Ben Krizdeyim, Ya Sen?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Timur Veysel Doğruok

   Kendisiyle yaşamaya alışmamız gereken bir olgu haline çoktan dönüşen “küresel mali kriz”in etkileri acaba Türkiye’ye yansır mı bilinmez demiştik 09.11.2008’de yayınlanan sayımızda.  Net bir dille ifadenin zor olduğundan bahsetmiştik naçizane olarak…

   Bugün sadece genel ekonomi olarak değil de bu krizin reel etkilerinden, topluma yansıyan kısmından da bahsedelim. 

   Nedir toplumun sıkıntısı? Nedir bu düşen piyasa talebinin ana faktörü?

   İnsanlar cebindeki parayı tutma konusunda bir istikrar edinme sürecindedirler. Nitekim birçoğumuz da öyle davranmak zorunda olduğumuzun farkındayız. Bu durum gitgide toplumsal bir değer olarak önem kazanmaktadır, dolayısıyla bu durum piyasa talebinde bir düşüşe yol açmıştır. İş performansının düşmesi ise iş yapabilme gücüne alternatif bir destek olarak birim fiyatların geriye çekilmesi ile sağlanmaya çalışılmaktadır. Firmaların düşen kapasiteleri, firmaları yükümlü bulunduğu kredi borçlarını ötelemeye veyahut ödeyememe noktasına kadar getirebilmektedirler. Bu durumdan kaynaklanan bir diğer sıkıntı ise borcu borç ile kapatmaya yönelik alternatiflerin değerlendirme süreci ve bu durumdan kaynaklanan artı faiz borç yükümlülüklerinin altına girmeleridir. Üzerine bankaların ve finans kurumlarının ince eleyip sık dokudukları bu süreçte bu durumda rahat ve kurtarıcı bir alternatif olmaktan uzaklaşmaktadır. Uygulanabilecek en kısa vadeli çözüm iş hacminin artışına yönelik önlemlerin alınmasından geçmektedir. Böylece hâlihazırda düşen hammadde maliyetleri ile yüksek kârı düşünmek yerine, piyasanın zor koşullarında iş yapıp para kazanma olgusu değerlendirilmektedir. Çünkü bu belirsizliğin ipuçları da genelde olumsuzluk üzerinedir.

   Bu belirsizlikte kendisine bir şekilde fırsat yaratamayan işletmeler ve sektörler üzerinde duralım. Ülkemiz ihracatının lokomotif sektörü olan otomotiv sektöründeki darbe etkisi adeta bizleri şaşırtacak seviyeye ulaşmıştır. Yatırım maliyetleri, projelerin vadeleri ve beklentilerin olumsuzluklarla karşılaşması adına ülkemiz üretimindeki ciddi kayıplar sayesinde üretime verilen aralar ve satışlardaki ciddi düşüşler sebebiyle istihdam oranında ciddi bir kayıpla karşılaşılmıştır. Yine tekstil sektöründeki talep doygunluğu ile istihdamın olumsuz etkilenmesi kaçınılmaz bir hâl almıştır. İnşaat ve gayrimenkul sektörü, metal-çelik endüstrisi de krizden etkilenen başlıca sektörler arasında yerini almıştır.

   Yukarıda, işletmelerin kredi finansmanı ve geri ödeme sıkıntılarından bahsettim. Yine toplumsal olarak mikro yapıda ele aldığımızda, durumun içler acısı tablosu ile bir kez daha karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz. Hani ele aldığımız bir konu var yukarıda; insanların cebindeki parayı ihtiyat dahilinde tutma konusu… Bu izafi bir kavram gibi gelebilir çoğumuza; “zaten cebimizde para mı kalıyor da tutalım?” diye… Bu durumun sebepleri, insanlarda oluşmuş talep korkusundan kaynaklanıyor. İstihdam düzeylerindeki düşüş birçok çalışanın artık işsiz ve hiçbir gelirinin olmadığını bize açıkça sunuyor. Bu önemli yüzdeyi “mavi yaka” diye tabir ettiğimiz kesim oluşturmaktadır. Bu durum kriz öncesi edindiği uzun vadeli kredi finansmanının geri ödeme yükümlülüğünü sadece o kesime bırakmakta. Bahsi geçen durumda olan bireylerin bakmak yükümlülüğünde bulunduğu eş ve çocuklarının otonom ihtiyaçlarını karşılaması bile imkânsızlaşırken, bir de varsa kredi borcunu nasıl ödeyeceği ise tümüyle bir muamma olarak göze çarpmaktadır.

   Toplum olarak genel anlamda baktığımızda, ekonomik veya politik bilgileri edinme süreci siyasilerimizin söylemlerine inanarak oluşmaktadır. Yani toplumun ne kadarı ekonomistlerin verdiği bilgiler ışığında hareket ediyor veya içinde bulunduğu durumu değerlendiriyor ki? Bu anlamda siyasi liderlerimizin kriz ile ilgili yaptığı konuşmaların da ne kadar önemli olduğu ve bir siyasinin üslubunun ve açıklamalarının ne denli etki yaratacağı burada vurgulanıyor. Basında yer bulduğu gibi Başbakanımız Sn. Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanımız Sn. Abdullah Gül’ün yapmış olduğu konuşmalarda; Erdoğan, DEİK toplantısında “Kriz Türkiye’nin krizi değil” konseptinde iken TÜSİAD toplantısında Sn. Gül krizin dikkat edilmesi gereken bir durum olduğundan ve hükümetin, iş dünyasının ve sendikaların beraber hareket etmesi gerekliliğinden bahsetmektedir.

   Tüm bu konuşmalar dikkate alındığında toplumun genelinin; acaba krizde miyiz, değil miyiz, etkileniyor muyuz, etkilenmiyor muyuz sorularına net bir yanıtı olmalı. Hoş, cebindeki paranın alım gücüne istinaden toplumun çoğu her zaman krizde ya…

   ‘Kriz, Türkiye’nin krizi değil’ ya da ‘Türkiye krizden etkilenmez’ düşüncelerine katılmadığımı belirtmeden edemiyorum. Küresel krizin tümden varlığını ya da ABD’de ve Avrupa’da hatta resesyon (durgunluk) sinyallerinin son günlerde şaşırttığı Asya dahil olmak üzere herkes krizdeyken Türkiye’ye nasıl olurda teğet geçer(di)? Hani dünya bir köydü? İhracatın %25 üzerindeki kaybı bu krizin etkilerinden hiçbirinde mi yok? İflas eden firmalar, üretime ara veren firmalar neden bu şekilde davranıyorlar? Sipariş yerine stok çalışmak nereye kadar?... gibi soruları arttırmak mümkün.

   Ayrıca 2009 için alttan alttan gelen bir haberimiz daha var. Vergilere yapılacak olan ciddi zam oranları! Hadi hayırlısı…

   Saygılarımla.

 

 

iletisim@PolitikaDergisi.com

 

 

[Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 11’de yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 11’i indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.