AB’nin Türkiye Değerlendirmesi

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

 

16-17 Aralıkta yapılacak olan AB Devlet Başkanları Konsey toplantısı için hazırlanan AB’nin Türkiye raporu yavaş yavaş şekil almaya başladı.
AB dönem başkanlığını yürüten Belçika, AB Dışişleri Bakanları Konseyi çerçevesinde dün, üye 26 ülke ile birlikte Türkiye’nin katılım müzakerelerinin değerlendirilmesi sonrasında üçüncü sonuç bildirgesi taslağını sundu.
Bu taslağın içinde “Rekabet” başlığının açılması konusu var.
Söz konusu başlık, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tek taraflı bloke ettiği Türkiye’nin altı başlığı içerisinde değil.
Ve Rum tarafı bu başlığın da açılmaması için elden geleni yapıyor, perde arkasından da her tür dümeni çeviriyor.
Rum Dışişleri Bakanı Markos Kiprianu, “Kıbrıs Rum Cumhuriyeti”nin Türkiye tarafından tanınması gerekliliğine ilişkin açık ve net bir cümleyi kararın içine koydurtmaya çalışıyor.
Bu cümlenin veya bu konunun “Rekabet” başlığı ile uzaktan yakından pek bir ilgisi ve bağı yok ama bu yönde ikili görüşmeklerini tüm ülkelerle sürdürüyor. “Kandırabilirsem ne ala, kandıramazsam seneye” niyeti ile bıkmadan usanmadan tüm üye devletlerin dış işleri bakanları ile görüşüyor.
Rumlar belli ki adaya hâkim olmak, adanın mutlak idaresini ele geçirmek ve Türk askeri Türkiye’ye geri göndertmek için tüm umutlarını Türkiye-AB müzakerelerine bağlamışlar.
Bu süreç içinde Türkiye’yi köşeye sıkıştırmayı ve ileriye doğru atılacak her adımda Türkiye’den Kıbrıs konusunda, mülkiyet, toprak düzenlemesi, Yönetim, Garantiler gibi sürdürülmekte olan müzakerelerin en hassas ana başlıklarında tavizler koparmayı hedeflemişler.
Rumların bu tür girişimlerini, Lizbon Anlaşmasının yürürlüğe gireceği 1 Kasım 2014 tarihine kadar gittikçe artan bir dozda sürdürecekleri kesin. “1 Kasım 2014’ten sonra ellerine hiçbir koz kalmayacak, AB içinde esameleri bile okunmayacak. Ne başlıkların açılmasını tek başlarına “Veto” edebilecekler ne de her istediklerini Avrupa Birliğine yaptırabilecekler. Belli ki bunun telaşı sarmış kendilerini.
Madalyonun bir de öbür yüzü var.
Buraya kadar yazdıklarım madalyonun Avrupa Birliği tarafına dönük yüzüydü.
Bir de Türkiye’ye dönük yüzü var bu madalyonun.
Türkiye’nin siyasileri ve Türk halkı, Avrupa Birliği’ne eskisi kadar sıcak bakmıyor artık.
Türkiye, AB’nin içinde bulunduğu bu koşullar altında AB’ye girmeye çok da arzulu değil. Dünyanın geri kalan dört kıtasında iflas eden ve batan ülkeler bulunmazken Avrupa Birliği içinde bir tanesi moratoryum ilan etmiş, biri batmış, üç tanesi batmak üzere olan ve geri kalanlarda da işsizliğin tavan yaptığı sıkıntılı bir durum var. Geleceği pek de parlak gözükmüyor AB’nin.
Türkiye ise Balkanlar, Kafkasya ve Orta Doğu üçgeninin ekonomik ve politik lideri. Bu bölgelerde AB’nin etkisi neredeyse Türkiye’ninkinin dörtte birinden bile az. Bu bölgeler girebilmek için AB Türkiye’ye gerek ekonomik, gerekse de politik olarak muhtaç.
Bu gerçekleri İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt, İtalya Dışişleri Bakanı Franco Frattini, İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague ve Finlandiya Dışişleri Bakanı Alexander Stubb, International Herald Tribune ve New York Times gazeteleri için yazdıkları makale dün dile getirdiler.
Makalede “Türkiye'nin, başka hiçbir ülkeye benzemeyen şekilde, Avrupa'nın, Uzak Doğu'dan Akdeniz'e kadar yayılan güvenlik, ticaret ve enerji ağlarındaki çıkarlarını ilerletme yeteneğine sahip olduğu gerçeğini hatırlamamız gerek” denilerek, Türkiye'nin dünya sahnesinde etkili bir aktör olarak önemli düzeyde “yumuşak ve güvenilir bir güce” sahip olduğu, ekonomisinin bu yıl yüzde 5’den fazla oranda büyümesinin beklendiği vurgulandı ve Avrupa bölgesindeki ekonomik büyüme ortalamasının ise yüzde 1 olduğu hatırlatıldı.
Daha da önemlisi söz konusu makalede OECD’nin tahminine göre Türkiye'nin 2050 yılında Avrupa’nın en büyük ikinci ekonomisi olacağı da dile getirildi.
Madalyonun bir yüzünde, Rumların fırsat düşkünlüğü ve AB’yi kendi çıkarları için tepe tepe kullanma niyetleri görülürken, diğer yüzünde de çok değil, birkaç on sene sonra aynı Rumların Türkiye’nin kulu kölesi olacakları görülmekte.
Kıbrıs konusunda üç sene daha beklemek, geriye dönüp 42 yıldır sürdürülen müzakerelere baktığımızda, önemli bir kayıp olmayacaktır.
 
Prof.Dr. Ata ATUN
ata.atun@PolitikaDergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.