"Amerikan Büyükelçisi Haddini Bilmelidir"...

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin “İç İşlerimize” yönelik açıklamalarda bulunması, siyasî iktidar kanadında da, muhalefet kanadında da yankı buldu ve paralel olacak şekilde, kimi zaman salvo, kimi zaman destek mahiyetinde karşı deklarasyonlarla bu durum, bir polemik formuna dönüştürüldü. Siyasi iktidar cenahından bu açıklamalara, daha çok eleştiri mahiyetinde geribildirimler yapıldı.

Özellikle, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Sayın Hüseyin Çelik, Amerikan Büyükelçisini, “Hadsizlikle ve iç işlerimize” karışmakla eleştirdi ve eleştirinin “Tonu” sertti. Aslına bakılırsa, hükümet tarafından yapılan açıklamalar, daha çok “Eleştirel ve Tenkit” boyutundaydı. Muhalefet tarafı ise, açıklamaları, daha çok kendi anlamaları gerektiği şekilde algıladı ve yorumladı.

Amerikan Büyükelçisi bakalım neler demişti:

“Çok uzun süredir hapiste olan milletvekilleri var, bazıları belirsiz suçlarla hapiste tutuluyorlar. Kendilerine ülkeyi koruma görevi verilen askeri liderler, sanki teröristmiş gibi hapisteler. Profesörler var. Eski YÖK Başkanı, hakkındaki 16 yıl önce görevdeyken yaptığı çalışmalarla ilgili belirsiz suçlamalarla demir parmaklıklar ardında tutuluyor. Harçları protesto için barışçı gösteri yapan öğrenciler hapiste. Eğer bir yargı sistemi bu sonuçları doğurursa ve bunun gibi insanları teröristlerle karıştırırsa, Amerikan ve Avrupa Mahkemeleri'nin buna karşılık vermesi zor olur.”

Amerikan elçisinin bu açıklamaları üzerine, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, karşı bir açıklama/değerlendirme yapmıştı:

“ABD Ankara Büyükelçisi'ne sınırlarını hatırlattım. ABD elçisi de olsa iç işlerimize burnunu sokamaz. Anlaşılan o ki, Sayın Büyükelçi Türkçe bilmesine rağmen hala "Acemi Elçi' durumundan kurtulamamış. Umarız ki bu, devirdiğe son çam olur.//Siz önce Guantanomo'yu izah edin Dünyaya. 'Dinime tan eden bari Müselman olsa.' Önce kendine bak kardeşim.//Bunu hoş karşılamadığımızı, kınadığımızı, ayıpladığımızı ifade ediyorum. Bir kez daha söylüyorum Sayın büyükelçi haddini bilmelidir.”

Sayın Hüseyin Çelik’in açıklamalarına kesinlikle katılmaktayım. Bir ülkenin diplomatı, gazetecileri etrafına toplayarak, bir başka ülkenin içindeki sosyo-politik gelişmeler hakkında üst perdeden değerlendirebileceğimiz, ifadelerde bulunamaz.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğluna da, Sayın Ricciardone’nin açıklamaları hatırlatılıp, görüş beyanında bulunulduğunda, Sayın Kılıçdaroğlu şunları ifade etmiş:

“Bu soruyu önce ülkeyi yöneten Sayın Başbakan'a sorun. Ülkeyi hangi hale getirdiğini, neye dönüştürdüğünü herhalde kavramıştır. Bir ülkenin sorunları bir başka ülkenin Büyükelçisi tarafından dile getiriliyorsa oturup konuşmamız lazım, oturup düşünmemiz lazım. Biz bu ülkeyi yönetemiyoruz anlamı çıkıyor orada. O nedenle acaba Sayın Başbakan ne düşünüyor, önce bizim bunu bilmemiz lazım.”

* * * * *

Her şeyden önce, şahsen benim, Amerikan Büyükelçisi’nin açıklama tarzına katılmam mümkün değil. Şöyle ki, açıklamaların ihtiva ettiği şeylerin hepsi doğru mahiyettedir. Gerçekten de, ülkemizde, Demir Parmaklık Demokrasisinin tatbik edildiği söylenebilir. Birçok insan, yıllardır neyle suçlandığını doğru düzgün bilemeden, özgürlüklerinden alıkonmak vasıtasıyla, sanki zımnen de olsa bir işkenceye gark edilmekte. Ve sanırım, en büyük işkence de bu olsa gerek; ya da zulümlerin en büyüğü bu olsa gerek: Yıllarca onurla hizmet verdiğiniz bir kurumun mensubu olarak, kendilerine tevdi edilen koşulları ağır vazifeleri ifa etmekten birân olsun imtina etmeyen kâh Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları; kâh aydın titrene haiz insanlar, sevdiklerinden, işlerinden ve güçlerinden, her şeyden önemlisi, özgürlüklerinden ve temek haklarından, bir “Zan” üzerine mahrum bırakılmaktadırlar.

Bazı sitelerde bu haberin altına- Amerikan Büyükelçisinin açıklamaları- yapılan yorumları okudum. Yine, bildik manzaralarla karşılaştım. Ülkemizdeki kutuplaşma hâlinin ve ideolojik mevzilenmenin gereği olarak, yorum yapan herkes, kendi siyasal duruşuna uygun olarak bu açıklamaya yorum yapmış. Tabii ki, yorumlar, daha çok AK parti üzerinden örtüştürülmekte. Siyasî iktidara yönelmekte eleştiri okları ve bu arada bir ülkenin-yabancı bir devletin özellikle de emperyalist bir ülkenin/devletinin diplomatına neredeyse “Bravo, çakçak(hani elimizi havaya kaldırır çak çak diye bağırırız ya ondan)-diplomatını kendine payanda yapabilmekte. Ondan fikirsel olarak feyz alabilmekte. Baksana ya rezil olduk adamlara denilebilmekte. Tabii ki, bir kişi, düşüncelerini özgürce ifade edebilir ve etmelidir de. Fakat, bunun ifade ediliş biçimi ve üslûbu da, önemlidir.

Ben, gerçekten de Sayın Ricciardone’nin açıklamalarını, doğrusunu söylemek gerekirse, pek devletadamlığı tutumuyla bağdaştıramadım. Biliyorsunuz; bu tip açıklamaları, sadece Amerika Birleşik Devletleri’nin yetkilileri değil, Avrupa Birliği’nin Türkiye temsilcileri de, âdeta Türkiye’nin sömürge valileri şeklinde yapmakta(idi). Geçmiş dönemlerde hiçte şık olmayan üslûp ve tarzda açıklamalara, AB yetkililerinin ağızlarından şahit olmuştuk. Tekrar etmem de fayda olabilir; Sayın Ricciardone’nin açıklamalarının muhteviyatına katılmamak mümkün değil; ama bir okuyucu yorumunda da belirtildiği gibi, “Açıklamalar doğru ama yapan ağız yanlış”(?)

* * * * *

Son günlerde takip edebildiğiniz kadarıyla, ülkemizde, “Millet”-“Ulus”-“Milliyet” kavramları üzerinden bir tartışma yürütülmekte. Esasında, insanların esas tepki vermeleri gereken durum budur, bir diplomat ülkemizin iç işlerine yönelik değerlendirmelerde bulunuyor, ülkemizdeki eli kalem tutan, kafası çalışan insanlar da, yaşanana, sadece “Particilik” ve “İdeolojik mesafeden” bakıyor. Milliyetçilik ve bir millî refleks gösterilecekse, esas burada gösterilmelidir. Bakıyorum bu durum da bile insanlar, daha çok particilik zırhına bürünerek, tepki gösterme yoluna gitmekte. İşbaşında AK Parti hükümeti olduğundan ötürü, “Aman(burada a harfi veya n harfi uzatılır.) Amerikan Büyükelçisi ne güzel söyledi, iyi benzetti bu yobazları, gericileri” sığcılığından bir milim ileriye gidemiyoruz. Acaba, işbaşında Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurduğu bir hükümet olsaydı da, yine böyle hükümranlığına müdahale anlamına gelecek bir açıklama bütünlüğüne, cevval bir biçimde sahip çıkılır mıydı? Yazdıkları makalelerde neredeyse her paragrafına, “Emperyalist Amerika ve AB// Emperyalist ülkeler, Türkiye’yi sahada mağlup edemeyince masabaşı oyunlarıyla dize getirmeye çalışıyor//Türkiye, emperyalist ülkelerin tezgâhladı büyük bir tertiple karşı karşıya// Amerika ve işbirlikçisi AB bloğu ülkeler, yeni emperyalist kapitalist ekonomik yöntemle, ulus devletleri, “Yeni Dünya Düzenine” entegre etmeye çalışıyorlar(Daha farklı cümleler yazılarak örnekleme uzatılabilir.)” bu ve bunun gibi cümlelerle başlayanların, bence, bu gibi gelişmelerde, daha “Genel Bir Duruş” sergilemeleri gerekir.

Montaigne, denemelerinin “Konuşma Özgürlüğü” bölümünde şunları yazmıştır:

“Zorbalığın her çeşidinden ister sözle, ister davranışla olsun, nefret ederim. Düşüncemizi duygu yoluyla aldatan gösterişlerle arama her zaman mesafe koymuşumdur. Üstün sayılan insanlara yakından bakınca anladım ve gördüm ki çoğu senin benim gibi insanlar. (. . .)Melanthius’a, Dionysios’un bir tragedyası hakkında ne düşündüğünü sormuşlar. ‘Laf kalabalığından tragedyayı göremedim ki’ demiş. Onun gibi, büyüklerin nutukları üstüne hüküm verecek olanlar da şöyle diyebilirler: ‘Bu kadar ciddilik, büyüklük, şatafat içinde sözlerinin gerçek anlamı anlaşılmıyor ki.’ Bilgiçlik, çok yüksek mevki ve ünlerle de bir araya geldi mi, büsbütün tehlikeli oluyor. Geçen gün bir yerde ünlü bir adam, masasında rahat rahat konuşulan önemsiz bir konuya karıştı ve söze söyle başladı: ‘Kim böyle düşünmüyorsa yalancıdır, cahildir...’ İnsan düşüncesi böyle bir yola saptı mı hançerinizi hazırlayın ve tetikte durun.” [1]

Senin ve benim gibi insanlar/bu ülkenin vatandaşları, memleketimizde ne olup-bittiğini bilmiyor mu? Ülkemizde insanların, daha yazılamamış bir kitaptan ötürü cezaevinde misafir edildiğini, gazetecilik nosyonunun yine bizzat meslektaşları tarafından negatif psikolojik propagandayla yerle yeksan edilmeye çabalandığını, bizler, garip insanlar bilmiyor muyuz? Pekâlâ, bir diplomat, ülkemizdeki gelişmeler ve yaşananlar üzerine kişisel düşüncelerini serdetmiştir ve basın mensupları da, bunları kamuoyuyla paylaşmıştır.

Sayın Ricciardone’nin şu cümleleri ne anlama gelmekte: “(. . .) Eğer bir yargı sistemi bu sonuçları doğurursa ve bunun gibi insanları teröristlerle karıştırırsa, Amerikan ve Avrupa Mahkemeleri'nin buna karşılık vermesi zor olur.”

Sayın Ricciardone, bu cümleleriyle ne demek istemiş olabilir? Bizim ülkemizde sürdürülmekte olan mahkeme safahatlarının veya yargılama usullerinde meydana çıkan aksaklıkların ya da yargılama sistemindeki aksaklıkların, yavaş ilerlemenin, yargılama sürecinden nihayete geçme evresinin ağırlığının; bu sayılanların hangi birinin, Amerikan Mahkemeleriyle bir alakası olabilir?

* * * * *

Bir başka nokta ise, acaba “Mütekabiliyet” düsturundan hareketle bir Türk diplomat, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Amerikan iç işlerine yönelik bir açıklamada-Eleştiri, tavsiye, telkin- bulunabilir mi? Sizce, bir Türk Büyükelçisi, Amerika’da, Amerika’nın politikalarına yönelik, özellikle de dış politikasına yönelik bir değerlendirmede bulunsa, ne olur?

Mesela şöyle dese: “Sizler, kendinizin yaşadığı toprakları, medeniyet abidesi olarak görmekte ve “Fırsatlar Ülkesi” olarak addetmektesiniz, yine ifade özgürlüğünüzden ve demokrasinizden övgüyle söz edilmesine “Vesile” olmaktasınız. Ama, dışarıya yönelik uygulamalarınıza gelince; ve özellikle Ortadoğu ülkelerine yönelik politikalarınıza bakınca, hiç te “Uygar bir anlayışınızın” olmadığı dillendirilebilir, Irak’a ve Afganistan’a ihraç ettiğiniz demokrasi ve insan hakları formunu da yıllardır “Takdirle” “İzlemekteyiz...”

Ne dersiniz? Bu kadar kolay ve rahatlıkla, Amerikalı yöneticiler/politikacılar, hem de Amerikan medya mensupları etrafına alınarak, eleştirilebilinir mi?

Ezcümle, ülkemizde meydana gelen her şeye, “Particilik veya İdeolojik” gözlükle bakmayalım. Meseleleri tartışırken; alacağımız tavır ne olursa olsun, “Duygusal” veya “Ussal”, direkt önyargıdan kaçınarak ve reflekssel olmayacak formda bir duruşa yönelelim. Ülkemizde üniversite öğrencilerinin, zaman zaman provoke edilse de, barışçıl amaçlı yürüyüşler ve gösteriler düzenlediklerinde, baskıyla ve zulümle karşılaştıkları, televizyon izleyen ve gazete okuyan yurdum insanı tarafından bilinmekte/bilinebilmektedir... Hâkeza, subaylarımızın ve gazetecilerin, mahpus damının altında yıllarca özgürlüklerini ve itibarlarını bekledikleri de bilinmektedir.

Kanımca da, herkes, “Haddini” bilmek zorundadır... Bu, bir Amerikalı diplomat olsa bile...

Erhan SALMAN

Erhan.Salman@PolitikaDergisi.com

 


[1] Montaigne, Denemeler, syf 113, 114, Dionis Yayınları, 2011

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.