BOP'tan Bir Mesele ve Çok-kültürcülük Yalanı

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Selvihan ÇİĞDEM

 

Bir varmış bir yokmuş diye başlar bütün masallar. Gökten üç elma düşmüş; biri masalın anlatıcısına, biri dinleyenlere, diğeri de masal kahramanlarına… Diye sona erer. Fakat biz bir değişiklik yaptık ve masalı sondan anlatmaya başladık.
 
Masal bu ya güzel ülkemiz işgal edilmiş, son Osmanlı padişahı I.Tayyip bir düşman zırhlısına binip yabancı ülkeye sığınmış. Birisi de çıkıp boğazdaki demirlenen gemileri gördüğünde “geldikleri gibi giderler” dememiş. Ülke doğudan ve batıdan parçalara ayrılmış, Sevr haritası uygulamaya koyulmuş. Türkiye üzerinde etnik milliyete dayalı küçük devletler kurulmuş. Ama gelin görün ki bu devletler kukla devletlermiş; bağımsızlıkları yokmuş. Bağımsızlık garantörlüğü adı altında sömürgeci ülkeler, bu küçük devletlerin kaynaklarını sömürür, insan gücünden yararlanırmış. Bu devletlerin sınırları içinde, ürünlerine pazar yaratır; aynı zamanda kendi kültürlerini de aşılarmış. Sözde bağımsız gibi görünen bu devletler de uygarlık yolunda bir arpa boyu yol alamazlarmış.

Çünkü sömürgeci ülkelerden izinsiz bir bina bile dikemiyorlarmış. Fakat bu küçük devletler aralarında sürekli savaşırlarmış, sınır güvenlikleri yokmuş. Sömürgeci ülkelerin eğittikleri kışkırtıcılar bu devletlerin içinde sürekli olaylar çıkartır ve devletleri birbirine düşürürmüş. Sömürgeci kötü devletlerin amacı bu küçük devletlerin aralarında birlik oluşturup kendisine karşı gelmelerini engellemekmiş. Bu yüzden aralarında demir yumruk oluşturur; kim çıkarına ters bir etkinlik gösterirse onun başını ezermiş. Gel zaman git zaman bu kukla devletlerdeki halk fark etmiş durumu. Fark etmiş ama iş işten geçmiş. Onlar artık alınıp satılan, etinden sütünden yararlanılan kölelermiş artık. Kendi toprağını işleyemeyen, yer altı ve yer üstü kaynaklarını kullanamayan, kaderine razı olan, “big brother”larının isteği doğrultusunda hareket eden piyonlarmış. Sıfırdan başlamak için ulusal mücadele savaşlarını verip, kazanmaları ve kendilerini kabul ettirmeleri gerekliymiş. Gerekliymiş de böyle bir savaşı verecek potansiyel gücü de yokmuş. Gençlerinin bir kısmı eğitimsiz, tüketim tutkunu, uyuşturucu ve fuhuş batağında kıvranırken diğer bir kısmı da sömürgeci ülkelerde onların istediği seviyede eğitim alıp onlara hizmet eden robotlarmış. Halk yoksul ve perişanmış. Ve daha da kötüsü hala kurtarıcı bekliyorlarmış… Fakat bizim bildiğimiz masallardaki gibi ne yazık ki gökten elma düşmemiş. Gökten, bir zamanlar anlatılan “çokkültürcülük” yalanına inanıp ülkesini parçalayanların başına bombalar düşmüş.
 
Tüm bunların bir masal olmasını ben de çok isterdim. Fakat gerçekler acıdır ve ne yazık ki anlattıklarımız olmayacak şeyler değil. Örneklerine yaşarken, çok yakınımızda tanık olduk ve hala olmaktayız. Yugoslavya aynı masalla parçalanmıştı. Irak yine aynı masalla parçalandı ve parçalanmakta. Şimdi sıra Türkiye’ye geldi. Masalın adı yine “çokkültürcülük”.
 
Çokkültürcülük düşüncesi, çok uluslu devletlere, içinde barındırdıkları ulusların kültürlerine sahip çıkma ve onları yaşatma adına bir afyon gibi uygulanır. İlk önceleri kulağa hoş gelen bu liberal kılıflı söylem aslında dışı boyalı şeker olan içi çürük elmadan başka bir şey değildir. Kendileri de çok uluslu olan ülkelerin hiç birisi “çokkültürcülükten” yola çıkarak kendi egemenliklerini ve ulusal bütünlüklerini tehlikeye atmazken, ekonomilerini ele geçirmek istedikleri ülkelerde, özellikle bu ülkelerin büyüme gösterecekleri zaman, devreye sokarlar. Ülkenin kurucu olan halklarını azınlık durumunda gösterip bunları barış, demokrasi ve özgürlük adına ülkenin kuruluş felsefesine karşı ayaklandırırlar. Bunu yaparken de çeşitli taşeronlardan yararlanırlar tabi. Çeşitli sivil toplum örgütleri ile halkın nabzını yoklarlar. Ayaklanma eğilimi olan yerlerde kışkırtıcı eylemlerde kargaşa ortamı yaratırlar. Bölgenin ileri gelenleriyle iş birliği kurup, silahlı örgütlerine maddi kaynak sağlarlar. O bölgeden çıkan zeki çocukları kendi eğitim kurumlarında okuturlar ve ülkelerine geri döndüklerinde siyasetten sivil toplum kurumlarına kadar çeşitli kilit noktaların başına getirirler. Kültürel çalışmalarda bulunup, sanatçıları ve ülkenin satılık aydınlarını o yörenin halkıyla her fırsatta bir araya getirip ezilen edebiyatını içten içe işlerler. Ülkedeki iktidar da bunlara göz yumuyorsa; parçaları yan yana getirdiğimizde bir “Sevr pazılı” ortaya çıkar.
 
“Çokkültürcülük” fikri ile “kimlik çatışmaları” sıklıkla dillendirilir. Sözüm ona ayrıcalık tanınmayan farklı kimliklere, önce haklarını sonra bağımsızlıklarını kazanmaları için destek verilir. Oysa bu ülkelerde fitili ateşleyen liberal devletler; söz konusu kendi ülkeleri olunca; kendi içindeki halklara, sadece kültürlerini yaşatacak kadar özgürlük verir, devletin temellerini sarsacak kadar değil.  Fakat çoğu zaman bunu bile yapmazlar. Çünkü bu gün ABD başta olmak üzere kendini özgürlükçü ilan eden birçok ülkede hala dil, din, ırk ve cinsiyet ayrımı yapılmaktadır. Her şeye rağmen bütünlüklerini korumaya çalışan bu ülkeler, maddi kaynaklarını sömürmek ve görünüşte bağımsız fakat her alanda kendilerinin uydusu olmasını istedikleri ülkelerin uluslarının sahip oldukları kimlikleri zafiyet haline getirip, bundan yararlanmaktalar. İşin gülünç yanı azgelişmiş ya da gelişmemiş ülkelerde kendi liberal söylemlerinin şakşakçılığını yapan gruplar hep sosyalizm ideolojisine ihanet eden ama kendini sosyalist olarak gören kesimler yapmıştır. Oysa bugün insan hakları savunuculuğuna soyunan ülkelerin sicilleri hiç de temiz değildir. Tek tek açıklarsak sayfalar sürer. Amy Gutmann “Çokkültürcülük” adlı kitabında liberal demokratik bakış açısına sahip olduğunu iddia ettikleri eğitim kurumlarında öne sürdükleri şartı şu şekilde dile getiriyor: “…Anayasamız kiliseyle devletin ayrılığını gerektirir, aynı zamanda çocuk eğitiminin kültürel içeriğini belirlemede eyaletlere geniş bir serbestlik tanır. Amerika’da, yansızlık gerektirmekten uzak olan eğitim siyaseti, vicdan özgürlüğü ve kilise-devlet gibi temel haklara tecavüz etmedikleri sürece yerel toplulukları, kısmen özgül kültürel imgeleri oluşturmaya yüreklendirir.” Kendi ülkelerindeki topluluklara şartlı serbestlik getiren Amerika, başka ülkelere gelince parçalamaya yönelik bütün özgürlükçü isteklerin destekçisi oluyor. (Kendi ülkelerinde laikliği korumaya çalışırken Türkiye’de türbanı destekleyen grupları kendi içlerinde beslemeleri gibi)
 
Bir devletin sınırları içinde farklı kültürler o ülkenin manevi zenginliğidir. Bundan dolayı herkesin kendi kültürünü yaşama ve yaşatma hakkı olmalıdır. Aksi halde bunları engellemek, tek tip insan modelli icat etmek faşizanlıktır. Fakat bunun anlamı kendi kültürünü yaşatma adına başka kültürlere saygı duyulmayacağı anlamına gelmemelidir. Hele hele kültürü yaşatma adına başka ülkelerin işbirlikçiliğine soyunma anlamına hiç gelmemelidir. Ülkemizin temellerini yüzyıllardır birlikte harmanlayıp bu günlere getirdiğimiz kardeşlik bağları oluşturur. İktidarın kötü yönetimi ya da kendini bilmez kıkırtıcı satılık işbirlikçilerin yıldırma politikaları içinde bulunduğumuz gemiyi en zor anında terk ettirmemeli bize. Eğer bu gemiye bir şey olursa hepimizin boğulacağını aklımızdan çıkarmayalım. Ortadoğu’nun eş başkanlığına soyunan iktidar başkanı, oradaki oynanan oyunun önemli bir parçası. BOP için attığı her adım ulus olarak bizim sonumuzu hazırlamakta. Amerika’nın oraya “çokkültürcülük” masalı ile uyutarak getirdiğinin özgürlük olmadığını her gün orada can veren onlarca kişiden biliyoruz. Ölen insanlar da özgürlük mücadelecisi değil, sıradan halk. Eğer “çokkültürcülük” masalına inanıp ulusal bütünlüğümüzden tavizler verirsek; yarın öbür gün aynısının bizim ülkenin başına geleceğinden hiç şüphemiz olmasın.
 
Bu arada masalın başını merak edenler için söylüyorum. Masalların başı hep aynıdır; dileğimiz sonu aynı olmasın. Yoksa gökten elma düşmesini beklerken, füze yağmurları altında kalmayalım.
 
iletisim@PolitikaDergisi.com
 
 
 
 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.