırlarını dürüstlük çerçevesinde belirler. Kısacası üzerinde tam anlamıyla uzlaşılamayan kavramlar, insanın o kavramı farklı yönlere çekmeyecek dürüstlükleri oranında açıklanabilir ve açıklanmalıdır da. İşte bahsi geçen bu dürüstlük ve kavramların açıklanması durumu bugün siyasi yazımınızın giriş kısmını oluşturuyor. Yazı planıma sadık kalabilirsem ki kalmaya niyetim sonsuz, ilerleyen kısımlarda; farklılık ve farksızlık açısından demokrasiyi inceleyerek kendi amaçları için kavramları çarpıtanları (katıksız politikacıları) ve demokrasiyi dürüstçe tanımlaması gereken insanların nasıl dürüstlükten saparak demokrasiyi tehdit ettiklerini göstermekle uğraşacağız. Kısacası bu yazı farklılıkların farkında olan insanların demokrasiye yönelik avantajları kendi hedefleri doğrultusunda nasıl tehdit olarak algıladıklarını ve dürüstlükten saparak (katıksız politikaya yönelerek) mefhumların nasıl keşmekeşe sürüklendiklerini dürüstçe anlatmayı hedefliyor. Bu doğrultuda da, içinde bulunduğumuz paragraf yine Necip Fazıl Kısakürek’in “Ne olacaksa olur ve her hâlde bu millet, ölümden beter bir keşmekeşten kurtulur.” sözüyle bu yazıyı nasıl bir cesaretle yazacağımızı belirterek bitiyor.

   Farklılık ve Farksızlık Bağlamında Demokrasi

   Demokratik Paradoks kitabının yazarı Chantal Mouffe, kitabı her ne kadar sonuna kadar savunmasak da, kitabın arka kapağında şu tarzda, doğru bir açıklamaya yer veriyor:

   Sağ ve solun ötesine geçme gereğini savunanlar, içinde yaşadığımız küreselleşen, refleksif toplum tipinde, ne muhafazakârlık ne de sosyalizmin yeterli çözümler sunabileceğini ileri sürerler. Kuşkusuz durum böyledir. Dahası, politik pratikte, sol ve sağ kategorilerinin giderek daha fazla bulanıklaştığı da doğrudur. Ama, bizim görevimiz, solu, eskiliğini ilan etmek için değil demokratik mücadeleyi yeniden canlandırmak için yeniden tanımlamak olmalıdır.

   Sol demokratik politika açısından can alıcı iddialardan biri, neo-liberalizme bir alternatif oluşturmaya başlamaktır. Solun itibar edilebilir bir projesinin olmamasının nedeni, neo-liberal söylemin günümüzde karşı çıkılmayan hegemonyasıyla açıklanabilmektedir. Paradoksal olarak (...) sol, ideolojik anlamda hala ve tümden yenik durumdadır.

   Politika, bir çatışma ve farklılık bağlamında birliğin yaratılmasını hedefler; “onlar”ın belirlenmesiyle, 'biz'in yaratılmasıyla ilgilidir daima. Demokratik politikanın yeniliği bu biz / onlar karşıtlığının üstesinden gelmek değil -bu olanaksızdır- ama onun oluşturulduğu farklı tarzdır. Can alıcı konu, biz / onlar ayrımını, çoğulcu demokrasiyle uyumlu bir şekilde yapmaktır.

   Etik olanla politik olanı uzlaştırmanın mümkün olduğu yanılsamasını bir kenara atmak ve politiğin etik tarafından sonu gelmez sorgulamasını kabul etmek; aslında demokratik paradoksu teslim etmenin tek yolu budur.

   Çeviri bakımından oldukça zor anlaşılan bu kitabın amacı yazarın da belirttiği üzere (a.g.e., s: 19): politika teorisinin, varolan kilitlenmenin açılmasına ve bugünkü kötü durumumuza olanaklı bir çözüm için bazı koşulları yaratmaya hangi biçimde katkı bulunabileceğimizi incelemektir. (…) Sorunları bu yaklaşımla inceleyerek hem ‘müzakereci demokrasi’ teorilerinin hem de ‘üçüncü yol politikası’ için önerileri biçimlendiren demokrasinin “konsensüs modeli”nin, modern demokratik politikanın liberal-demokratik eklemlenmenin iki bileşeni arasındaki çatışmada yatan dinamikleri yeterince kavrayamadığını düşünüyorum. Diğer bir ifadeyle demokrasi teorisyenlerinin ve politikacıların konsensüse yaptıkları yanlış vurgunun kökeninde yatan ve onların antagonizmanın sökülüp atılabileceğine inançlarını kuvvetlendiren, liberal demokratik politikanın ifadesi olan, paradoksu kabul edemeyişleridir. Uygun bir demokratik politika modelinin geliştirilmesini engelleyen böyle bir başarısızlıktır.

   Kitabı okumayanlar için yukarıda bahsi geçen ifadeleri özetleyeyim. Anlatılmak istenen; demokrasiyi yöneten politikacıların farklılıkları bir biçimde birleştirip bir konsensüs (uzlaşma) ortamı yaratıp farksızlık yaratma düşüncelerinin liberal bir politika anlayışı olduğu ve fakat, bu politikanın da liberalizmin bir paradoksu olarak tezahür ettiği gerçeğinde, bahsi geçen paradoksunda politikacılarca kavranamamış olmasının uygun bir politika gerçekleştirmenin önündeki engel olarak belirdiğidir. Özcesi farklılıkları ortadan kaldırıp bir farksızlık ortamını oluşturmaya çalışmak liberal politikaların bir yanlışıdır ve bu yanlış son dönemdeki demokrasi teorisyenlerinin ortak yanlışı olarak başarılı olması gereken bir politikayı başarısız kılmaktadır. Bu başarısızlığı göstermenin ve gidermenin mümkün yolu da gücünü neo-liberal anlayışın hegemonyası altında yitiren “solun, gücünü geri kazanmasına yönelik politikalar üretmektir. En nihayetinde bizim anladığımız sol görüş dışındaki tüm görüşlerin ki buna merkez sol denilen yapılanma da bir nebze olsun dâhildir, demokrasi için bir farksızlık öngörüsünde ve planında olduklarıdır.

   Kısacası farklılık ve farksızlık bağlamında demokrasi; farklı düşünen bireylerin farklı düşünen diğer bireylerle birlikte, farkları, demokratik yollar dışında (dürüstlük çerçevesinde) asimile etmeye kalkışmadan fark yarattığı bir kavram, bir sistemdir.

   Bu başlık altındaki tüm açıklamalar çerçevesinde farklılıklar ve farksızlıklar paralelinde beliren demokrasi kavramı tanımı da solun koruması altında olmalıdır; çünkü sağ ideoloji demokraside (dürüst olmayan ve aslında farklılıkları yok etmeyi planlayan bir) farksızlık peşindedir. Nitekim adı geçen eserde Chantal Mouffe yaşanan ve yaşanacak bahsi geçen peşindelik tehlikesini şu sözlerle dile getirmektedir (a.g.e. s:33): Antagonizmanın (uzlaşmazcılık) sökülüp atılamaz karakterini yadsımak ve evrensel bir konsensüsü hedeflemek – demokrasiye asıl tehdit budur. Gerçekten bu, ‘tarafsızlık’ görünümü altında zorunlu dışlama biçim ve sınırlarını gizleyen liberal düşüncede ekseri olduğu gibi, şiddetin, ‘rasyonelite’ye başvurmanın ardına gizlenip fark edilmemesine yol açabilir.

   Yani Mouffe’nin belirtmek istediği farksızlık yaratan ve/veya yaratmak isteyen yapılanmaların demokrasinin yaşamsal sıvısı olan antagonizmayı reddederek demokrasiyi tehdit ettikleridir ve bu yok ediş aslında antagonizmanın doğasından çok farklı düşünenlerin doğasına yöneliktir. Özcesi farklı düşünenler olmazsa, antagonist bir yaşayış olmayacak ve dolayısıyla demokrasi kökten kazınacaktır. Dolayısıyla sağdan farklı düşünen solun tamamıyla yok edilmeden acilen kendisine gelerek liberal hegemonyadan kurtulması demokrasinin varlığı için elzemdir. Demokrasinin varlığı için elzem olan bu konu, tarihin ilerlemesi için de aslına bakılırsa gereklidir. Kant’ın da belirttiği gibi antagonizma tarihin ilerletici gücüdür. Bugün çatışmacı belki biraz hafifletirsek çekişmeci yapıların tümü daha kusursuz bir yapılanma için geleceğin sigortasıdır. Sırf bu açıdan bakıldığında bile bir farksızlık ortamı yaratmayı hedeflemek birçok siyaset felsefecisinin ulaşmak ve belirtmek istediği tarihin sonunun şaşalı bir heykelini yok etmeyi amaçlamakla eşdeğerdir. Kısacası farksızlığı yaratmak demokrasiden ötesine geçmek, yani tarihin sonuna doğru gitmek için bir araç değil, başa dönmek için kullanılan araç olmaktadır. Sanırız ki Kant, Hegel ve Marx; tarihin sonu için belirledikleri rejim, ideoloji vs. için farksızlığın yaratıldığı bu şiddet ortamına bizim kadar sessiz kalamazlardı. Bize gelince biz hala onların sesini tarihin geçmişinden duymaya devam ediyoruz, dolayısıyla bu düşünürlerin söylemlerine yönelik karşı reflekslerin atakları karşısında bir hegemonyaya saplanmış yenik bir durumda duruyoruz. Söz konusu olan ve şu an adını saymakla vaktimizi geçirmeyi düşünmediğimiz düşünürlerin bize fısıldadıklarını içimize atıp atıp bu hegemonyanın kendi kendisini yemesini beklemek açıkçası solun güçsüzlüğünü resmederken hala neyi beklediğimizi anlayamadan puslu bir beyinle yazıma devam ediyorum. Hemen yeri gelmişken belirteyim katıksız politikaları asla savunmuyorum. İyi de nedir bu katıksız politika?

 

   Katıksız Politikaya Dair

   Katıksız politika konusunda Giovanni Sartori’nin Demokrasi Teorisine Geri Dönüş kitabından yararlanacağım. Sartori, politikada gerçekçiliğin yanlış anlaşılmasının geçmişini Niccolo Machiavelli’ye kadar götürür. Ona göre politikaya gerçekçi yaklaşım maskelenmiş ve bu maskeleme birbirinden açıkça ayırt edilmesi gereken, şu iki esasla açıklanmıştır: a) politika politikadır ve başka bir şey değildir; veya b) siyasal gerçekçilik kendisini somut biçimde, özellikle katıksız politika adı verilen belli bir politika ve politik davranışta gösterir. Katıksız politika denilen şeye de yakın zamanda Matchpolitik, yani kuvvet politikası adı verilmiştir ve bu politikada ideallere değil, tamamen kaba güce, hileye ve iktidarın acımasız kullanılmasına dayanan bir politika türüne işaret eder. Son zamanlarda da siyasi gerçekçilik bu politika türüyle anılmıştır (Sartori a.g.e., s. 41)..

   Politikada ahlakı reddeden ve başarıya ulaşmak için her yolu mubah sayan bu anlayış ne yazık ki etiği ıskalar; hatta ıskalamakla da kalmaz, onu yerin dibine doğru bir serüvene çıkarır. Bu serüvende, (bence) kavramları çarpıtarak, mefhumu olduğundan farklı göstermekle başlar. Kavramların nasıl ve ne yönde değiştirildiği ya da değiştirileceği bu politika tarzında hissettirilmeden, geçmişten geleceğe yönelik bir planla saptanır. Bahsi geçen bu planda en ufak bir hataya karşı olası “B Planları”nı içerir ve bu kusursuz planlama tarzı diğer beklenmedik durumlara, beklendik durumlarla cevap verir. Kısacası pusuya yatma vakti ile başarıya ulaşma arasında geçen diyalektik tarih kusursuz bir planın eseri olmak durumundadır.

 

   Bir Katıksız Politikacının Yaşam Serüveni ve Plan Günlükleri

   Yukarıda ulaşılmak istenen, daha doğrusu istenilmeyen bir yapıyı yıkarak istenen bir yapıyı kurmanın kusursuz bir plan işi olduğu anlatıldı. Bu planın başarıya ulaşması için gereken aracın da farklılıkları savunarak bir farksızlık ortamı yaratmak olduğu irdelendi. Bu planı bozmak için de solun bir çeşit hegemonyadan kurtarılmasının elzem olduğu belirtildi. An itibariyle yazımızın sonuç bölümünden önceki son başlığını kaleme aldığımı ifade etmek isterim. Bu başlık altında bir katıksız politika savunucusu ve uygulayıcısı katıksız politikacının olası yaşam serüvenini ve (kusursuz) planını çok derinlere inmeden irdeleyeceğiz; fakat olası tehlikeleri önlemek amacıyla, burada vereceğimiz aşama ve faktörleri belirtirken katıksız politikacının hile ile sistemi değiştirmek istediğini aklımızın bir kenarında tutmalıyız. Eğer bunu aklımızda tutamazsak ve/veya gerçeği göremezsek karşımızdakinin katıksız bir politikacıdan çok toplumu dürüstlükle yöneten bir yönetici olduğunu düşünürüz ki, bu düşünüş tarihin sonu (en iyi sistem) için ilerlemektense yukarıda da anlattığımız üzere resmen geriye yürümek olacaktır.

   Sistemin, mantıklı bir yanının olmadığına dair inanç: Katıksız politikacının gençlik yıllarında daha önce sistemin kendisi için uygun olmadığına inanan insanlar tarafından fikir beslemesine tutulması, gençlik yıllarından itibaren sisteme yönelik karşı tepkimeleri doğurur. Bu tepkimeler, benzeştiği insanlarla birlikte (başarı için) kusursuz (olması gereken) bir planın başlangıcı oluşturur. Planın ilk maddesi sistemin değiştirilmesindeki amaçtır.

   Mevcut sistemin eksileri ve artılarının belirlenmesi: Değiştirilmek istenen sistemin eksileri katıksız bir politikacı için kullanılması gereken artıları belirlerken, sistemin artıları yozlaştırılması gereken noktaları oluşturur. Sistemi oluşturan kişi (örneğin Mustafa Kemal Atatürk), enstrüman (örneğin laiklik), kurumların (örneğin güçlü bir ordu) vs. yanlış tanıtılmasına dair katıksız bir politika izlenir.

   Politikaya atılma ve ikinci dönem: Sistemin taraftarlarına ve/veya sistemi yıkmaya teşebbüs etmiş kendisinden (şimdilik) daha güçlü olanların yanına katıksız bir politika örneği göstererek yakınlaşma girişimi. Bu tarz tavırlar sistemin taraftarlarına yönelikse öncelikle hileyle sistem taraftarlarına yakınlaşma olur, sonrasında ise sistem taraftarlarının olası açıklarıyla onların muhalefeti olma durumunu yansıtır (örneğin mevcut partisinden kopup tam zıttı bir muhalefet partisi kadrolarına katılma). Bu politikaya atılma kendisi gibi düşünenlerin kadrolarına katılma yönünde olduğunda ise daha büyük güç için o kadroya kısmi muhalefet etme refleksi doğuracaktır (örneğin soldan kopan bir partinin yine bir sol parti kurması, ya da sağdan kopan bir partinin yine sağ bir parti kurması). Bu parti kuruluş aşaması politikada ikinci dönemi yansıtmaktadır. Bu ikinci dönem yeni bir parti kurma şeklinde olabileceği gibi mevcut parti üzerinden de devam edebilir.

   İkinci dönem sonrası, üçüncü dönem: Bu dönem katıksız politikacının kritik dönemidir; çünkü planının başarıya ulaşması bu dönemde yapacağı faaliyetlere bağlıdır. İktidar olmak öncelikli tercihi, iktidar olamıyorsa ana muhalefet lideri olmak ikincil tercihidir. Bu dönemde birincil veya ikincil amacına ulaşmak için tüm yolları deneyecektir. Bu amacına ulaştıktan sonra ise katıksız politikacının hayatında kavramların gerçekten farklı, gerçekten çarpıtılmış tanımları ortaya çıkar. Yazının konusu olan demokrasinin tanımı, farklılıklar zenginliğimizdir (lütfen google.com uzantılı adreste farklılıklar zenginliğimizdir söylemlerini kimlerin söylediğini inceleyiniz, bu yazı yayınlandıktan sonra bu listede benimde olacağımı belirtmek biraz üzücü; ama bu da “internet dünyasında özgürlük” içerikli bir başka yazının konusu) şeklinde ifade edilirken, farklı düşünenler sistemin dışına itilir ve bir farksızlık ortamı yaratılır. Açılım safsataları ile farklı düşünenlerin aslında iktidar veya ana muhalefetle çokta farklı düşünmedikleri belirtilmeye çalışılır. Kısacası herkesin hem fikir olduğu bir demokrasi yaratılırken farklılıkların zenginlik olduğu söylemleri kendi kendisini ateşe atar.

   Planın sonraki aşamaları: Amaca yakınlığın ayak seslerinin geldiği bu safhada iktidarı elinde bulunduranlar, sistemin savunucularının artık güçlerini yitirdiklerinin bilincindedirler. Sistemi değiştirecek olan son aşamanın da başarılı olması için kurumlara (demokratik yoldan!) el konmanın yolları aranır. Devletin erkleri iktidarı elinde bulunduranlarca değiştirilmek istenir, devletin ana yasalarının değiştirilmesi için çalışmalar başlatılır vs.

   Sistemin çöküşü: Planın veya durumun bu safhası, planın başında belirtilen amaca ulaşıldığının göstergesidir. Sistem çökmek ve o çöken sisteme tarihin sonuna doğru ilerlemek amacıyla yeniden uğramak için yeni bir süreç başlamak üzeredir. Sistemin çöküşünü engellemek için vakit Mouffe’nin de belirttiği gibi Solun uyanma vaktidir.

   Solun sistemin kurtuluşu için uyanışını inceleyeceğimiz bir yazının gelecek ayki sayımızda yazılacağının ayak seslerini duyduğunuz bu satırla okuduğunuz yazının sonuç bölümüne geçmek istiyorum.

 

   Sonuç

   Demokrasilerin farklılıkların farklılığında yeşereceği gerçeği karşısında farklılıklara vurgu yaparak farksızlık ortamını kimi yerlerde baskı ve hileyle kimi yerlerde de güzellikle yaratmayı hedefleyenlerin hikâyesini bu başlıkla bitirmiş oluyoruz. Demokrasi denilen şeyin farklılıklarla yaşayacağını biliyorken, sistemde bulunan farklılıkları demokrasiye karşı bir avantaj olarak görmek gerekliliği, farklılıkları demokrasiye bir tehditmiş gibi göstermekle ne yazık ki yerle bir olmuş görünüyor. Bugün bu ülkede ne yazık ki bir takım katıksız politikacılar “bugüne kadar onlar bizi fişledi, şimdi de biz onları fişliyoruz” derken farklı düşünenleri demir parmaklıklar ardına göndererek nasıl bir farksızlık ortamı yarattıklarını farklılıklar zenginliğimizdir çerçevesinde bize yutturmaya kalkıyorlar. Bir diğer katıksız politikacı da “bu kanı bozuklar” ifadesiyle aramızda fark var, ama onlarda bizi desteklemeliler (aramızda fark kalmamalı) demeye getiriyor lafı. Devlete kurşun sıkanlarla “Kürt açılımı” adı altında aramızdaki farkı kaldırmaya çalışan katıksız politikacılar, devlete kurşun sıkanları engellemekle meşgul olanları bizden faklılar diye hapislere darbeci diye yollayabiliyorken, bu hegemonya altında kalan soldan başka suçlu göremiyorum ne yazık ki! Bir uyanışa ihtiyacı olduğu bu yazının başından beridir neredeyse elli defa söylenen solun, bir uyanışa henüz bir refleks geliştirememiş olmasının bu yazıyla son bulmasını diliyor, bu yazıyı okumadaki sabrınız için teşekkürlerimi sunuyorum.

   Son sözler yine Necip Fazıl Kısakürek’ten: “Şahsiyeti olmayanın hiçbir şeyi yoktur

   Bizim yaptığımızsa yine Kısakürek’in dediği gibi “tohum ekmek, vermezse de toprak utansın.

   Esenlikler…

 

Gokhan.Dag@PolitikaDergisi.com

 

 

 

 

 [Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 20’de yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi salık veririz. Sayı 20’yi indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

 

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.