Çok Şükür

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

“Arife tarif gerekmez”, derler, bilirsiniz.

Peki, “tarif” ya da tarif etmek, ne demek?

- Bu, şudur, çerçevesi budur, demek...

“Bu” dediğimiz şeyin, niteliklerini, nasıl ve nice olduğunu, bağlantılarını, şeklini, içeriğini ve bunlar gibi ilgili ve ilgisiz her türlü yönünü belirtmek demek, çerçevelemek demek...

İnsanın beyni, tariflerden başlıyor bir şeyi anlamaya, tanımaya ve tanımlamaya…

Ve sonra insanoğlunun, bir başkasına bir şeyler anlatırken, mutlaka, o başkası ile bu “tarifler” üzerinde anlaşması ve el sıkışması gerekiyor...

Aynı dille konuşmak, aynı kültürün içinde bulunmak, işte bu tarifler silsilesinin birçoğundaki [toplumsal] mutabakatı anlatıyor.

Ancak insanın beyni, bir şeyi tarif ettiği noktada ve o anda, birden bire duruyor... Ve kendisine küçük bir mola bahşediyor...

Bu şudur ve şunlardan meydana gelmektedir, biçiminde bir karara varan; yani bir “tarif”e ulaşan insan beyni, kırmızıyı görmüş şoför gibi, kendiliğinden, kafasının bir yerlerindeki frene basıyor. Ve zınk-gadanak, durduruyor düşünme eylemini...

Ya da hiç değilse, erteliyor.

Ancak, tarif etmeden yaşayamıyoruz... Eşyayı, insanları, sokakları, aşkı, kavgayı, dostu, düşmanı ve nedensellik bağlarını tarif etmekten kendimizi alamıyoruz…

Aslında kategorize edilerek soyutlanmış “statik nitelikli” tariflere dayanmadan, onların sırtına, kafasına ve ayağına basmadan düşünemiyoruz bile...

Ve sonra da, bazı bazı ve usulcacık, “tarifsiz kederler içinde...” kalabiliyoruz...

Ama, tarif etmenin düşünme edimini durdurduğu yönündeki “bilimsel” dedi-kodulara rağmen, tarif etme eyleminden de korkmuyoruz, kaçınmıyoruz...

Peki… Bizler kimleriz?..

- Çoğul tekiller.

- Akılsız tilkiler…

Sürüden ayrıldığı için “kurt”un yakalayıp, bir köşeye istif ettiği... Omuriliği ile düşünüp, beyniyle gülmeye çalışan ve bir takım terslikler ve hakem hataları yüzünden yakasına iliştirilmiş olan “kafa-kağıdı”na birden çok nitelik yazılmış “sade suya tirit” bireyler, yurttaşlar... Vatandaşlar!

Televizyon dizilerinin yarattığı boyalı değer yargıları içinde yüzme öğrenmeye çalışan “reyting” kurbanları...

Koca şairin, “Güzel günler göreceğiz çocuklar”... dizesindeki “çocuk” olan garip kişiler...

Evet, bizleri 23 Nisanlarda [bir gün için dahi olsa...] belediye başkanı ya da Başbakan bile yapmadılar... Unuttular.

Ancak yapsalardı, görürlerdi günlerini!.. Ama neyse; bu konu da başka bir fasıl; başka bir “tarif..”

Biz, “tarifsiz kederler içinde”n silkinip, “Güzel günler görmeye” çevirelim, umut, hedef ve rotalarımızı...

“Motorları maviliklere sürmeye” döndürelim gönüllerimizi…

Ne de olsa, dört yanı masmavi denizlerle kaplı kentlerimiz var, irili ufaklı…

Ve o irili ufaklı kentlerimiz içinde de her biri birer nitelik abidesi “Kent Meclisleri”miz var; işlev yüklü, demokratik ve kültür mozaiği…

Buna da şükür Ya Rabbim; şükür bizlere bu günleri yaşatanlara, şükür…

Çok şükür!..

faruk.haksal@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.