12 Eylül’ün Ardından (3)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Referans İçerik: 
12 Eylül’ün Ardından (1)
Referans İçerik: 
12 Eylül’ün Ardından (2)

   YAZI DİZİMİZE kaldığımız yerden devam edelim. 

   Bir önceki yazımı şu sözlerle bitirmiştim: Sendikaların kapatılması, 24 Ocak Kararlarının uygulanması, ücretlerin dondurulması, işçi sınıfının taleplerinin bastırılmasını ancak faşist bir diktatörlük sağlayabilirdi. 12 Eylül günü faşist cunta, 24 Ocak kararlarının uygulanmasını sağlamak amacıyla yönetimi ele geçirdi.

   Darbenin yapılmasının hemen ardından ABD Başkanı Jimmy Carter’a, CIA Ankara Bürosu Şefi Paul Henze’a telefon açar ve şu sözleri söyler: “ Bizim çocuklar başardı.” (Our boys did it.) Faşist Cunta’nın karakterini deşifre eden en önemli belge ise Kutlu Savaş’ın Susurluk Raporu’dur. Bu raporda Kutlu Savaş (MİT Görevlisi), 12 Eylül Darbesinden hemen sonra sağ görüşlülerin hapishanelerden salınarak bazı kişileri öldürmekle görevlendirildiğini belirtmiştir.

   Dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter’ın milli güvenlik müşavirliğini yapan Z. Brezinski, Başkan Carter’a şunları söyler: Türkiye’de, tıpkı Brezilya’da olduğu gibi bir askeri darbe en iyi çaredir.

   Anarşiyi önleme bahanesiyle, Kenan Evren önderliğinde cuntanın yönetime el koyması ile; sanayi burjuvazisi, işçi sınıfının mücadelesini yok etmek için harekete geçmiştir. Turgut Özal’ı ekonominin başına getiren Kenan Evren’in, ilk konuşmasında, işçi ücretlerinin yüksekliğinden şikayet etmesi çok manidardır. Vehbi Koç’un, Kenan Evren’i arayıp sendikacılıktan yakınması da bu darbenin hangi sermaye katmanının lehine gerçekleştiğinin açık bir kanıtıdır.

   Darbeyle birlikte, o güne kadar uygulanan “İthal İkameci Sanayileşme” anlayışından vazgeçilmiştir. Türkiye’nin yeni sanayileşme stratejisi  “Dışa Açık Sanayileşme” modelidir.

   IMF’nin dayattığı 24 Ocak Kararları, 12 Eylül Darbesiyle birlikte yürürlüğe girmiştir. Zira, bu kararları kimseden çekinmeden uygulayacak tek yönetim, faşist bir diktatörlük olabilirdi. Örgütlü işçi sınıfı ve ücretlilerin tepkisinden korkan Demirel hükümeti anlaşmayı bir türlü yürürlüğe sokamamıştı. 12 Eylül cuntası ise yönetimi ele geçirir geçirmez bu kararları hayata geçirdi.

24 Ocak Kararları özet olarak şunları öngörmekteydi:

   a)      Kamu kesiminin ekonomi içindeki payının düşürülmesi ve özelleştirmelere ağırlık verilmesi,

   b)      İhracatın ulusal hedef haline getirilmesi ve ihracat yapanlara çeşitlik teşviklerin sağlanması,

   c)      Piyasa ekonomisine uyum sağlama ve dış ticareti serbestleştirme,

   d)      Fiyatlarda istikrarı sağlama ve enflasyon hedeflemesi,

   e)      “Ödemeler Bilançosu” dengesinin ve istikrarının sağlanması,

   f)       Tarım ürünleri destekleme alımlarını sınırlandırma,

   g)      Sübvansiyonların büyük bölümünün kaldırılması.

 

   Bu süreçle birlikte Türkiye, serbest piyasa ekonomisine doğru yelken açmıştır.

   1979’da DPT’de uzman iken; enflasyonun yüksek olmasını, işçi sınıfına ve emekçilere verilen ücretlerin yüksek olması nedeniyle oluştuğu tespitini yapan Turgut Özal, ekonominin başına geçince faşist diktatörlükten aldığı destekle, işçi ücretlerinin sınırlandırılmasını sağladı. Şunu belirtmek gerekir ki Turgut Özal, darbeden sonra ekonominin patronu olduğu gibi Başbakan Yardımcılığı görevini de üstlendi. Turgut Özal’ın artı-değere el koyma isteği, sanayi burjuvazisinin istekleriyle örtüşüyordu ve bu düşünce, kapitalist-emperyalist sistemin finans kuruluşları (IMF ve Dünya Bankası) tarafından destekleniyordu.

   İşçi ücretlerinin 1980’den sonra artmamasına rağmen, enflasyonun devamlı yüksek seyretmesi, Özal’ın tezini çürütürken, Türkiye’deki krizin gerekçesinin nasıl sahte olduğunu ortaya koyuyordu. Sendikaların kapatılması ve işçi sınıfının örgütlü mücadelesine katılan herkesin öldürülmesine, tutuklanmasına veya işkence görmesine yol açan bu süreç, grev yasağını ve DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) yöneticilerinin yargılanmasını da öngörüyordu. Türk-İş ise belirli ödünler karşılığı sermayenin saldırısına teslim olmuştur.

   16 Eylül 1980’de grev yasağı sebebiyle 51.000 işçiye zorunlu olarak işbaşı yaptırıldı. 1980 darbesi öncesindeki işçi sayısı 5 milyon 721 bin iken, bu sayı 1985’te 1 milyon 700 bine inmiştir. 1979’da ortalama işçi ücretleri 8,4 dolar iken, 1985’te bu rakam 4 dolara inmiştir. 1980 yılında ise ücretlerde %30,3’lük bir gerileme olmuştur.

   Sanayi burjuvazisinin istekleri doğrultusunda vergi indirimlerine gidilmesi ve parasal destekler verilmesi, ücretlerin artmasına da izin verilmemesiyle beraber uygulandığından; sanayi burjuvazisi bu dönemde muazzam derecede kazanç sağlamıştır. Özelleştirmelerle birlikte, halkın varlıklarıyla kurulan fabrikaları ve tesisleri komprador burjuvaziye devreden bu süreç, emperyalist sermayenin, Türkiye üzerindeki tam hakimiyetini sağlamlaştırmasına olanak sağlamakla birlikte, Türkiye’yi “sanayisizleşme sürecine” sokmuştur.

   Ekonomi, serbest piyasanın insafına terk edildiğinden; emeğin, sermayenin fiyatı ve dövizin fiyatı piyasaya göre belirlenmeye başlamıştır. Devletin sanayi yatırımlarından elini çekmesi ve mevcut sanayi tesislerini de elinden çıkarmasıyla birlikte, sanayi yatırımları da piyasanın insafına bırakılmıştır. Dönemin hükümetinin, KİT’lerin parasal kaynaklarını kesmesi sonucu, KİT’lerin mevcut teknolojiye uyum için yenilenme ve yeni yatırımlarla genişleme olasılığı da ortadan kaldırılmıştır.

   Türkiye’deki darbelerin genel yapısını incelediğimizde, darbelerin tümünün ABD desteği ile oluştuğunu görmekteyiz. ABD, tüm gelişmekte olan ülkelerde sanayi burjuvazisini hâkim sınıf kılmak ve serbest piyasa ekonomisini benimsetmek için darbeleri desteklemiş veya bizzat kendi piyonlarına mevcut ülkelerde darbe yaptırarak yönetimi ele geçirmelerini sağlamıştır. En son örneği de Venezüella’da, Hugo Chavez’i darbe ile yönetimden uzaklaştırması olmuştur ki, halk ayaklanarak Chavez’in yeniden devlet başkanı olmasını sağlamıştır.

   Günümüzde, Ergenekon yaygaracılığı yapan, 12 Eylül’e çanak tutan ve ayakta alkışlayan kişilerin gözlerinin içine bakarak şu soruyu sorun:

   Dünya’da ve özellikle Türkiye’de, arkasında ABD desteği olmadan bir darbe gerçekleşebilir mi? ABD ile özdeşleşen bir parti iktidardayken, ABD, başka güçlerin iktidarı ele geçirmesine olanak tanır mı? ABD ile özdeşleşen bir parti legal midir? “Sivil Darbe” şakşakçılığı yapanlar darbeci olarak nitelendirilebilir mi?

   Bakalım, ne cevap verecekler… (Bitti)

 

E.Ç

 

 [Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 13’te yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 13’ü indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

Yorumlar

12 eylül darbesinin izlerini

12 eylül darbesinin izlerini hala silemedik ne ayzııkki umaırm bir dahada böyle bir şey yaşamaz ülkemiz

bu siteyi WİKİ'den geldim

bu siteyi WİKİ'den geldim gerçekten güzel bir yazı şuandaki olayları filan hepsini çok iyi bir şekilde özetliyor. Ayrıca 80den sonra sömürülme olayı hala devam ediyor Allah yardımcımız olsun. Teşekkürler.

gerçekten çok güzel bi yazı,

gerçekten çok güzel bi yazı, teşekkürler. Her şey daha da netleşti kafamda. Emeğinize sağlık..

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.