Bir Gazinin Gözünden...

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Celal ŞEKERCİ

 

 

         Uzun zaman önce okumuştum size aktaracağım mektubu.Sizden tek ricam okuduktan sonra bu mektubu hiç unutmamanız.Özgürlük adı altında sempatizan toplayan çapulcuların aslında gerçek yüzünü gören bir gözden okumanızı istedim sadece...Ülkemizde GAZİLERİMİZE en azından bundan sonra saygılı yaklaşmamız gerektiğini görmenizi istedim.Onlar merhamet görmek için gazi olmadılar;onlar biz daha mutlu,daha güvenli yaşayabilelim diye feda ettiler geleceklerini...Buraya taşımama sebep olan ise medyanın,politikacıların,akil adamların(kendilerine öyle dedikleri için yazdım bana kalırsa akıla muhtaç adamların) çapulcular ordusuna olan tutumunun giderek yumuşaması;korkarım birkaç sene içinde de haklı gösterilmesi çabasıdır. Bir subay olan GAZİMİZDEN gelen mektubu dikkatinize sunuyorum...

 

 

 

 
............... ili kırsalında teröristlerin dur ihtarına ateşle karşılık vermesi sonucu çıkan çatışmada, güvenlik görevlisi şehit oldu.
Ya da;
............... ilinde devriye görevinin yerine getiren ...... aracına açılan ateş sonucu.... Güvenlik görevlisi şehit oldu.
Ya da;
............... ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının patlaması sonucu, asker yaralandı..
Bu nasıl başlar biliyor musunuz?
          Hava o kadar sıcaktır ki beyninizdeki sıvının buharlaşıp uçtuğunu düşünürsünüz. Oluştuğu anda kuruyup giden ter damlacıklarından geriye kalan tuzlar yüzünüzün ve elbisenizin her yanını kaplamıştır. Avucunuzun içindeki ter, yüzünüzdeki gibi kolay kurumadığı için elinizdeki tüfeğinizin metal kısmı avucunuzun içinde vıcık, vıcık oynar. Ter ile ıslanan çeliğin kokusu avucunuzun içine elinizi sürdüğünüz her yere siner. Önünüzde yürüyen adamın, ayağının kuru toprakla her temas edişinde çıkan toz, ağzınızın kupkuru olmasına ve zor nefes almanıza sebep olur. Sırt çantanızın askı kayışları yüzünden omuzlarınızı hissetmezsiniz. Kult ağrıları ancak çantayı sırtınızdan çıkardığınızda fark edersiniz.
         Bastığınız her taş parçası, her dalı ve bir ayağınızın kaplayabildiği her yeryüzü parçasından çıkan sesi duyarsınız. Yürüdüğünüz yerdeki her Ağustos böceğinin sesini, dallardaki kuşları, yüzünüzün etrafında ürkütücü devriye uçuşları yapan arıların kanat seslerini, ağzınıza ve yüzünüze ya da herhangi bir yerinizdeki küçük yaraların üzerine konmaya çalışan sineklerin vızıltılarını, ayağınızı bastığınız yerden havalanan yeşil çekirgenin küçücük cüssesine çıkardığı tok kanat sesini en ince ayrıntısına kadar duyarsınız. Sonra, kendi teçhizatınızın ve önünüzdeki arkadaşlarınızın ve arkanızdaki arkadaşlarınızın teçhizatlarının çıkardığı düzensiz seslerin her birini ayrı ayrı duyarsınız. Ve aynı anda önünüzdeki arkadaşınızın nefes alışlarını duyarsınız, öksürmesini hapşırmasını da duyarsınız. Telsizinizden çıkan seslerin ve cızırtıların her biri ayrı ayrı katılır bu senfoniye. Ter ve tozun birleşmesinden oluşan kaygan çamur, postalın içindeki tüm ayağınızı kaplamıştır, çoraplar önce su toplayıp sonra patlayan yerlere adeta bir deri gibi yapışmıştır.
        En çok yapmak istediğiniz şey ayaklarınızı yıkayıp, çoraplarınızı değiştirmektir, ama bu çok büyük bir lükstür o anda.
Çünkü...
         Çünkü hangi çalının dibinde, hangi kayanın arkasında sizi beklediğini bilmediğiniz ihaneti arayıp bulmanız ve yok etmeniz gerekmektedir.
Bütün masumların hayatı ve huzuru size emanet diye, öğretmenler bayrak direğine asılmasın diye, kundaktaki bebekler kurşunlanmasın diye, binlerce yıllık emanete halel gelmesin diye kahpeliği ve ihaneti yok etmeniz gerekmektedir. Çünkü bunun için bayrağın, silahın, namusun ve şerefin üzerine yemin etmişsinizdir. Çünkü önemli olan ayağınız değil, ülkeniz, bayrağınız ve onurunuzdur. İşte bu yüzden lükstür ayak yıkamak, çorap değiştirmek. İşte bu yüzden senfoniye dönüşmüştür bütün o düzensiz sesler gurubu.
Sonra!..
         Sonra birden tüm sesler kesilir, bıçağın dalı kestiği gibi, makasın kâğıdı, pensenin bir hoparlör kablosunu kestiği gibi... Bir anda... Kuşların sesleri, arıların ve sineklerin vızıltıları, çekirgenin kanat sesleri hepsi bir anda biter. Gözlerinizi açtığınızda önünüzdeki arkadaşınızı değil, gökyüzünü görürsünüz, yere düşüş olduğunuzu anlamanız birkaç saniye sürer. Tek hissettiğiniz kesif bir barut ve yanık et kokusudur, yüzünüzün toprak parçalarıyla kaplandığını fark edersiniz, temizlik için çalışmazsınız. Arkadaşlarınızın bağırarak koşuşturduğunu görür ama kulağınızdaki çınlama ve uğultudan seslerini duyamazsınız. Sesleri yavaş yavaş duymaya başladığınızda ayağa kalkmaya çalışırsınız ama başaramazsınız.
        Yine birkaç saniye sonra arkadaşlarınızın sesleri arasında “mayın” kelimesini ayırt eder ve kalkmaya çalıştığınızda ayağınızdaki yoğun ağrıyı fark edersiniz.
Ayağınız yoktur ama yine de ağrıdığını hissedersiniz. Ne olduğunu anlamak için baktığınızda ise parçalanmış pantolonunuzun ve kopmuş ayağınızın farkına varırsınız. İşte her şey o anda başlar. Avazınız çıktığı kadar bağırırsınız. Sonra, nefesiniz biter. Sonra, yeniden nefes alırsınız ve yeniden bağırmaya başlarsınız. Sonra yine nefesiniz biter ve yeniden, yeniden ve yine...
        Yanınıza ilk gelen arkadaşınız size, “fazla bir şey yok, sadece küçük bir yara” gibi telkinlerde bulunur. Ama siz arkadaşsınız konuşurken de, helikopterle hastaneye götürülürken de artık bir ayağınızın olmadığını biliyorsunuzdur. Hep bir soru çınlar kafanızın içinde ”neden ben, neden ben, neden ben ?”
        Hastanede geçen aylar, tedavi ve terapilerde geçen yıllar sonunda, dizkapağınızın on iki santim altında takılı olan ve her akşam yatarken veya banyoya girerken çıkarıp kenara koyduğunuz takma bacak artık bir uzvunuz olmuştur. Ama bunun önemi yoktur çünkü bu fedakârlığınız sayesinde vatan var olacaktır. Sizin bacağınızın ne önemi vardır ki!
         Artık koşamayacak olmanızın, yazın herkes gibi havuza, denize giremeyecek olmanızın da hiç önemi yoktur. Vatan sağ olsun yeter.
Sonra birilerinin, sizin ödediğiniz vergilerle Fransız televizyonlarında, uğruna yarım kaldığınız vatan hudutlarını hiçe sayan programlara finans sağladığını okursunuz.
Pamuk’ları, Dink’leri, okursunuz, Bizans çocuğuyum diyenleri duyar, Ali Kemallere tanık olursunuz, “koçlar gibi satanları” görürsünüz... Türk Bayraklarının yakıldığını, görürsünüz. Başlarını çuvallar geçirilip aşagınalarak elleri arkadan bağlanan Türk askerlerini görürsünüz. Bu aşağılamaya cevap verecek tankların motor seslerini, helikopterlerin kanat seslerini, piyadelerin intikam yeminlerini duymayı beklersiniz ama duyamazsınız.
         Onun yerine hainlerin cesetlerinin üstüne örtülen çuvallara “bayrak” diyenleri görürsünüz, “uçaklarını çek”, “valiyi çek” diyen başkanları ve o karşılarında kekeleyen riyaseti görürsünüz. Bu da yetmez Türk askerlerinin kendi mahkemeleriniz tarafından, “çete” diye suçlandığını, yargılandığını görürsünüz.
        Yok, yok bu da yetmez. Askere, polise, öğretmene ateş eden, yol kesip soygun yapan, koy yakan, okul yıkan, mayın döşeyen teröristlerin sadece “ben bir şey yapmadım” demelerinin esas kabul edilip, “suçsuz” sıfatıyla serbest bırakıldığı kanunları görürsünüz. Susanları, konuşması gerektiği halde susanları görürsünüz, konuşanlar her konuştuğunda, kekeleyenler her kekelediğinde ve susanlar her sustuğunda siz yeniden vurulursunuz, yeniden ölürsünüz her defasında. Gövdenizden o toprağa akan kan, bu defa içinize akar, inandıklarınıza uğrunda savaşarak kendi kanınızı akıtmak pahasına tertemiz tutuğunuz değerlerinize akar. Sizin kaya arkalarında, çalı diplerinde aradığınız ihanet gelir aklınıza, o mayınları yerleştiren eller gelir. Sorgulamaya başlarsınız: “biz bu ihaneti doğru yerde mi aradık, kuyruğunda dolaştığımız yılanın başı, hep gözümüzün önünde miydi yoksa? “diye sorarsınız kendinize”.
         Onlara verilen maaş’ın sizin vergilerinizden ödendiğini, içinize sindiremezsiniz, uykularınız kaçar, neden bu vatanı sizin kadar sevmediklerini düşünürsünüz.
Bu vatan onların da vatanı değil mi? Onlar da, tıpkı benim gibi namusun ve şerefin üzerine yemin etmedi mi? Diye sorarsınız kendi kendinize. Sinirlenirsiniz, üzülürsünüz, onbeş yaşında bir askeri okul öğrencisi iken her adımda söylediğiniz, beyninize ve yüreğinize nüksettiğiniz sözler gelir aklınıza”: VATAN, SANA CANIM FEDA”
Geri kalan tüm hayatınızın ilk beş dakikası, böyle başlayacak işte ve hayatınız böyle devam edecektir. Son nefesinize kadar savaşacaksınız ihanetle her şeye ve herkese rağmen, bu yolda ölene ya da bu ihaneti bitirene kadar.
         Siz diyorum, çünkü bu vatan için bedel ödeyen insanların neler yaşadığını, neler hissettiğini, size rağmen ve sizin için neler yaptıklarını, neler yapabileceklerini bilin istiyorum. Okuduğunuz yada televizyonda duyduğunuzdan daha fazladır yaşananlar.
Yani aslında gazetelerin iç sayfalarındaki, minicik karelerde okuduğunuz;
“..........ili kırsalında teröristlerce döşenen mayının patlaması sonucu bir güvenlik görevlisi yaralandı! “ haberi aslında o kadar da kısa değildir. Sizin, daha okuduğunuz gazetenin arka sayfasına geçerken unuttuğunuz, falanca mankenin otel odası maceralarına, ya da uyuşturucu komasından oğlu ölen oğluna “şehit” deyip Türk Bayrağı örten kadının haberine ayırdığınızdan daha uzun zaman ayırmadığınız bu küçük haber, birileri için bir ömür boyu sürecek ve asla unutulmayacaktır. Ve siz unuttuktan sonrada başka birileri, “ne için?” dendiğinde “vatan için” diyecekleri fedakârlıklarını size rağmen yapmaya devam edeceklerdir.
         Sizin uyuşmuşluğunuza, duyarsızlığınıza rağmen, sizin rahatlığınıza, sizin vicdanlarınıza rağmen bu kahramanca fedakârlıklar ve bu ilk beş dakikalar yaşanmaya devam edecektir. Asla unutmayınız başınızın üstündeki egemenlik örtüsünün payandası kopan bacaklar, bedeli ise size rağmen bu vatan için akan kanlar, feda edilen canlar, sıcak yuvalarını, babalarının yüzlerini unutan küçük çocukları düşünmeden vakfedilen hayatlardır. Ne kadarını anlayabilirsiniz veya anlamak sizin umrunuzdamı bilmiyorum, ama birileri bunları yaşadı, birileri hala yaşıyor ve emin olun yaşlı dünya döndükçe, Türk vatanı Türk Bayrağı için birileri daha tüm bunları yaşayacak. Gördüğünüz gibi size bir hayli uzak bir yaşam biçimi bu. Masalarda oturup “aydınca” sohbetler etmeye hiç benzemiyor değil mi?
          Bir an için bile olsa kendinizi onların yerine koyasınız diye “siz” diyerek yazdım, sizin onlardan biri olamayacağınızı biliyorum.
“Siz” kim misiniz?
Siz kendinizi çok iyi biliyorsunuz!
Biz de, biz de sizi çok iyi biliyoruz.
“Sizde” de bilin ki biz asla unutmayacağız.
 
         Bu mektuptan sonra söylenebilecek pek fazla bir söz bulamadım.Gazimiz herşeyi anlatmış...
 
Son söz;Gazilerimiz , Şehitlerimiz ve bu VATAN size MİNNETTARDIR...
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Celal ŞEKERCİ
 celal.sekerci@politikadergisi.com

Yorumlar

Türk tarihi böylesine

Türk tarihi böylesine "kahramanlık günleri" ile doludur. Kahramanlık günlerini şehit ve gazilerimize borçluyuz. Destanlar yaratan şehit ve gaziler tek tek birer onur abidemizdir.Şehitlerimizin ruhlarını huzurlu kılmamız için, savaş arkadaşları gazilerimizi hak ettikleri değeri vererek, onları her yerde ve her zaman onurlandırmalıyız.

Bu güzel yazıyı bizimle paylaştığın için teşekkürlerimi sunarım Celal.

GAZİLER ve ne yazık ki BİZ'ler

Böyle bir yazı karşısında sadece ve sadece duygulanmaktan başka bir şey gelmiyor elimden.Teşekkür ederim.BİZ'e kim olduğumuzu hatırlattığınız için.Saygılar....

Diğerleri

Öncelikle bu mektubu bizlerle paylaştığınız için çok teşekkür ederim.

Bu olayı yaşayan gazimizin yaşadıklarını bende defalarca gördüm ve 2 sene boyunca benzerlerini yaşadım.İnanın insan bu mektupta yazanları o ortamda yaşarken sadece tek düşündüğü "dedelerimiz bizlerin bu günleri görmesi için hiç düşünmeden ülkemizin her bir yerinde canlarını feda ettiler bizler onların sayesinde isimlerimiz ahmet mehmet olarak ülkemizde yaşadık, bizlerde çocuklarımız için aynısını yapmaya hazırız" oluyor.Zorluklar ne olursa olsun yılmadan boyun eğmeden yolunuza devam ediyorsunuz.Herşeye kulağınızı tıkayıp tek amacınızı yerine getirmek için canla başla mücadele ediyorsunuz.

ve görevinizi başarıyla tamamlayarak siz gibi vatanı için ölmeye hazır mehmetlere ahmetlere görevinizi devredip başka görevlere geçiyorsunuz.

Gel zaman git zaman bir de bakıyorsunuz ki size kurşun sıkanlar "ben hiç bir şey yapmadım yalanı" altında sizin koruduğunuz vatan topraklarında sözde kahramanca karsılanıyorlar.Halaylar çekilip davullar çalınıyor.Bunada kılıf hazır "AÇILIM"....evet açıyoruz.Neyimi ?... vatan namustur namusumuzu açıyoruz,bu vatan için kan dökmüş dedelerimizin kanlarını çiğnemeleri için yollarını açıyoruz,bizi dışardan yıkamadılar daha rahat yıkmaları için kalelerimizi açıyoruz, aslında açtıklarımız saymakla bitmez...

"ÖZGÜRLÜK" istiyorlarmış bizden.Gülüyorum ben bu özgürlük kelimesine Neden mi:) bir güneydoğulu vatandaş ülkenin neresine giderse gitsin istediği iş yerini açamıyormu???İstediği şehirde elini kolunu sallayarak gezemiyormu??.. istediği (askeriyede dahil) devlet kurumuna memur olarak giremiyormu ??? istediği muhitten ev tutup sülalece yerleşemiyorlarmı........ Peki bunu tersine bakalım batıdaki bir vatandaş doğuya gidip istediği bir ilde iş yeri açabilirmi???doğuda istediği bir şehirde elini kolunu sallayarak gezebilirmi ?? mümkünatı yok. O zaman açılımı kime yapmak lazım kime hürriyet vermek lazım.??...

sonra düşünmeye başlıyorsunuz ben mi yanlış yaptım yoksa yanlış bir ülkedemi yaşıyorum.Yaşadıklarınız geliy gözlerinizin önüne...çektiğiniz sıkıntılar katlandığınız zorluklar bir bir sıralanıyor aynı film gibi.İçinize sığmayan bir öfke sizi alıp götürmek istiyor sizi varabildiğiniz son noktaya kadar....

Derken içinde bir umut beliriyor.bunlar daha öncede yaşandı bu ülkede ve dur diyen birileri çıktı.. sizi sadece bu teselli ediyor ve üzerinize düşen neyse gocunmadan yapmaya devam ediyorsunuz...

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.