19 Mayıs 1919, Akıntıya Karşı Kürek Çekmenin Tarihidir

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Selvihan ÇİĞDEM

Suyuna gitmek kolaydır bir şeylerin. Olana bitene karışmadan yaşamak, sessiz kalmak, görmezden gelmek, duymadım bilmiyorum diye üç maymunu oynamak kolaydır. Kendince kurduğun küçük dünyanın düzeni bozulmasın diye, küçük çıkarların uğruna suya sabuna dokunmadan kayıtsız kalma bencilliğine bürünmek çok kolaydır.

Ormanın büyüklüğü nasıl ona geriden bakılınca görülüyorsa Türkiye’nin bozukluğu da ona geriden bakılınca işte böyle görünüyor. Küçük çıkarlar, kişisel hırslar, adam sendecilik, kısa yoldan köşe olmalar, bana dokunmayan yılan bin yaşasınlar… Yarını unutup bugünün adamı olmak için yırtınmalar... Evet, ne demiştik, suyuna gitmek kolaydır! En son ne zaman başkaları için bir şeyler yapmayı düşündük? Hem de hiç görmediğimiz tanımadığımız diğerleri için? Toplu halde, örgüt bilinciyle eyleme geçip bireysel çıkarlarımızı bir yana ittik? En son ne zaman birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için diye bağırdık? Yalnızca kendi ülkende değil dünyanın bir ucunda da olsa bana gereksinim duyan birileri vardır diye var gücümüzle sarıldık işimize? Ya da ben bağırayım da sesime ses veren çıkar belki diye sessizliği bozduk? Kaç kere bala ulaşmak için arıya inat kovana çomak soktuk?

Örgütlü olmanın %47’lik dilime girme olarak anlaşıldığı dönemi yaşıyoruz. İdeolojimize uygun ya da yakın partiye oy verdik mi hem vatandaşlık hakkımızı kullandık hem de bertaraf olmamak için bir taraf olduk gibisinden örgütlü olduğumuzu düşünüyoruz. Her zamanki yaptığımız yanlışı yapıp niteliğe değil niceliğe bakıyoruz… Bu yüzden de hep kaybediyoruz.

Oysa fiziki örgütlenmeden önce gelir kafaların örgütlenmesi. Nerede olursa olsun seninle aynı ya da benzer düşünceleri savunanlar varsa yollarınızın çakışmamasına olanak yoktur. Ve kafaların örgütlü olduğu yerde mücadele vardır, haksızlığa karşı çıkış vardır, akıntıya karşı kürek çekme vardır.

Kendi suyunda akan tarihi değiştirmeye geldiği son noktadan başladılar. Nedir gelinen son nokta? “19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı!” Bizler 19 Mayıs etkinliklerini bozar dağıtırsak, arkasında yatan gerçek tarihi de kolaylıkla çarpıtırız diye düşündüler akıllarınca. Önce 19 Mayıs bayramlarından başladılar işe. Basit birer eğlence olarak tanıtmaya çalıştılar. Gençlerin giysilerine açık seçik giyinip tahrik unsuru oluşturuyorlar diye karşı çıkıldı, ardından çocukları derslerinden alıkoyuyor, zaman kaybı diye. Adı, zoraki hareketlerin yaptırıldığı basmakalıp etkinlikler oldu. En sonunda statlardan kutlamaları kaldırdılar. Amaç belli! Gelinen son noktanın arkasındaki tarihten geleceği habersiz bırakmak. Şimdi o saklı tarihe bir bakalım…

19 Mayıs 1919, Türk milletinin makûs talihi için bir milattır. Çünkü bu tarih çok zekice düşünülmüş ve öngörüyle kurgulanmış bir düşüncenin eyleme geçtiği tarihtir. İktidar yalakalığına soyunmuş çeyrek akademisyenlerin iddia ettiği gibi İstanbul’da birkaç ay yan gelip yatan Mustafa Kemal’in, macera olsun diye Samsun’a çıktığı uydurma bir tarih değildir. Mustafa Kemal Samsun’dan önce Halep ve Adana’da çeşitli görevlerde bulunduktan sonra olayları yakından takip etmek amaçlı İstanbul’a gelmiş burada altı ay gibi düşünsel hazırlık sürecinden sonra İstanbul’un işgal edileceğini ve tek kurtuluş yolunun Anadolu’da başlayacak halk direnişinde olduğunu anlamıştır. Gerçekten de İstanbul’un 13 Kasım 1918’de işgal edilmesi O’nu haklı çıkarmıştır.

Dokuzuncu Ordu Kıtası Müfettişliği göreviyle Samsun’a gelen Mustafa Kemal’den istenilenlerle Mustafa Kemal’in istedikleri birbiriyle çatışıyordu. Kaldı ki Samsun’da da hiç iç açıcı bir hava söz konusu değildi. Dr. Bilâl N. Şimşir “Atatürk Dönemi –İncelemeler-” adlı eserinde Samsun’daki durumu şu cümlelerle anlatır: “Samsun yöresinde Pontus hareketi vardı. Trabzon’dan Sinop’un batısına kadar, Karadeniz kıyılarımızı kapsayacak bölgede bir Pontus Rum Devleti kurulmak emeli besleniyordu. Bu topraklar üzerinde Rum nüfus çok azdı. Ama bir yandan buraya Rusya’dan Rum göçmenler getiriliyor, öte yandan da Türk köyleri Pontus çetelerine yakıp yıktırılarak yerli Türk halkı yerlerinden sökülüp atılmak ve Türk nüfusu azaltılmak isteniyordu. (…) Fakat Pontusçular, Türklerin kendilerini öldürdüklerini ileri sürerek bu bölgenin işgal edilmesine zemin hazırlamaya çalışmaktadırlar. (…) İngilizler Samsun tarafından Türk çetelerinin Hıristiyanlara zulüm yaptığını ileri sürmekte ve bu duruma son verilmesi isteğiyle girişimlerde bulunmaktadırlar. İşgal için İngilizlerin elinde Mondros Mütarekesi vardır. Bu mütarekenin 7. maddesi “Müttefikler emniyetlerini tehdit edecek vaziyet zuhurunda herhangi bir sevkulceyş noktasını işgal hakkını haiz olacaklardır.” diyordu. Bu maddeyi ileri sürerek İtilâf Devletleri Anadolu’nun herhangi bir yerini işgal edebilirlerdi. İstanbul Hükümeti bu işgalleri önlemek için oralarda asayişin sağlanmasını gerekli görüyordu. Bu amaçla Mustafa Kemal Paşa, geniş yetkilerle donatılmış olarak Anadolu’ya gönderiliyordu. Paşa, Samsun yöresinde ve hatta bütün Anadolu’da asayişi sağlasın ve düşman artık işgal için bir bahane bulamasın. Padişah ve hükümet vatan böyle kurtarılır diye düşünüyordu. Mustafa Kemal ve arkadaşları ise, tam tersine, vatan ancak savaşarak kurtarılacaktır, inancındaydılar. Düşmanı Anadolu’dan ve Trakya’dan atmanın başka yolu yoktu.”[1]

Bu yönden Milli Kurtuluş Mücadelesi’ne atılan bir adımdı Samsun’da. Düşüncenin artık eyleme geçme zamanı gelmişti ki öyle de oldu. Ama bu kadarla sınırlı değildi 19 Mayıs! Cumhuriyet’e giden yolun da ilk adımıydı. Yine Bilâl N. Şimşir’in aynı eserinde şunları yazıyordu:“Birinci Dünya Savaşı, Almanya, Avusturya-Macaristan ve Rusya İmparatorlukları gibi Osmanlı Devleti’ni de cansız yere serdiği halde Padişah ve Halife Vahdettin hala yerindeydi. Ama Romanov, Habsburg, Hohonzollern hanedanları arka arkaya devrilip giderken Osmanlı İmparatorluğu da artık ayakta kalamazdı. Mustafa Kemal Paşa, Osmanlı hanedanını kurtarmak amacıyla değil, kayıtsız şartsız ulus egemenliğine dayanan yeni bir Türk devleti kurmak kararıyla Anadolu’ya çıkmıştı. Kendi deyimiyle, o günkü durum karşısında “…sağlam ve gerçek bir tek karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan, tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak” idi.[2]

Anadolu’da yeni bir devlet kurmanın güçlüğünü Mustafa Kemal Söylevi’nde şu sözlerle dile getiriyordu: “Ulus ve ordu, Padişah ve Halifenin hainliğinden haberli olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği din ve gelenek bağlarıyla içten bağlı ve uysal. Ulus ve ordu, kurtuluş yolu düşünürken bu atadan gelen alışkanlık dolayısıyla kendinden önce yüce halifeliğin ve padişahlığın kurtuluşunu ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız bir kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinden yoksun… Bu inançla bağdaşmaz oy ve düşüncelerini açığa vuracakların vay haline! Hemen dinsiz, vatansız, hain, istenmez olur.”  Ortam böyle ve halk henüz başka yönetim anlayışlarına kapalı iken yeni bir devletten söz etmek o an için olanaksızdı. Mustafa Kemal “Devletin yönetimini, cumhuriyetten söz etmeksizin, ulusal egemenlik ilkesine uygun olarak her gün cumhuriyete doğru yürüyen bir biçimde derleyip toparlamaya çalışıyorduk” der.

Bu yönde atılan adımlarla gerçekleştirilen Amasya Genelgesi ile Erzurum ve Sivas Kongreleri’nin ortak düşüncesi “millet iradesi” üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu düşünce yurt içinden önce yurt dışında yankı uyandırmıştı. Paris’in ünlü Le Temps gazetesi, 24 Ağustos 1919 tarihli sayısında, “Mustafa Kemal’in Anadolu’da bağımsız bir cumhuriyet kurabileceğini” yazmıştır. Sivas Kongresi üzerine, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserliği de Türk Milli Mücadelesi’ne tam isabetli teşhisi koymuştur. Yüksek Komiser Amiral Sir J. de Robeck, 17 Eylül 1919 günü hükümetine çektiği resmi telgrafta, “Alınan bütün haberler şunu gösteriyor ki bu hareket (Türk Milli Hareketi) hazımsız bir Anadolu Cumhuriyetine doğru hızla ilerliyor.”[3]

23 Nisan 1920’de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi de Anadolu’da henüz adı konmamış yeni bir devlet yönetimine işaret ediyordu. Bu devlet yönetimi de kayıtsız şartsız ulus egemenliğine dayanıyordu.

19 Mayıs’ın taşıdığı bir diğer anlam “mazlum milletlerin kurtuluşuna doğru bir adım” olmasıdır. Atatürk, 7 Temmuz 1922 günü yaptığı konuşmasında Türk Kurtuluş Savaşı’nın aynı zamanda Asya ve Afrika uluslarının kurtuluş savaşı olduğunu belirtir: “Türkiye’nin bu günkü mücadelesinin yalnız Türkiye’ye ait olmadığını bütün arkadaşlarımız ifade etmiş iseler de, bunu bir defa daha teyit etmek lüzumunu hissediyorum. Türkiye’nin bu günkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azîm ve büyük bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün Şarkın dâvasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan Şark milletleriyle beraber yürüyeceğinden emindir. Türkiye, şimdiye kadar mevcut tarih kitaplarının icabatını değil, tarihin hakiki icabatını takip edecektir. Biz… yeni bir tarih yazacağız.

Mustafa Kemal Samsun’a çıktığında, Batı sömürgeci Doğu ise sömürgeydi. Reform ve Rönesans’ı yaşayan Sanayi Devrimini gerçekleştiren Batı, Doğu’dan yüzyıllarca daha ileri seviyedeydi. Batılı ülkeler sanayileşmiş, kalkınmış, sanayilerinde kullanmak üzere hammadde arayışına girmişler; bunun için de rotalarını Doğu’ya çevirmişlerdi. Efendi olan Batı, Doğu’yu kendine kul ve köle olarak görmekteydi. I. Dünya Savaşı’ndan sonra sömürgeleştirme süreci sona yaklaşıyordu. İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Belçika, Hollanda, yarışa sonradan katılan Almanya ve İtalya boyunduruğu altındaki sömürgeler 150’ye ulaşmıştı. 1919’da sömürgeleştirme sırası Türkiye’ye gelip dayanmıştı. Doğu ile Batı’nın arasında tampon olan Türkiye, Batı için son engel, Doğu içinse son kaleydi. Son kale de kaybedilirse Asya ve Afrika’da sömürge düzeni son hızına erişecekti. Eğer Batı yenilirse sömürge imparatorluklarının sonu, doğunun yeniden doğuşu olacaktı. İşte Mustafa Kemal Batı’nın planını suya düşürerek “mazlum milletler”in yazgısını değiştirmişti.

Öte yandan Doğu’nun ezilen halkları, Atatürk’ün deyimiyle “Mazlum Milletler”, Türkiye’nin kurtuluş davasını kendi davaları gibi benimsediler, alkışladılar ve desteklediler. Özellikle Hindistan yarım kıtası, yani bu günkü Pakistan, Hindistan ve Bangladeşi kapsayan yarım kıta halkları adeta seferber oldular. Mustafa Kemal’e gönderilmek üzere “Ankara’ya Yardım Fonu” adı altında para topladılar. Kurtuluş Savaşı için de Hindistan’dan Türkiye’ye toplam 675.494 Türk lirası tutarında 106.400 İngiliz lirası gönderildi. Hindistanlılar bu kadarla da kalmadılar, seslerini Londra’ya da duyurmaya çalıştılar. “Türkiye için adalet” sloganıyla yürüyüşler, toplantılar, açık hava mitingleri yaptılar. Kararlar aldılar. İngiliz makamlarını sıkıştırdılar. Türkiye’ye arka çıktılar. Hindistan Kongre Partisi, Türkiye’nin savaşı bizim de savaşımızdır, diyordu. Gandhi, “Türkiye’yi yok edilmekten kurtarmak için elimizden geleni yapmalıyız” diyordu. Hindistan Kongre Partisi, Sakarya Zaferi üzerine Mustafa Kemal Paşa’yı kutladı. Gandhi’nin başkanlığında toplanarak şu kararı aldı:

“(Kongre), Mustafa Kemal Paşa’yı ve Türkleri büyük başarılarından dolayı kutlar, Hint halkının sevgilerini kendilerine sunar, Türkiye’nin bağımsızlığının korunması yardımlarını sürdüreceğini belirtir.”[4]

Hindistan’da Mustafa Kemal’e ve Kurtuluş Savaşı’na güçlenen destek İngiliz sömürgeciliğine karşı bir başkaldırıya dönüştü. Doğu’nun kahramanı gözüyle bakılan Mustafa Kemal önderliğindeki Bağımsızlık Savaşı, Doğu’nun ezilen tüm ulusları için örnek oldu.

Atatürk, Mart 1933’te şöyle diyordu:

“Şark’tan şimdi doğacak güneşe bakınız. Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün şark milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. İstiklâl ve hürriyetlerine kavuşacak olan çok kardeş vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki terakkiye ve refaha müteveccih olacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün manilere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbale ulaşacaklardır. Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerine milletler arasında renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve iş birliği çağı hâkim olacaktır.”

Atatürk zamanında yeryüzünde bağımsız devletlerin sayısı 50 kadardı, bugün 200. Son yarım yüzyılda 150 kadar devlet bağımsızlık kazanmıştır. Bunların hepsi Atatürk’ün önderliğindeki Türk Kurtuluş Savaşından etkilenmişlerdir. Başka bir deyimle, Türk Kurtuluş Savaşı, Mazlum Milletlerim bağımsızlık çağını başlatmıştır. 19 Mayıs 1919 bu yeniçağın ilk adımı olmuştur.[5]

Bir önemi daha var ki bugünün; o da kendi doğumunu ulusunun kurtuluşu ile özdeşleştiren ve bir örneği daha bulunmayan lider Mustafa Kemal Atatürk’ün doğum günüdür. Tüm yaşamını, varlığını ulusuna adayan önder, ancak bu anlamlı günde doğabileceğini tüm dünyaya duyurmuştur.

Bu yüzden içine 19 Mayıs 1919’u sindiremeyenlerin ellerindeki son koz, bu anlamlı güne yasak koymaktı. Ama 19 Mayıs’ta sadece Türkiye değil sınırlar ötesinden gelen dünyanın çeşitli ulusları da bizimle bu anlamlı günü kutladı. Tüm yasak ve sansürlere karşı 19 Mayıs’ta yüz binlerce genç “Yaşasın 19 Mayıs” diye bağırdı. Tunus’un Kemalistleri gibi ezilen ulusların Kemalist ideolojiye sahip çıkan gençleri kol kola yürüdü. Tarih tekerrür etti 93 yıl sonra... Aynı yasaklar Mustafa Kemal Samsun’a çıkınca da konulmuştu. En büyük yasak da emperyalizme karşı durmaktı. İşte bu yüzden yazının başında dediğimiz gibi 19 Mayıs 1919, suyuna gitmenin değil, akıntıya karşı kürek çekmenin tarihidir, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Genlik ve Spor Bayramı da akıntıya karşı kürek çekenlerin bayramıdır!

           

 

Selvihan ÇİĞDEM

iletisim@politikadergisi.com

[1] Bilâl N. Şimşir, Atatürk Dönemi İncelemeler, Kurtuluş Savaşı’nın Başlangıç Tarihi, syf. 10-11, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2010.

[2] Bilâl N. Şimşir, Atatürk Dönemi İncelemeler, Kurtuluş Savaşı’nın Başlangıç Tarihi, syf. 12-14, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2010.

[3] Bilâl N. Şimşir, Atatürk Dönemi İncelemeler, Kurtuluş Savaşı’nın Başlangıç Tarihi, syf. 14, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2010

[4] Bilâl N. Şimşir, Atatürk Dönemi İncelemeler, Kurtuluş Savaşı’nın Başlangıç Tarihi, syf. 18-19, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2010.

[5] Bilâl N. Şimşir, Atatürk Dönemi İncelemeler, Kurtuluş Savaşı’nın Başlangıç Tarihi, syf. 19-20, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2010

 

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.