AKP, PKK ve Barzani İttifakı

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

İmralı'da mahkûm olan terörist başı Öcalan üzerinden PKK ile AKP hükümeti arasında görüşmelerin devam etmesi ve de bunun şimdi kamuoyuna “teröre son çare” olarak deklare edilmesi yeni yıl ile birlikte ülkemizde tartışılan en önemli siyasi konulardan birisidir.

Bu konuda “Politikadergisi” yazarlarından Sayın Cem Osman TAMTÜRK’ün Hükümet-PKK Görüşmelerinin Perde Arkası..” başlıklı yazısı dikkat çekicidir. Ben de bu konuda onu destekleyen bir katkı yapmak istedim.<?xml:namespace prefix = o />

Aslında bu görüşmeler ve müzakereler yeni bir süreç değildir. Başbakan Erdoğan üstüne basa basa bunun “yeni bir süreç" olmadığına işaret etmiştir.

Süreç yeni olmamakla birlikte bu sürecin yeni olan tarafı veya en ilginç yönü; bu sürecin bu denli açıkça kamuoyuna deklare edilmesinin zamanlamasıdır! AKP iktidarı, yandaş basın ve tüm iktidar tarafları konuya adeta “terörü önleyecek en son çare” havasıyla balıklama atlamışlardır.

Buradaki ana soru; bu görüşmelerin gerçek amacının ne olduğunu bir kenara bırakırsak, madem devlet MİT üzerinden uzun zamandır Öcalan ve hatta Kandil’deki PKK yöneticileriyle görüşüyordu da neden Başbakan bunu kamuoyuna yeni bir "Açılım" imiş gibi şimdi sunmaktadır?

Bu konuda ana muhalefet partisi CHP'nin lideri Kılıçdaroğlu’nun da sanki bu görüşmeler hükümetin terör sorununa kökten çözüm arayışı imiş gibi bir değerlendirme yaparak ona şartlı destek vermesi ise başlı başına başka bir tartışma konusu.

Aslında AKP hükümeti, kendilerinin de itiraf ettikleri gibi, PKK ve teröristlerle sürekli diyalog ve müzakere halindedir. Ancak geçmişte bu diyalog ve müzakerelerin hedefi, ülke çıkarına uygun olarak hiçbir zaman terör sorununa köklü bir çözüm olmamıştır. Tam tersine geçmişteki bu tip diyalogların hedefinde hep; AKP ve R.T. Erdoğan egoist bir siyasetle salt kendi partisinin ve iktidarının çıkarları ve güvenliği olmuştur. Bu konuda AKP, PKK’yı boş vaatlerle aldatıp sık sık oyuna getirmiş; onu “Eylemsizlik” durumuna sokarak seçimleri ve referandumları terör eylemlerinin olmadığı, şehit cenazelerinin kalkmadığı bir siyasi ortamda yapmayı başarmıştır.

AKP ve lideri Başbakan Erdoğan şimdi “PKK’ya Silah Bıraktırma” iddiasıyla bu diyaloğu sürdürdüğünü söylemektedir. Sayın Cem Osman TAMTÜRK yazısında PKK’nın devlet ve toplumdan hiçbir taviz almadan silahları bırakmayacağını çok yerinde argümanlarla işlemiştir. Benim onun argümanlarına katkım; AKP ile PKK arasındaki bu diyaloğun nedeni sadece bir iç siyaset meselesi olmadığı, gerçekte bu görüşmelerin arka planında daha çok ekonomik ve mali politikaların büyük rol oynadığına dikkat çekmektir.

Elbette bu süreçte iç siyaset büyük rol oynamaktadır. Türkiye’de önümüzdeki 18 ay içinde üç büyük seçim var. Büyük ihtimalle bir “Yeni Anayasa” Referandumu bu sene gündemdedir. Önümüzdeki yıl Mart ayında yerel seçimler ve nihayet Ağustos ayında Devlet Başkanlığı Seçimleri var. Bütün bu seçimleri AKP’nin başarıyla sonlandırabilmesi için, geçmişte olduğu gibi, terörün geçici de olsa susması gerekmektedir.

Ancak PKK ve onun lideri Öcalan artık AKP’yi az çok tanımış olmaları gerekir. Onun ne kadar üçkâğıtçı, entrikacı, ikiyüzlü bir politika yaptığını kendi acı deneyleriyle bilmeleri gerekir. Buradan çıkarılacak en mantıklı sonuç, bu defa PKK’nın asla tavizsiz AKP’ye kanmayacağıdır! Sayın Cem Osman TAMTÜRK makalesinde bu tavizin Yeni Anayasa ile olacağına işaret etmektedir.

Ben bu süreci analiz ederken daha çok AKP iktidarının ekonomi ve dış politik boyutuna değinmek istiyorum. Dış politikada AKP hükümeti resmen çıkmaza girmiştir. Suriye’de umduklarını bulamamış, bütün komşularla ülkemizin arasını açmıştır. Yani giderek Erdoğan’ın Yeni Osmanlı rüyası bir sabun köpüğü gibi uçup gitmekte, artık iktidarını ne pahasına olursa olsun korumak için son çareler aranmaktadır. Bu bağlamda başat rolü ekonomi ve mali politikalar oynamaktadır. AKP’nin Barzani ve PKK ile ittifak kurması, Türkiye’deki iktidarını ayakta tutmak için son çaresi olmaktadır.

Kısaca demek istediğim AKP’nin PKK ve lideri Öcalan ile görüşmelerine devam etmesi sonuç itibariyle yine ülke çıkarına terörü durdurmak için değil, kendi iktidarını kurtarmak içindir. Nasıl mı?

***

Geçen hafta Amerikan Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke, Amerikan ekonomisinin hâlâ kırılgan olduğunu ve geleceğin olağandışı bir şekilde belirsiz olduğunu söyleyerek para politikasında koşullu faiz politikasına dönüleceğinden söz etti.

Dünyanın neredeyse dörtte bir ekonomik gücüne sahip ABD 2007/2008 büyük mali ve ekonomik krizden halen kendisini kurtarmış değildir. Ekonomik durgunluk ve işsizlik ABD ekonomisinin en önemli iki sorunudur. ABD Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke, uzun zamandır bu ekonomik durgunluğu aşmak için dünya parası olan doları durmadan basarak iç ve dünya piyasasına bol miktarda ucuz dolar sürdü. Bu bol para politikası, ABD'nin içinde ekonomiyi ve üretimi istendiği gibi canlandırmadı, çünkü basılan bu dolarlar sıfır denecek kadar düşük faizler nedeniyle finans kurumları tarafından ABD dışındaki ülkelere yüksek faiz veya getiri sağlamak için akıtıldı.

Ben Bernanke'nin bu çok düşük faizle bol para politikasından en çok ekonomilerini yabancı "Sıcak Para"ya bağlayan ülkeler yararlandı. Çünkü ABD bankalardan sıfır faizle alınan krediler Türkiye'nin kısa vadeli portföylerinde daha yüksek rant sağlıyordu. Bu sıcak paradan AKP hükümeti de yeterince payını aldı ve o bilinen büyük hizmetlerini(Duble Yollar, Kentsel Dönüşüm vs.)  yaptı.

Ancak şimdi görülüyor ki ABD Merkez Bankası ucuz bol dolar politikasını değiştiriyor. Uzun zamandır durgunluk yaşayan ABD ekonomisini canlandırmak için Ben Bernanke en büyük umudunu ABD'nin ihracatını artırmasına bağlamıştı. Fakat bu konuda dünya piyasası daha çok Çin ve Almanya'nın kontrolünde olduğu için ABD pek te başarılı olamadı. ABD Merkez bankası şimdi de iç piyasasını canlandırmaya çalışarak durgunluğu aşmak istiyor. Çaresi ise deflasyonla mücadele!

Yani ucuz bol para politikasına elveda diyecek! Ben Bernanke'nin bu para politikası en çok ülke ekonomi kaynaklarını "Sıcak Paraya" bağlayanları vuracak. Bunların arasında ülkemiz Türkiye de var. Türkiye her sene ortalama % 6-7 cari acık vermektedir. Bu açığı AKP hükümeti hep sıcak para ve borç para ile kapatıyordu. En büyük cari açık kaynağı ise enerji (petrol ve doğal gaz) ithalidir.

Görülüyor ki AKP için artık bu kaynak kurumaya başlıyor.

Ayrıca Türkiye'ye sadece "Sıcak para" akışı durmayacak; bir de "Kayıt Dışı" para akışı da duracaktır. Çünkü her sene AKP hükümetinin elini ve bütçesini güçlendirmek için Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Bahreyn vs. gibi Sünni Arap petrol zengin şeyhlerinden gelen paralar da artık suyunu çekeceğe benziyor. Nedeni ise Türkiye’ye el altından sokulan bu petrol dolarları AKP'nin Suriye politikaları için aktarılıyordu. Suriye ise artık AKP için ümitsiz bir vaka olmuş durumda! AKP ve Erdoğan’ın da buradan da nasibi kesilecek gibi. Suriye’de Sünni Arapların istediği sonuç alınmazsa eğer Arap şeyhleri niçin Türkiye’ye para getirsinler ki?

Ülke içinde ise AKP iktidarı, 80 sene bütün cumhuriyet hükümetlerinin yaptıkları stratejik önem taşıyan tesisleri bir miras yedi edasıyla satmıştır. En son oto yolları ve köprüleri de sattıktan sonra artık öyle büyük para edecek pek fazla tesis de kalmamıştır. Kısaca AKP iktidarının kaynakları kurumaktadır.

AKP hükümetinin ekonomik büyüme modeli yabancı sıcak ve kaçak paraya ve de kamuya ait hazır tesislerin satışından elde edilen kaynaklara dayanıyordu. İşte şimdi bu modelin sınırına gelindi. Sizin anlayacağınız; AKP iktidarının devamı için bir biçimde cari açığın kapatılmasına, öyle veya böyle, yani ne pahasına olursa olsun başka kaynakların bulunmasına büyük ve acil ihtiyaç var!

Ve AKP iktidarı bu kaynağı şimdilik bulduğuna inanıyor!

Kerkük ve Musul petrolleri.  

Kerkük ve Musul petrolleri bilindiği gibi komşu Irak halkınındır. Emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) uygulamaları dâhilinde; 1991 I. Körfez Savaşı ve arkasından 2003 Irak işgaliyle Irak’ın Kuzeyinde zorla ve yapay olarak Barzani yönetiminde Özerk bir Kürt bölgesi oluşturulmuştur. Şimdi bu Irak’ın kuzeyindeki Özerk Kürt yönetimi üzerinde bütün Irak halkının hakkı olan bu petrolleri resmen gasp edip Türkiye üzerinden dünyaya pazarlamaktadır. Bu işte sadece Türkiye’nin değil, aynı zamanda PKK’nın da büyük karı var!  

Yarap bize bir çare” diye yeni kaynak arayışında olan AKP, Barzani’ye koştu. Zaten onunla efendisi ABD’nin emri üzere çoktan içli ve dışlı idi. Son AKP kongresinde Erdoğan kendi delegelerine Barzani'yi kürsüye alarak "Türkiye Seninle Gurur Duyuyor" sloganlarını bağırdılar. Çünkü AKP'nin ve lideri R.T. Erdoğan'ın bütün derdi Ucuz petrol elde etmek idi! Anlaşılan Barzani ile işi iyi pişirmişler. Bu bağlamda benim aklıma hemen geçen ay Enerji Balkanı Taner Yıldız’ın uçağına merkezi Irak hükümetin neden Erbil'e iniş izni verilmediği sorusu takıldı!

Bu yeni senenin başından itibaren ülkemizde, son yıllarda durmadan artan benzin ve enerji fiyatlarının birden bire ucuzlaması dikkat çekici! Acaba neden? Biz söyleyelim: Çünkü AKP hükümeti, iyi komşuluk ilkelerine aykırı olarak merkezi Irak hükümetini pas geçip Barzani tarafından Türkiye üzerinden uluslararası pazarlanan petrole göz yummakta daha doğrusu onunla işbirliği yapmaktadır. Böylece, anlaşıldığı kadarıyla kendisi de büyük cari açığa neden olan petrolü Barzani’den çok ucuza kapatmaktadır.

Ancak AKP’nin cari açığının kapatmasına hizmet eden bu ticaret büyük bir  risk, hatta denebilir ki bir büyük savaş riski taşımaktadır.

Geçtiğimiz yılın Kasım ayında Irak'ta Barzani'nin Peşmerge Kuvvetleriyle Irak Orduna bağlı ve yeni kurulan Dicle Ordusuna ait kuvvetler arasında sonu ölümle biten çatışmaların olduğu haberi geldi. Bu çatışmalar bağlamında PKK, Barzani ile merkezi Irak hükümeti arasında bir savaş olursa, PKK'nın Barzani güçlerinin yanında savaşa gireceğini ilan etti.

Çatışmanın arka planında yatan neden, elbette Irak merkezi hükümetinden bağımsız hareket eden Barzani ile Irak merkezi hükümeti arasındaki ekonomik ve siyasi çıkar çelişkileridir. Çünkü Kuzey Irak'taki Özerk Kürt bölgesi yeni yılın başından itibaren bütün Irak halkının malı olan petrolü, merkezi hükümete pay vermeden ve danışmadan kendi adına Türkiye üzerinden dünya piyasasında satmaya başlamıştır. Bu durumun Bağdat'taki merkezi hükümeti çok kızdıracağı açıktır.

Bu işin sonu neye varır?

Biz söyleyelim. Bunun sonu savaşa kadar uzanır. AKP hükümeti de zaten ciddi ciddi böyle bir savaşa hazırlanmaktadır. AKP hükümeti önce Malatya’nın Kürecik beldesine NATO’nun radarlarını yerleştirdi. Arkasından Suriye’nin Türkiye’ye karşı kimyasal silah kullanabileceği bahanesiyle patriot bataryalarını 4500 yabancı askerle birlikte ülkeye çağırdı. Patriotların Kürecik ’teki radarları ve İncilik hava üssünü korumak için olduğunu artık herkes kabul ediyor.

Bütün bunları AKP, anayasaya aykırı olarak, meclisin onayını dahi almadan yaptı. Bu ara sözüm ona parlamenter muhalefetten çok cılız seslerden başka ses duyulmadı. Geçen sene NATO, Karargâhını Libya müdahalesi vesilesiyle zaten İzmir’e taşımıştı. Şimdi de askerlerini ve füzelerini içimize kadar yerleştirdi. Neden? Çünkü NATO zımnen, yani üstü örtülü olarak bizi savaşa sürüklemeye çalışıyor.

Evet, herkesin AKP hükümetinin Suriye ile savaşını beklediği bir zamanda AKP aslında Irak’a karşı bir savaşa hazırlanıyor. Irak demek İran ve Rusya demektir. Çünkü Irak merkezi Maliki hükümetinin en yakın müttefiki İran ve Rusya’dır. Maliki’nin geçen hafta Rusya’dan 4,5 milyar dolar karşılığında modern silahlar ısmarladığını bütün basın yazıyor.

AKP’nin bu savaştaki müttefikleri; Barzani, PKK ve NATO’nun 4500 askeri olabilir. Karşısındaki muhtemel düşmanı ise Irak’ın merkezi hükümetidir. Bu savaşın başlama ihtimali ise Irak merkezi hükümetinin Dicle ordusunun Barzani’ye saldırması ile olabilir. Arkasından Türkiye, ABD ile yaptığı gizli anlaşma gereği Barzani’ye askeri yardıma koşacaktır. Buna karşılık Irak ta İran’ı yardıma çağıracak ve de böylece Türkiye İran ile karşı karşıya gelecektir. Emperyalizmin tuzağı da budur!

Elbette bütün bu senaryo bir komplo teorisidir ve spekülasyondur. Fakat gerçeklerden hareket eden ve akla yatkın bir komplo teorisidir. Teoriler aslında ilerde muhtemel olabilecek olaylara dikkat çekmek için yapılır. Biz yine de büyük liderimiz M.K. Atatürk’ün bu gibi durumlar için öngördüğü ilkeyi anımsayalım. “Yurtta Barış, Dünyada Barış!” Vatan ve namus savunması hariç hiç bir şey savaşı mazur gösteremez!

 

Mehmet ÇAĞIRICI

mehmet.cagirici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.