“Remiss Yöntemi”

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

İktidarlar halklarını mutlu edeceklerini “düşündükleri” politikalar üretip uygulamak için mi yoksa ideolojilerinin şekillendirdiği politikalarla oluşturacakları hükümet etme yöntemiyle halkın tüm kesimlerinin yönetimde yer alabilmesini sağlamak için mi iş başına getirilir?

Bu sorunun gayet kolay olan cevabını verebilen kesimlerin bazısı samimi, bazısı konjonktürel olarak AKP iktidarını “Demokrasi sandık demek değildir” söylemi üzerinden eleştiriyor. Sandıkta çoğunluğun gücünü arkasına alan grubun 4 yıl boyunca toplumun farklı kesimlerinin duyarlılıklarını göz ardı ederek politika üretmemeleri gerektiğini de bu söyleme ekliyor. Peki ülkenin bürokratik elitlerinin hem sosyolog, hem pedagog, hem mühendis, hem mimar, hem dizi eleştirmeni olmalarını engelleyecek; halkın sivil toplum temelinde örgütlenerek hükümet politikalarına etki edebileceği bir siyasal düzen uygulamada kendini nasıl gösterebiliyor?

Her ne kadar resmi yönetim biçimi anayasal monarşi, resmi adı İsveç Krallığı olsa da Kral’ın yetkilerinin törensel ve sembolik olduğu bir ülke İsveç. 1936 yılından beri İsveç Sosyal Demokrat Partisi küçük aralıklar haricinde iktidarını korumayı başarsa da 2006 ve 2010 seçimlerinde istediği başarıyı yakalayamadı. Buna karşın hem bu hem de eski Cermen yaşam tarzları sebebiyle eşitlikçi, sosyal devlete önem veren siyasal genlere sahip. Halkın siyasete katılım geleneği de önemli özelliklerinden bir diğeri. Buradan hareketle özellikle yasama sürecinde uzlaşma kültürü de oldukça önemli bir yerde. Bu da fikir ayrılıklarının zaman içerisinde rahatlıkla aşılmasına, en azından bu ayrılıkların ehlileştirilmesine yarıyor. Peki bu teori pratiğe nasıl dökülüyor? İşte adım adım İsveç’te yasama süreci;

 İlk adım “girişim süreci”. Her ne kadar yasa yapımında girişim genelde hükümet tarafından yapılsa da, sivil toplum örgütleri veya sıradan vatandaşlar da böyle bir girişimde bulunma hakkına sahip. Bu durum halkın siyasal katılım geleneğini sürdürmesine doğrudan olumlu katkı sunuyor.

İkinci adım “değerlendirme süreci”. Bu süreçte yasa değişikliği talebi olan konuyu araştırmak üzere “hükümetten bağımsız bir komisyon” meydana getiriliyor. Komisyonda konuyla ilgili politikacılar, bürokratlar ve konunun uzmanları yer alıyor. Bu sayede devlet yönetiminde bulunanlar her konuda uzmanlaşmak durumunda kalmıyor(!). Uzman bir komisyon konuyu bağımsızca değerlendirebiliyor.

Üçüncü adım “fikir alma süreci”. İşte “Remiss Yöntemi” burada devreye giriyor. Bağımsız komisyonun değerlendirmesi sonucu oluşturulan teklif taslağı sivil toplum örgütleri, yerel yönetimler vb. gibi yasa değişikliğinden etkilenmesi muhtemel tüm gruplara gönderiliyor ve görüşleri alınıyor. Bu görüşlerden ciddi anlamda faydalanılıyor ve gerekirse başka bir çözüm arama yoluna gidiliyor.

Dördüncü adımda hükümet yetkilileri taslağı inceliyor ve meclis genel kuruluna gönderecek şekilde hazırlıyor.

Beşinci adımda yasa meclise geliyor. Burada önemli nokta şu ki; yasa görüşülmeden önce uzmanların ve toplumun farklı kesimlerinin yorumları alınmış bulunuyor. Yasa önce komisyonda sonra genel kurulda görüşülerek hakkında son karar veriliyor.

Aynı anda hem zor hem de kolay görünüyor değil mi? Tam randımanlı uygulanabilmesi için örgütlenmenin önündeki tüm engellerin kaldırıldığı bir ülke, sivil toplum temelinde bir araya gelebilmiş halk kesimleri, uzlaşma kültürüne sahip bir siyasal gelenek olmazsa olmaz. Buradan sonra eksik olan tek parça  demokrasiyi içselleştirmiş yöneticiler.

Elbette bunların hepsinden önce ülkenin önüne “gerçekten demokratikleşme” vizyonu koyabilecek bir siyasi parti gerekli. Ancak nedense biz hep başka ülkelerin kötü yanlarını alır uygular, iyi yanlarını göz ardı ederiz? Seçim barajından, Remiss Yöntemi’nden, sosyal devletten hiç bahsetmez; alır içki yasağını aynen getiririz. İşimize geldiği gibi…

 

Eren GÜRER

eren.gürer@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.