Bir Türlü Bitirilemeyen Terör(?)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

HABERTÜRK televizyonu’nda, Sayın Zafer Arapkirlinin moderatörlüğünü yaptığı “Basın Kulübü” programında, gazeteciler; Salih Tuna, Amberin Zaman, Kadri Gürsel, Mine Kırıkkanat, Yavuz semerci, ülkemizdeki gündem başlıklarını değerlendirdiler.

Ağırlıklı olarak, son günlerde, PKK terör örgütü tarafından memleketimizin çeşitli yerlerine yayılmaya çabalanan terör olgusu ele alındı; daha sonra ise, Ortadoğu’nun sorunları ve diğer birkaç başlık, saydığım gazeteciler tarafından değerlendirildi.

Anlayamadığım husus, PKK terör örgütü ile onunla aynı çizgide olmayanların da, sanki istenmeden, seslendirilen meseleye eklemlenmesi; hem de çok hassas olunmasına rağmen. Bugün için, Türkiye’de, terör örgütü, ülkemizin çeşitli yerlerinde “terör eylemleri” gerçekleştirmekte. Masum insanlarımız da, “hedef” gözetilmeksizin, bu kanlı terör oyunun içine çekilmekte.

Bazı şeyleri anlamlandırmakta insan zorlanıyor. Tartışmada, gazetecilerin kendi aralarında yaptıkları tartışmada, söz dönüp-dolaşıp PKK terör örgütü ve “Kürt Realitesi” hususuna gelmekte. Esasında, yine bir başka “fasit daire” de, yaşananların bir “Kürt Sorunu” mu olduğudur? Takip ettiğiniz gibi, herkes; meseleyle ilgili herkes, duruma kendi düşünsel penceresinden bakarak yorum getirmekte. Karşımızda bulunan kitle, PKK terör örgütüdür. PKK terör örgütü ile Güneydoğu Anadolu’da yaşayan insanları, aynı “kanlı hedef” içinde, kesinlikle değerlendirmemek gerekir. Hâlihazırda bugün, Güneydoğu Anadolu ve çevresinde, Barış ve Demokrasi Partisi, Kürt vatandaşlarımızın 3 kusur milyon oyunu alabiliyorsa; yine burada hiç ondan arka kalmayan bir AK Parti gerçeği de vardır.

Kronikleşen bir sorun üzerine, artık daha fazla “teorik” yaklaşımlar getirmenin ne kadar yararı vardır? Yine, devletin, devletin silahlı güçlerinin, terör örgütü ile mücadele ederken, “güvenlik öncelikli” bir konsept yöntemini izlemesi de eleştirilmekte. E, ne yapılacaktı? Öte yandan, şuursuzca ellerin tetikten çekilmesine yönelik, popülist mi desem; ya da mantık-seziş-ikrar arasında tutarsız demeçler mi desem; sırf cümle sarf edebilmek adına söylenenler...

Neden, devletin Silahlı Kuvvetlerinin, “Silah” kullanması rahatsızlık yaratıyor; bu silahlar, Kürt yurttaşlarımıza doğrutulmuyor ki...

Son yaşadığımız terör eylemlerimden sonra, Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül, aşağıdaki gibi bir değerlendirmede bulundu:

“Türkiye olarak, bizim büyük resme bakmamız gerekir. Etrafımızdaki ülkelere baktığımızda bir siyasi kargaşa ve değişim görüyoruz. Suriye bakılıyor ve yıkılıyor. Komşularımızı böyle görmek istemezdik. Suriye'de insanlar acı çekiyor, tarihi Halep yakılıyor, yıkılıyor. İnsanlar da şehirlerde yok oluyor. Örneğin Halep çok tarihi ve binalarıyla güzel bir kentti. Biz de bile böyle tarihi taş evlerin olduğu yerler yoktu. Oranın nasıl yakılıp yıkıldığını üzüntüyle görüyoruz. İran izole olmuş, Irak karışık. Avrupa ise yeni tarihinin en sıkıntılı dönemini geçiriyor. Avrupa'da karabulutlar var. Bazı ülkelerin hükümetleri yok. Bazılarını geçici hükümetler yönetiyor. Her yıl başbakanları değişiyor. Biz zamanlar bizim de halimiz böyleydi. Avrupa'da işsizlik artıyor. Şirketleri dibe vurmuş. Çok tahsilli olanlar iş bulamıyor.

Avrupa ile yarışımızda onlardan bizden hayli öndeydi. Şimdi önümüzde tarihi bir fırsat var. Avrupa duraklamada iken, onlar 4 - 5 yıl daha karanlık tünelde iken, biz zor ama lüzumsuz işlerle zaman kaybetmeden onlara yetişmemiz hatta geçmemiz lazım. Onlar koşarken yorulmuş, oturmuş ve düşmüşler. Biz de fırsat bu fırsat deyip kendimize çeki düzen verip, onlara yetişmeli hatta geçmeliyiz. Böyle bir tarihi fırsatı elimize geçmişken iyi değerlendirmeliyiz. Mevzi sıkıntılarımız şikayet olarak göz önüne geliyor ama siyasi bir istikrarımız var. Türkiye'de gelişmişlik açısından geçmişe bakarak büyük gelişme ve değişiklik var. Ben memur olsam nereye gitmezdim diye düşündüğümde, böyle bir yer olmadığını görüyorum. Ülkemizin her yeri gelişmektedir.” [Sabah.com.tr(06.08)]

Yine, başbakan yardımcısı Sayın Beşir Atalay da, şu şekilde değerlendirmeler de bulunmuş:

“Terör olayı dışardan daha çok ülkemize gelen bir olay. Yani Türkiye kıskanılan bir ülke, bölgede güçlü bir ülke. Hem Avrupa'da hem komşularımızda Türkiye'ye dönük teröre destek veren unsurlar var, bunları da biliyoruz. Ama bu bir süreçtir. Türkiye de bütün gücüyle terörle mücadele ediyor. İnşallah terörle bu mücadelemizin bir sonu olacak, yani bu terörü de Türkiye yenecektir. Ama coğrafyamızda, çevremizde olup bitenler tabii teröre biraz da zemin sağlıyor. Şu anda bir Suriye olayı var, gelişen. Bütün bunları değerlendirmek gerekiyor.”                                                         (SKYTURK360.COM)

* * *

DEVLET RİCALİNDEN iki önemli kişinin, yaşadığımız terör olaylarına bakışı yukarıdaki gibiydi. Tabii ki ülkemiz, geçmişe göre, bir 10 yıl öncesine göre aynı ülke değil. En azından, yaşanan 2001 krizinden sonra, ekonomi daha sıkı politikalarla yönetilmekte. Kamu maliyesinde önemli açıklar verilmeden, bütçe dengeleri tutturulmaya çabalanmakta. Fakat, ülkemizin kıskanılan bir ülke olması başka, ülkemizin terör belasından arındırılamamış olması da, bir başka mesele.

Basın Kulübü programında, artık ismini nasıl adlandırırsak adlandıralım; “Terör Sorunu”, “Kürt Sorunu”, “Kürt Realitesi”, bu hakikatin, tamamen bizim “inisiyatifimizden” çıkarak küresel ve bölgesel bir husus olduğu ileri sürüldü. Yaşanan süreçte, artık Amerika Birleşik Devletlerinin de, bir “Kürt Sorunu” olduğu ifade edildi.

Gerçekten de karmaşık bir durum ve süreç yaşanmakta. Acaba, Türkiye, Ortadoğu’da çok fazla “proaktif” politika izlemese, görece diğer ülkelere göre, bu coğrafyalarda daha fazla önalmaya yönelik teşebbüslerde bulunmasa, yine en son Suriye gerçekliklerinde durumunu net olarak “Muhaliflerden” yana koymasa, halk direnişi görünümündeki kitlesel hareketlere lojistik desteklerde bulunmasa idi; terör sorunu artan bir ivmeyle yine başımızı arıtır mıydı? Sayın Mine Kırıkkanat, programda bu minvalde düşünceleri seslendirdi? Tabii ki, Adalet ve Kalkınma Partisi, dış politikayı daha “ihtiyatlı” ve alınacak “riskleri” daha etraflıca gözeterek çizseydi, belki, daha farklı bir durum ortaya çıkabilirdi.

Ama, Adalet ve Kalkınma Partisinin dış siyaset düsturunun, diğer dönemlere göre daha atak ve aktif olarak belirlenmesi, sanırım Ortadoğu’da kendilerine bir “abi”lik pozisyonunu biçiyordu. Sonuç olarak, şu son AK Parti hükümetinin “dış siyasasının”, çok iyi olduğu söylenemez.

Sayın Beşir Atalay’ın şu tespitleri, “Yani Türkiye kıskanılan bir ülke, bölgede güçlü bir ülke. Hem Avrupa'da hem komşularımızda Türkiye'ye dönük teröre destek veren unsurlar var...”, sanırım bizim daha “millî bir politika” izlememiz gerektiğini göstermez mi? Sırf, küresel köyün muhtarı Amerika Birleşik Devletlerinin hatırı adına, İran ile olan dış politika eksenimizi, negatife çevirdik. İran, topraklarındaki PKK kamplarının tekrar kullanıma açılmasına müsaade vererek, küresel oyuna, kendi adına bir koz hamlesiyle katılmakta, bizler ise, sürekli bize karşı kullanılan kozları seyretmekte veya sonrasında bir şeyler üretmeye çabalamaktayız.

Hâlbuki dış siyasetimiz, “proaktif” yönteme dayanmaktaydı. Her şeyden önce, sorun çıkmadan, sorun çıkması olası mahallerde etkin diplomasi ile, ülke çıkarlarının en “optimal” şekilde sağlanması “sıfır sorun” diskuru, neredeyse “akamete” uğradı! Arap halklarının sorunlarıyla uğraşacağız derken, ülkemizde 30 yıldır güvenliğimizi, huzurumuzu, birlik ve beraberliğimizi tehdit eden terör vakasına, tasfiye edici bir “kararlılıkla” yaklaşılamadı!

Bilmiyorum, ama artık terör hususunda sonuç almaya yönelik plan/stratejiler, ivedililikle uygulamaya konulmalı. Bir de gerçekten de insanları saf yerine koyacak, “Silahlar bırakılsın, eski uygulamalardan ne sonuç alındı, AK Parti de eski devletçi reflekse döndü, olayı askeri-güvenlik konseptine taşıdı...” tarzı değerlendirmelerden de vazgeçelim; sanki devletin güvenlik unsurları, masum yöre insanları ile çatışmakta... Bu arada, bakıyorum da bazı gazeteci/konuşmacılar, Silahlı Kuvvetler ile PKK terör örgütünün arasındaki çatışmayı, “Savaş” olarak isimlendirmekte... Acaba, bu isimlendirme ne kadar doğru ve vicdanî?

 

Erhan SALMAN

erhan.salman@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.