Bu Ülkede Kadın Olmak

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Ülkemizde bilimde, kültürde, sanayide etkin olamayanlar, tabir yerinde ise kendilerinin yarsını köreltip diğer yarılarına yaşamdan daha çok keyif hakkı tanımaktadırlar. Bu iş için de dinimizi kullanıp, kadınlarımızı ikinci sınıf yerine koymaktadırlar.

En eski Türk inancına göre, "Han ile Hatun" gök ile yerin evlatlarıdır. Kadın burada yedinci kat göktedir. Kadına, böylesine bir kutsallık veren törede kadının dövülmesinin, horlanmasının imkânı yoktur. Zaten Türk kültüründe ve destanlarında böyle bir durum göze çarpmamaktadır. Türk destanlarında kadın erkeğin daima yanındadır. Onların güç ve ilham kaynağıdır.

Eski Türklerde, özellikle Şamani döneminde, kadınlı erkekli dini toplantılar tertip edildiği, aynı yerde hep birlikte ayinler düzenlendiği, toplantıya katılanların bir daire halinde yere oturdukları, kadın ve erkeklerin mevki ve yaşlarına göre sıralandıkları anlaşılmaktadır. Yakut’larda ‘Isıah’ denilen ayinlerin yapıldığı ve bu ayinlerde kadınların ve erkeklerin el ele tutuşarak meydana getirdikleri dairede ‘hü hü’ diyerek raks ettikleri, hep birlikte kımız içtikleri ve dini merasimi yürüttükleri tarihi kaynakların ortaya vurduğu gerçeklerdir. (1) Kadınlı erkekli bu tür toplantılar, her ne kadar Müslümanlığın kabulünden sonra da bir süre devam etmiş ise de, giderek yok olmuştur.

Buhara’nın Arap orduları tarafından işgalini nakleden Arap kaynaklarından öğrenmekteyiz ki Orta Asya’daki birçok Türk Devletlerinde kadın, devlet başkanlığı sorumluluğu ile görevlendirilmiştir. Nitekim Buhara o tarihlerde, yani 8. yüzyılda, Toksan adındaki bir Hatun Sultan tarafından yönetilmekteydi.

Öte yandan M.S.720 yılında Gültekin (Kül-Tekin) için dikilen Tonyukuk ve 734 yılında Bilge Han adına dikilen Orhun Kitabelerinden anlaşılmaktadır ki, eski Türklerde kadın, siyasal, sosyal ve ekonomik alanlarda özgürlüğe sahip bir varlıktır. Hatırlatalım ki Bilge Hatun, ki Gültekin’in annesiydi, devlet yönetiminde pek başarılı işler görmüştür. Gültekin Han iktidarı, eşi Kutlulu Sultan ile birlikte kullanmıştır. (2)

Belazuri’nin Fütüh Ül-Buldan’ında, Arap ordularının Buhara’ya yaptığı saldırılara karşı Buhara Melikesi Hınık Hatun’un nasıl karşı koyduğu anlatılırken onun, son derece dirayetli ve idareci bir kişiliğe sahip olduğu belirtilir. (3)

Budizm'in kurucusu Buda ise; ilk başlarda kadınları dinine kabul etmemiştir. Eski Türk kadını, Roma kadınından da fazla haklara sahipti. Roma hukukunda kadın, kendi malına hükmedemezdi, vasiyet yapamazdı. Roma hukuku kadını ergin kabul etmiyordu. Onu noksan akıllı sayıyordu. Romalı kadın Jüstinyen devrine kadar tam bir esir hayatı yaşamıştır. Roma'da dul kadının evlenmesi suç sayılıyordu. Yine Çin'de yeni doğan çocuk, erkekse pahalı kumaşlara, kız ise bez parçalarına sarılırdı. İran'da kendilerine eş olan kızlar günahkâr sayılmışlardır. İran'da kanları bozmamak için yakın akrabalarla evlilik uygun görülmüştür. Bu sebepten anaları ve kız kardeşleriyle evlenenler ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde Cahiliye Araplarının kız çocuklarını diri diri gömmeleri acı bir gerçektir. Kız çocuğa sahip olmak şerefsizlik sayılmıştır.

İşte bu dönemlerde, Türk kızları ve kadınları, toplumun şerefli bir ferdi olarak itibar görmüşlerdir. Türk kadınının böyle ihtişam içinde ve saygı görerek yaşaması Türk karakter ve kültürünün yüksek değerini ifade eder.

“Şu inkâr edilemez ki eski Arap gelenekleri İslam hukukunun ayrılmaz bir bütününü teşkil eder. İslam hukuku sisteminin çıktığı kaynak Arabistan’dır ve bu hukuk, Arap hukukçuları tarafından geliştirilmiştir; bu hukuk sisteminde Arap sosyal tarihinin, Arap zihniyetinin ve karakterinin damgasını bulmamız pek doğaldır. Öte yandan İslam’ın, Arapların örf hukukunu ve Arabistan’da uygulanan bu gelenekleri tamamen lağvedip yerine yeni kanunlar getirmiş olduğunu düşünmek doğru olmaz… Eski Arap geleneklerinden pek çoğunu olduğu gibi ya da bazı değişikliklerle İslam hukukunda bulmaktayız…” (4)

Bu gelenekler arasında miras, boşanma ve borçlar hukuku ile ilgili esaslar yer almıştır. Kuran’daki miras ya da borçlar hukuku ile ilgili hükümler, Arapların İslam öncesi uygulamalarının devamından başka bir şey değildir. Özellikle yakınlar ve akrabalar arasındaki miras paylaşmaları buna örnek gösterilir.

Cahilliye çağı ifadesi genel anlamda Arapların din ve toplum yaşantılarının gayr-i medeni adet ve geleneklerini anlatmak için kullanılmıştır. Nitekim o dönemde Arap toplumunda kavgacılık, kan davası gütme, öç alma harp yapılması yasak olan kutsal aylarda bile harp ve yağma yapma, içkicilik, kumarbazlık, riba, tefecilik, soygunculuk, zina, fuhuş gibi şeyler belirgin bir şekilde göze çarpmaktadır. Yine aynı şekilde hayâ duygusu kalmamış, kadın ve çocuklar mirastan mahrum

bırakılmış, evlilik müessesesi bozulmuştur.(5)

Kimi yazarlar günümüzde Arap kalıntılarının ve Arap kültürü sahiplerinin aklanması adına İslam öncesi Arapları olduklarından çok daha medeni göstermeye, özellikle kadın hakları ile ilgili bilinenlerin doğru olmadığı yönünde iddialarda bulunsalar da o döneme ait yazılmış birçok eserde bunun doğru olmadığı detaylarıyla anlatılmıştır.

HZ. Muhammet’in estirdiği muhteşem rüzgâr, kısa bir süre sonra başlayan Emevi ve ardından Abbasiler döneminin yıkıcı faaliyetlerine rağmen Müslümanların bilimde ve fende hızla ilerlemelerine yol açmış, bu konuda binbeşyüzlü yıllara kadar altın bir çağ yaşanmıştır.

Ancak insan hakları konusunda maalesef bu altın çağ ortada yoktur. Özellikle kadınla ilgili kurallar maalesef cahiliye döneminden beri şekil olarak çok değişmişse de öz olarak Müslüman coğrafyasında olduğu gibi kalmıştır.

Hz. Muhammet’in bir eşya değerinde olan kadını başlangıç olarak ikinci sınıf insan şekline sokması ve bunun kadının haklarının alınması ile ilgili ilk adım olduğunu belirtmesi bile kendinden sonra unutulup gitmiştir.

Bu gün kadın Arap erkeğin aklında hala onun koyduğu kuralların yaşandığı tarihteki yerinde durmaktadır. İşte günümüzdeki çatışmanın baş nedeni de budur. Arap kültüründen gelenler veya o kültürü benimseyenler, kadını ikinci sınıf varlık görme kolaycılığından kurtulmak istememektedir. Bu inadına da sadece o kötü dönemden geçişte başlangıç olarak konulan ve geliştirilmesi istenen kuralları bahane etmektedir.

Arap kültürüne sahip Müslüman erkeğinin Kuranı yorumlama biçimi ve o günkü kuralları 1400 yıl sonra da aynen devam ettirme inadının bir nedeni de aslında yaratıcı vasfı ile kendinden bir adım önde bulunan kadını tahakkümü altında tutma isteğidir.

Ülkemizde de kadına yapılan baskı (mahalle baskısı) onu kapatmak, iş ve öğrenme hayatından mümkün olduğunca uzak tutulma çabası, başlık, beşik kertmesi, berdel gibi özünde kadını mal gören cahiliye devrinden kalma Arap kültürüdür.

Türklerin genlerinden getirdikleri kültürlerine göre yukarıda değindiğimiz üzere kadını baş tacı görmeleri doğaldır. Arap kültürü sahiplerinin isyanı, hırçınlığı aslında bunadır. Günümüzde kanunlar ile belirlenmiş kadın haklarının da uygulamada göz ardı edilmesinin, bu düşünceye dinimizin alet edilmesinin arkasındaki gerçek cahiliye döneminden gelen Arap kültürüdür.

Mustafa Kemal, kurulan devletin adını Türkiye Cumhuriyeti koyarak bir anlamda bu Arap âşıklılarının yumuşak bir biçimde çağdaş kültüre geçmesini sağlamak istemiştir. Başaramadıkları her türlü kötülüğü yapmak adına dinimizi kullananların Mustafa Kemal’e olan düşmanlıklarının en büyük sebeplerinden biri de budur. Yani büyük ölçüde din bahane, kadını baskı altında tutmak, mümkünse cahiliye dönemine geri dönmek şahanedir.

Bir önceki yazım olan “Özgürlük mü İslam mı siz seçin” isimli yazıma gelen üç yorum bu gün hangi durumda olduğumuzu anlatma açısından son derece manidardır.

Cem Osman TAMTÜRK

cem.tamturk@politikadergisi.com

Kaynaklar:

  1. (Ahmed Yaşar Ocak, Bektaşi Menakıbnamelerinde İslam Öncesi Motifler, 125.s.)
  2. (Günseli Özkaya Tutsaklıktan Özgürlüğe, Kadınların Savaşı 157,158.s.)
  3. . (Dr. Zekeriya Kitapçı, Müslüman Arap Ordularında Çarışan ilk Türkler” Diyanet Dergisi cild XII, sayı 4, s.239-244)
  4. (Syed Ahmad Moinuddin Habibi, Pre-Islamic Customs of Divorce – in islamic Literature, Lahore, vol. XIII, 1967, No.I s 55-64)
  5. Şehristani, Ebu’l-Feth Muhammed Abdul Kerim b. Ebi Bekr Ahmed, el Milel ve’n-Nihal,

III, Kahire 1986, s.90; İbn, Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik, es-Siretu’n-Nebeviyye,

(Çev:Hasan Ege), .I, s.212 vd.

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.