Bilimsel Sosyalizm ve Kemalizm (Atatürkçülük) (VI)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Kemalizm bağlamında ülkemizde yapılan siyasi tartışmalarda; Kemalizm’le eş anlam taşıyan Atatürkçülük kavramı da sık sık kullanılmaktadır. Ancak bu tartışmalarda kimileri, ısrarla Kemalizm’in Atatürkçülük ’ten farklı olduğunu iddia etmektedirler. Sanırım; bu konuyla ilgili birkaç söz söylemek, yararlı olacaktır.

Yurt dışında daha çok kullanılan Kemalizm kavramı, Mustafa Kemal Atatürk’ün en çok bilinen ikinci ismi olan Kemal referans verilerek türetilmiş bir kavramdır. Kemalizm terimi Türkiye’de 1930 yıllarından itibaren kullanılmıştır.1934 yılında İç İşleri Bakanlığının Türkiye Cumhuriyetini bütün dünyaya tanıtmak üzere yayınladığı Fransızca dergisi “La Turquie Kemaliste” (Kemalist Türkiye) başlığı altında yayınlanmıştır.

Kemalist fikirler, 1927 yılında CHP programına yazılan; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık ve Laiklik ilkelerine, 1931 yılında Devletçilik ve İnkılapçılık ilkeleri de eklenerek “Altı Ok” adı altında metinleştirilmiştir.

1934 yılında yürürlüğe giren özel bir yasa ile TBMM, Mustafa Kemal’e Atatürk soyadını vermiştir. Mustafa Kemal’in Atatürk soyadını almasından bir sene sonra, onun siyasi ve toplumsal düşünceleri sistemleştirilerek ilkesel metin halinde formüle edilmiş; daha sonra bu ilkeler 1935 yılında, CHP’nin IV. Kurultayı’nda "Kâmâlizm" başlığı altında parti programına da kaydedilmiştir.


Bugün, Kemalist ideolojinin CHP parti programına ilkeler olarak yazılmasının arkasından tam 78 yıl geçmiştir. Mustafa Kemal; 77 yıl boyunca, sonradan gelen bütün cumhuriyet kuşakları tarafından soyadı olan Atatürk ile anılmaktadır. Mustafa Kemal ve Atatürk kavramları, Türkiye’de ve bütün dünyada aynı tarihi şahsiyeti referans göstermektedir. Dolayısı ile Kemalist düşünce sistemi başka, Atatürkçülük başka gibi, yani aynı tarihi kişiye ait olan fikirleri sanki farklı kişilere ait imiş gibi yorumlamak, kafa ve kavram kargaşası yaratmaktan başka hiçbir işe yaramamaktadır.

Kimilerinin iddiasına göre; bazı sahte Kemalistler, Kemalizm’i saptırmakta ve çarpıtmaktadırlar; bu nedenle de Atatürkçülük kavramının arkasına saklanmaktadırlar.

Ancak onların bu iddialarını kanıtlayacak ellerinde hiçbir somut veri ve kanıt yoktur.

Saptırma ve çarpıtma bakımından sadece Kemalizm değil, hemen hemen her ideoloji, her düşünce ve her fikir akımı bu sorunla karşı karşıyadır. Bence Kemalizm ile Atatürkçülük arasında yapılan ayrım, bir saptırma veya çarpıtma sorunu değil, bir algılama mühendisliği hilesidir. Çünkü bir fikri, bir düşünceyi saptırmak veya çarpıtmak demek, o fikri veya düşünceyi kasıtlı olarak esasından, özünden, orijininden farklı olarak yorumlamak demektir. Atatürkçülükte hangi fikirler, hangi düşünceler, hangi kavramlar Kemalizm’i farklı yorumlamaktadır? Bu soruya doğru dürüst yanıt veremeyenler, Mustafa Kemal Atatürk’ün partisi CHP’nin iktidar olduğu tek parti dönemine ait bazı kişisel dedikodularla olayı sulandırmaya çalışıyorlar.

Esasında Kemalizm ile Atatürkçülük arasında yapay ayırım yapanların gerçek amacı; çok sevilen ve sayılan tarihi kişi Mustafa Kemal Atatürk’e laf söylemeye fazla cesaret edemediklerinden, Atatürk ile onun mücadele arkadaşları arasında yoğun sorunların var olduğunun dedikodusunu yayarak, ulusal kurtuluş dönemini bu yoldan karalamaktır!

Günümüzde Mustafa Kemal Atatürk düşmanlığı, çok rafine ve kurnazca yürütülmektedir. Kemalizm veya Atatürkçülük kavramlarıyla ifade edilen ideoloji, aynı kişiye ait olduğu halde, milyonlarca insanda Atatürkçülük ile Kemalizm’in farklı oldukları algısı yaratılınca, işte o zaman ortaya onların arzu ettikleri tablo çıkmaktadır. Bu tablo; Mustafa Kemal Atatürk’ü kendi mücadele arkadaşlarından, yani Kuvayı Milliye kadrosundan, örneğin İsmet İnönü’den ayrıştırma tablosudur.

Hâlbuki her siyasi hareketin başarısı, sonuçta harekete katılanlar arasında ne kadar farklılıklar olursa olsun, her durumda bir kadronun ortak başarısıdır. Kadro içi görüş, düşünce ve davranışlarda mutlaka farklılıklar olacaktır; çünkü bir atasözünün de dediği gibi, “Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır!” Öte yandan her kadronun da bir lideri, bir önderi vardır. Eski deyimi ile muzaffer Kuvayı Milliye kadrosunun önderi de lideri de Mustafa Kemal’dir.

Asıl saptırılan ve çarpıtılan, yaşanan cumhuriyet tarihimizin gerçeklerdir. Çünkü gerçekte Mustafa Kemal Atatürk’ün düşüncelerinin Türkiye’de uygulanmasında; sanki başka farklı ideolojiler varmış ta, Atatürk’ün yakın arkadaşları, özellikle İsmet İnönü Kemalizm’in dışında başka bir ideolojinin peşinde koşuyormuş izlenimi ve algısı yaratılmaya çalışılmaktadır. Böyle bir tarihsel gerçek yoktur; dolayısı ile bu tarz görüş ve tezler, düpedüz cumhuriyet tarihini kasıtlı olarak çarpıtmaktadır. Sonuçta bu tip ayrımcılığın gerçek amacı;

  • Günümüzde CHP’nin şanlı ve onurlu tarihine sahip çıkılmaması için üyeleri ve seçmenleri arasında ikirciklik, kafa ve kavram kargaşası yaratmaktır;
  • CHP üyeleri ve seçmenleri arasında Kemalistler, Atatürkçüler, İnönü’ cüler vs. gibi ayrıştırıcı sıfatlarla parti içi ideolojik birliği ve dayanışmayı zayıflatmaktır.

***

20. yüzyılın başında, bundan tam yüz yıl önce, tarihsel olarak emperyalist nitelik kazanan Avrupa’nın bazı sanayileşmiş ve gelişmiş güçlü kapitalist ülkelerinin devletleri, kendi aralarında gruplaşarak; dünyanın belli bazı bölgelerini, hammadde, enerji ve emtia pazarları olarak paylaşmak için I. Dünya savaşını çıkardılar.

Avrupa’da emperyalist bir nitelik kazanan bir kapitalist ülke olan Rusya’da Lenin’in öncülüğünde işçi sınıfı, tarihin ilk sosyalist devrimini gerçekleştirdi. Emperyalizme karşı ikinci büyük kalkışma olan Kemalist ulusal Kurtuluş hareketinin doğuşu ise ülkemiz Türkiye’ye nasip oldu.

Emperyalistlerin paylaşmak istedikleri bölgelerin başında; topraklarında zengin petrol yatakları olan, fakat kendisi sanayileşememiş, bilimde ve teknikte oldukça geri kalan, merkezi feodal yapıdaki Osmanlı devletinin toprakları geliyordu. Osmanlı İmparatorluğu, giderek batı emperyalist devletlerinin yarı sömürgesi bir devlet durumuna düşmüştü.

Trablusgarp’ta, Suriye’de, Çanakkale’de emperyalist ordularının haksız, işgalci savaşlarında olağanüstü başarılı bir direniş gösteren genç bir Osmanlı subayı olan Mustafa Kemal; savaşın sonunda ülkesinin tam paylaşım aşamasında(Sevr Anlaşması), ülkesinin bu emperyalist sömürgeci işgalden ancak milli bir Anadolu ihtilali ile kurtulabileceği düşüncesiyle Anadolu’da Kuvayı Milliye hareketini örgütlemiştir.

Mustafa Kemal’in Türkiye’nin Ulusal Kurtuluş mücadelesine girmesinde; bu girişiminden iki sene önce Ekim 1917’de, Avrupa emperyalizminin en zayıf halkası olan Rusya’da Lenin’in liderliğinde Rus işçi sınıfının sosyalist bir ihtilal ile iktidar olması, Türk ulusal kurtuluş mücadelesine uygun dış koşul ve konjonktür yaratması bakımından, çok büyük ve önemli rol oynamıştır.

Yani insanlığın emperyalizme karşı toplumsal gelişim ve ilerlemesinde iki ana toplumsal akım olan sosyalizm Rusya’da ve ulusal kurtuluş hareketi Türkiye’de hemen hemen aynı zamanda başlamıştır. Denebilir ki Sosyalizm ve Kemalizm çağdaş devrimci ikiz kardeştir.

Öte yandan insanlığın üçüncü ilerici toplumsal hareketi olan kapitalist ülke işçi sınıfı hareketleri ise, Avrupa’nın diğer emperyalist-kapitalist ülkelerinde yine aynı zamanda, emperyalist burjuvaziye kök söktürmüştür. Örneğin Kasım 1919 yılında Almanya’da Alman Sosyal Demokrat Parti’nin gençlik örgütü olan Spartaküslerin önderliğinde sosyalist devrim patlak vermiş, fakat Almanya Sosyal Demokrat Parti’ yöneticilerinin devrime ihaneti nedeniyle devrim yenilmiştir. Üstelik bu hengâmede Alman işçi sınıfının devrimci liderleri olan Karl Liebknecht ve Rosa Luxenburg haince katledilmişlerdir. Bununla birlikte bu devrimci işçi mücadeleleri, emperyalistlere geri adım attırmış; ilericilik adına önemli başarılar elde edilmiştir. Örneğin Almanya’da yenilen sosyalist devrime rağmen, monarşi yerine cumhuriyet ilan edilmiştir.

Görülüyor ki Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’da emperyalizme karşı başlattığı ulusal kurtuluş mücadelesi, asla dünyadan soyutlanmış,  tek başına kalan ilerici bir toplumsal hareket değildir. Tam tersine ulusal kurtuluşun yer küresinde sosyalizm ve kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfı hareketleri gibi daha iki adet çok güçlü mücadele yoldaşları vardır.

Milyonlarca masum insanların ölümüne ve kentlerin, yolların, köprülerin, tarihi eserlerin, sanayi ve sosyal tesislerin yakılıp yıkıldığı I. Dünya paylaşım savaşından sonra iyice azgınlaşan emperyalizm, Avrupa’da Alman faşizminin liderliğinde ikinci bir dünya paylaşım savaşı daha çıkarmış; fakat bu savaşta da emperyalizm, sosyalist ve demokratik güçlere yenilmiştir. Üstelik savaş sonrası reel sosyalizm, Doğu Avrupa’ya daha da yayılmıştır. Fakat insanlığın ilerlemesi açısından, II. Dünya savaşı sonrasının kayda değer en önemli olayı, Ulusal Kurtuluş Hareketlerinin Asya’da, Latin Amerika’da ve Afrika’da bir çığ gibi yaygınlaşmasıdır.

***

Bu yazı dizimizin V. Bölümünde Kemalist ideolojinin;  bir Milli (ulusal) Demokratik Devrim programını içerdiğinden, bir boyutuyla Bağımsızlık diğer boyutuyla da Demokrasi temeline dayandığından söz etmiştik.

Özgürlüğe susamış emperyalizme bağımlı, gelişmekte olan ülkeler;  sanayi devrimini yapmış, gelişmiş emperyalist ülkelere göre, özellikle uluslaşma, demokratikleşme ve refah seviyesi konularında onlardan çok daha geri durumdadırlar. Bu ülkelerin, gelişmiş ülkelerle olan bu gelişmişlik mesafesini kapatabilmeleri için hem emperyalizmden bağımsızlaşmaları hem de aynı süreçte mutlaka demokrasilerini geliştirmeleri şarttır.

Kemalist ideolojinin ulusal (milli) karakterini belirleyen, onun antiemperyalist ve bağımsızlıkçı olan özellikleridir. Bu bağlamda Kemalist dış politikanın ana özelliği; devletlerarası ilişkilerde, gelişmiş ve güçlü devletlere asla özel önem vermeden, bütün devletlerle eşit düzeyde ilişki kurarak dik duruşudur. Kemalist dış politika özellikleri; devletlerarası ilişkilerde barışçı yöntemlerin tercih edilmesi, diğer ulusların iç işlerine karışılmaması, onların toprak bütünlüklerine ve egemenlik haklarına saygı duyulmasıdır.

Kemalist ulusalcılığın iç politikadaki yansıması ise Türk uluslaşma hareketidir. Kemalizm, ulusal kurtuluş mücadelesine katılan, Osmanlı İmparatorluğunun bakiyesi olan, her türlü farklı kültür ve etnik kökenden gelen, farklı din ve mezheplere ait olan insanları Türkiye Cumhuriyetinin eşit ve özgür vatandaşları olarak Türk kimliği altında birleştirmiştir. Türk uluslaşma sürecinde Türk ulusal kimliğini M. Kemal Atatürk, 1924 Anayasası'nın 88. Maddesinde  “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diye din ve etnik köken ayrımı yapmadan eşitlik ve yurtseverlik temelinde siyasi açıdan tanımlamıştır.

Kemalizm’de Eşitlik ilkesi, kendisini uygulamada sadece Milliyetçilik kavramıyla ülkemizde yaşayan her türlü etnik grupların eşitliği biçiminde ifade etmez. Ayrıca;

  • 1924 yılında hilafetin kaldırılması,
  • “Tevhid-i Tedrisat" yasası ile bilimsel, laik, modern ve birleşik bir milli eğitim sistemine geçilmesi,
  • Kadınlara erkelerle beraber eşit siyasi, medeni ve sosyal hakların tanınması ve nihayet
  • Laiklik ilkesinin 1937 yılında anayasaya girmesiyle vs. gibi devrimci önlemlerle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasındaki eşitlik cinsiyet ve inanç alanlarında da güvence altına alınmıştır.

Kemalizm’in “Laiklik” ve “Milliyetçilik” ilkeleri, ülkemizde demokrasinin siyasi eşitlik koşulunu güvence altına alan ilkeleridir. Laiklik, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını dini inanç ve mezhep açısından eşit kılar. Atatürk Milliyetçiliği ise vatandaşları etnik köken açısından eşitler

Öte yandan Kemalizm’in “Halkçılık” ve “Devletçilik” ilkeleri de yurttaşlar arasında toplumsal(sosyal) eşitliği hedef almaktadırlar. Çünkü devletçilik üzerinden gerçekleştirilen kamusal işletmelerin, planlamaların ve ortak yaratılan ürün, hizmet ve değerlerin meyvelerinden eşitçe paylaşım güvence altına aldığı gibi; halkçı sosyal politikaların sonuçlarından da yurttaşlar hiçbir toplumsal ayrıcalığa fırsat verilmeden yine eşit olarak yararlanma olanağını bulabilmektedirler.

Her demokrasinin diğer en temel ögesi ise temel hak ve özgürlüklerdir. Kemalist programda Temel Hak ve Özgürlükler, örneğin 1924 Anayasası'nda 1789 Fransız devrim bildirisinde yer aldığı biçimiyle aynen yer almıştır.

Kemalizm’in en temel ilkelerinden biri olan Cumhuriyetçilik, 240 yıl Selçuklularda, 623 yıl Osmanlı İmparatorluğunda, yani toplam 863 yıl babadan oğula geçen devlet başkanlığı belirleme geleneğini yıkıp 29 Ekim 1923 te Cumhuriyetin ilanıyla devlet başkanını (Cumhurbaşkanını) halk tarafından veya halkın temsilcileri (meclis) tarafından seçilmesini ülkemize getirmiştir.

Görüldüğü gibi Kemalizm (Atatürkçülük),  antiemperyalist eksende hem ulusalcı hem de sapına kadar demokratik bir harekettir. Gerçi Mustafa Kemal Atatürk döneminde ülkemizde Demokrasi kavramı, teorik olarak siyasette pek fazla kullanılmamıştır. Fakat özü itibariyle demokrasinin temelleri, pratikte çeşitli reform ve devrimci uygulamalarla fiilen yerleştirilmiştir.

Günümüzde Atatürk düşmanları, kasıtlı olarak Mustafa Kemal Atatürk’ü diktatörlük ile suçlamaktadırlar. Çünkü onlar; Mustafa Kemalizm’in sadece kendi devrimlerine karşı gelen gericilere, bağnaz feodal toprak ağalarına ve emperyalistlere karşı bağımsızlık için, ilericilik için, demokrasi için sert, kararlı ve şaşmaz savunucu yönünü tek taraflı olarak görmek ve yeni kuşaklara göstermek istemektedirler. Gerçekte Kemalizm; ulusal tam bağımsızlığın güvencesi altında özgürlüğün, sosyal ve siyasal eşitliğin, ulusal kardeşliğin şaşmaz bir ideolojisi olarak, halka ve kendi ulusuna karşı en derin bir şefkat, bir hoş görü ve gerçek bir demokrasinin kalesidir. Halk ve ulus düşmanı çevreler, Kemalizm’in bu yönünü asla görmek ve göstermek istemezler.

Kemalizm’in en etkili ve kalıcı toplumsal ilerleme ve gelişim yöntemi ise devrimciliktir! Atatürkçülük, kökü derinlerde olan bazı toplumsal sorunların köklü çözümü için zorunlu olarak devrimci yöntemi uygular. Bu uygulamalarda halkını ve ulusunu daima yanına ve arkasına alır. Fakat aynı zamanda Kemalizm, toplumun ilerlemesinde ve gelişmesinde reformlara da ihtiyaç duyar. Bir toplumsal sorunun çözümünde devrim veya reformun uygulanma ölçüsü, somut koşullara bağlı olarak, o toplumsal sorunun niteliğine göre değişmektedir. Fakat her durumda Atatürkçülükte temel kıstas bilim ve akıldır. Mustafa Kemal Atatürk, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.” özdeyişi ile izlenecek doğru yolun tek kılavuzunun bilim olduğunu çok net olarak ifade etmiştir.

Gelecek son bölümde günümüz Türkiye’sinde Kemalizm’in (Atatürkçülüğün) uygulanma koşullarını ele alacağız.

 

Mehmet ÇAĞIRICI

mehmet.cagirici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.