Batı ve İslamofobi

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Dağhan Kadim

Türkiye referandum sürecine kitlenmiş, siyasi liderler ve kurumlar referandum çalışmaları ile yoğunlaşmışken dünya 11 Eylül’ün yıl dönümü ile meşguldü. Olayın yaşandığı ABD’de anmanın ötesinde bir takım şiddet eğilimleri göze çarpar nitelikteydi. Şiddet her zaman dokunsal bir cebir değil psikolojik, toplumsal bir baskının simgesel sunumu da olabilir. Örneğin; bayrak yakmak, herhangi bir inancın kutsal kitabını yakmak vs gibi daha nice sembol sayabiliriz.

11 Eylül’de yaşanan acı olay, başta islam dünyası olmak üzere “insan” kavramına sahip birçok kurum tarafından kınanmış, bir grup teröristin yaptıklarının asla bir dine, bir ülkeye mal edilemeyeceğinin de altı çizilmiştir. Fakat Batı ve ABD’de karşıt bir reaksiyon oluşmuş, başta ülke değiştirme ve vize konularında çeşitli yasal çizgiler ağırlaştırılarak müslüman olanların potansiyel suçlu ve terörist olarak algılanması başta Türkiye olmak üzere birçok ülkeyi tedirgin etmiştir.
 
Müslümanları öteleme girişimi Kur’an yakma skandalıyla ötelemeyi de geçmiş “aşağılama” ve “yoksayma” fiileri arasında yer almıştır. Ayrıca müslümanları tahrik etmek, yeni bir takım şiddet olaylarının tam ortasına çekmek istedikleri apaçıktır. Çünkü dengelerin hassas ve ince durduğu o çizgide, yapılacak herhangi bir sarsıntının, evrensel ölçütteki terör örgütü tarafından kanlı eylemlere sebebiyet vereceğini iyi bildikleri halde. Asıl üzücü olan nokta şudur ki Kur’an yakma eylemine bireysel taşkınlıkların ötesinde “dini bir temsili bulunan” ve Hıristıyanlık dünyasının en temel savunucusu olan bir Papazın yani dini bir liderin fiile önderlik etmesidir. Dini liderler çatışma ve savaş ortamlarını kullanmak ve palazlandırmak yerine, barışı ve kardeşliği yayıcı, yatıştırıcı yönleriyle, din kitaplarına ve inançlarına hizmetle mükelleftirler. Fakat Hıristıyan âlemini ele aldığımızda geçmişteki haçlı savaşlarının başı ve tetikçisi olmuş, Avrupa’daki krallıkları Vatikan çıkarları uğruna her daim birbirlerine savaştırmışlardır.
Ortaçağ’ın bitmesine Avrupalılar kadar biz de sevinmiş, Batılı din organlarının toplumsal hayattaki pençelerini çektiklerini zannederken aslında işin öyle olmadığını başta Avrupa Birliği olmak üzere ABD tarafından her daim müslümanların ötekileştirmesi ve yalnızlaştırması eğilimlerine şahit olmuşuzdur. Müslümanlar hem topraklarının işgaline maruz kalmışlar hem de tahrik dolu hareketlerle şiddetin odağı haline getirilmeye maruz bırakılmışlardır. Oysa islam genel anlamda barışı yayan ve insanı temel felsefesi haline getiren bir dindir. İslamın dünya barışına ve medeniyetine kattığı büyük harcı görmezden gelmek tarihi bir yanılgıya düşmektir. Bireysel anlamdaki şiddet eğilimlerinden ve fiillerinden ancak bireysel cezalar çıkar ancak bir kurumun, kuruluşun ve bir ülke yapılanmasının bunu üstlenmesi evrensel normlara koca bir delik açmaktır. Bu eylem insan haklarına, insan onuruna, vicdan hürriyetine, eşitliğe ve farklılıklara saygıya yapılan büyük bir ayıptır. Oysa dünyaya “demokrasi” sözcüğünü sıkça lanse etmiş ülke ABD olmuştur. Elbette Afganistan işgalini “Afganistan’a demokrasi getirme” olarak niteleyen bir devletin Kur’an yakma girişimi abes olmaktan ziyade gülünçtür.
Freud “Fobi” kavramını “bilinçaltı çatışmalar” olarak tanımlar. Freud’un tanımına katılmakla beraber ileriki yıllarda Kur’an yakma eylemlerinin artacağını işin belki cami yıkma vb eylemlere varacağını hem müslüman alemini tamamen bir terörün parçası haline getirileceği açıktır. Çünkü tüm dünya görmüştür ki ABD’nin Ortadoğu’daki işgalleri apaçıktır ve tüm foyoları meydana çıkmıştır. Bu sebeple müslümanları ne denli kitlesel olarak terör eylemlerinin odağı haline getirirlerse işgaller için o denli haklı sebepler üreteceklerdir. Geçmiş çağlardan bastırdıkları bilinçaltları, günümüzün sermaye ve hammadde çıkarlarıyla birleşince bu tahminler pek de imkânsız değildir.
Önereceğim tek şey acilen evrensel ölçütte bir enstitü ve sivil toplum kuruluşunun kurulmasıdır. Ama bu kuruluş öyle “ Deniz Feneri”, “Bilmem Ne Yardımı Vakfı ” diyerek halkı soyan değil Birleşmiş Milletler denkliğinde yahut dünya kamu oyununa çalışmalarını sunabilecek, haksızlıkları ifade edebilecek bir temsil yolunun dahilindeki bir kurumdur. Salt iş adamları, salt devletsel konferansların yapılacağı bir birlik de değil bahsini ettiğim. İslamın yansımaları üzerine kafa yoracak, eksiklikleri araştıracak, yoksulluk, gelişmişlik düzeylerini kıyaslayacak, kültürel eserleri inceleyecek ve bunları dünyaya anlatacak. Çünkü İslam Birliği çatısı altındaki islam ülkeleri islam dünyasının maruz kaldığı kıyımları ve işgalleri ifade etmekten çok emperyalizmin adeta bölgedeki kolluk kuvvetleri haline gelmişlerdir ve yaşanan onca acıya ses dahi etmemişlerdir. Maruz kalınan tüm haksızlıklar karşısında direnerek savunu yapabilecek değerli bilim adamları ile emperyalizmin hizmeti değil “insanlığın hizmeti” üzerine eğilecek bir kurum islam dünyasının temsil ve ifade sıkıntısını sosyal boyutta giderecektir.
Fobiye de iyi gelir diyorum!
iletisim@PolitikaDergisi.com
 
 

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.