"Cumhuriyetsiz Demokrasi"

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Bizim liberaller, siyasal literatüre yeni bir terim daha eklediler : "Cumhuriyetsiz Demokrasi"...

Daha önce de bilirsiniz: "Darbeci Solcular", "Solcu Faşistler", "Darbeci Kemalistler", "Muhafazakâr Liberaller", "Liberal Muhafazakârlar" "Diktatör Kemalistler", "Diktatör Mustafa Kemal" vb. gibi siyaset bilimcileri "güldürecek" terimler icat etmişlerdi...

Şimdi de yeni terimleri "Cumhuriyetsiz Demokrasi"... Sanırım bu, asıl dile getirmek istedikleriydi... Yeni yeni söylüyorlar... Hani meşhur deyişle "konjonktür müsait " (yani "emperyalizm bunlardan yana" demek diye okuyun) ya...

Bilen bilir, ben epey eski bir tarihte "Batı Gerçekten Laik mi?" diye bir yazı yazmıştım Milliyet Blog' da... O yazıda "Cumhuriyet" olmayan; ama sözde "demokrasi" olan “batı” ülkelerinden söz etmiştim... İngiltere, İspanya, Danimarka, İsveç falan gibi...

Şimdi Cumhuriyet neydi?

"Hakimiyet"in ne gökyüzünde (yani Tanrı'da), ne Tanrı'nın yeryüzündeki temsilcilerinde (yani ruhban veya ulema sınıfında), ne bir sınıf veya zümrede (yani kral, padişah, şah zümresi), ne de bir siyasal düşüncede (yani bir partide) olmadığı; hakimiyetin "kayıtsız şartsız" halkta olduğu bir rejim... Kısacası, "hakimiyet halkındır" rejimi...

Bu anlamda, yukarıda adını andığım batılı ülkelerde bir cumhuriyet olmadığından hakimiyet bir zümrenin elindeydi... Ama bu ülkelerde demokrasi vardı...

Demek demokrasinin olması için bir cumhuriyete gerek yoktu...

Peki demokrasi neydi o zaman?

Kısa ve öz tanımıyla, "yönetilenlerin, yöneticilerini kendilerinin oylarıyla seçmesi" idi... Yani, seçimle "çoğunluk" elde eden kitle, yönetime hakim oluyordu... Eskiden yüzde 51, yüzde 49 diye belirlenen bu çoğunluk, gelişen (!) demokrasi sonucunda bazı ülkelerde yüzde 32 ile, yüzde 68'e karşı yönetici olabiliyordu... Yüzde 68 bir partide toplanmadığından yüzde 32 toplayan parti iktidar olabiliyordu...

Belki bu yüzden bazı siyaset bilimciler "demokrasi" için "sözde çoğunluğun, sözde azınlığa tahakküm rejimidir" diyebiliyordu... Hatta Rousseau bile "Sözcüğün tam anlamıyla gerçek bir ‘demokrasi’ hiçbir zaman mevcut olmamıştır." demişti bile...

Çünkü "demokrasi"de halkın oyunu almak önemliydi ya, halkın oyunu almaya yönelik kurulmuş siyasal partiler, şu veya bu yolla (bazen de yalan söyleyerek) halkın oylarını partilerine topluyor, iktidar olabiliyorlardı... Şu veya bu yolla iktidar olmuş partiye "oy" atmamış halkın "demokrasilerde" pek sözü geçmiyordu... Yok yok, sözde seçimle iktidara gelmiş iktidar partisi, "tüm halkın" partisi görünümünü oynuyordu da, bizim (Türkiyemizin) gibi ülkelerde iktidar partisine oy atmamış iller, ilçe; ilçelerler köy yapılabiliyordu... “Menderes demokrasisi”nde bunlar yaşanmıştı...

Günümüz iktidarı da, kendi partisini seçmemiş illerin belediye başkanlarına tek kuruş yardım yapmaz; hatta varsa hazineye borçlarını tahsil etmeye çalışırken, kendi partisinin belediye başkanlarına da hazineden para yağdırmaya devam edebiliyordu. Hatta bu iktidar partisinin bazı milletvekilleri seçim konuşmalarında "açıkça" "bizi seçmezseniz ilinize para vermeyiz" diyor, diyebiliyorlardı... İktidar partisiydiler ya… Ne de olsa...

Bu rejimin de adı "demokrasi" oluyordu...

Şimdi böylesi bir "demokrasi" savunanlar, bir de "Cumhuriyetsiz Demokrasi" kavramı ortaya atıyorlardı...

Epeydir yazılarında halifelik ve saltanatın kaldırılmasına karşı çıkıyorlar; Kemalistlerin bu iki kurumu kaldırırken "halka danışmadıklarını" söylüyorlardı ya, şimdi "Cumhuriyetsiz Demokrasi" diyerek, sözcüğün tam anlamıyla, "meşruti bir demokrasiyi" savunuyorlardı... Yani, halifeli / saltanatlı bir demokrasi...

Savunanlar da kim? Kendilerine “liberal” diyenler....

Bunlar ya liberalizm ne bilmiyorlardı ya da konjonktür gereği (yani emperyalizm istediği için) 1923'te cumhuriyet kuran ülkeye, 2011 yılında hâlâ meşruti monarşi olan ülkeleri demokrasi ülkeleri diye örnek sunuyorlardı...

Oysa koca Osmanlı’da 1876 / 1908 iki meşrutiyet yaşanmıştı...

Şimdi bu liberaller Cumhuriyet’e numara vermekten vazgeçmiş (konjonktür gereği canım...) “Üçüncü Meşrutiyetçilik” savunur duruma düşmüşlerdi...

Üçüncü Meşrutiyetin padişahı belli idi de halifesi kimdi?

Hadi bu adı bulmayı size bırakayım sayın okurlar...

Ufuk.Kesici@PolitikaDergisi.com

 

Yorumlar

adının baş harfi F...

adının baş harfi F...

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.