Demokrasi, Taktik Hesaplara Kurban Edilemez!

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Ülkemizin “emperyalizme bağımlılık” ile birlikte diğer en önemli ve en temel sorunu, yozlaşan demokrasimizdir. Bu nedenle her hükümetin attığı her yeni adımı, bu iki ana sorunun ışığında dikkatle ele almak durumundayız.

Hükümet nihayet çok beklenen demokrasi paketini açıkladı. Adında “demokrasi” geçen bu paketin gerçekten demokrasimize bir katkısı olacak mı? Değerlendirmemiz gereken temel soru budur.

İzlendiği kadar paket, birçok çevrelerce “Yetmez ama evet” sloganıyla karşılandı. Bu slogana katılanların arasında ana muhalefet te var. Bu pakete “Yetmez” diyenlerin en başında PKK ve onun legal sözcüleri olan BDP politikacıları oldu.

Ahmet Türk, açıklanan paketi, “iç boş kabağa” benzetti. BDP Diyarbakır milletvekili Emine Ayna ise “Tanıdığımız tek paket, Kürdistan’a statü,  Öcalan’a özgürlüktü, ” dedi. Yalaka ve yandaş basın zaten hep bir ağızdan paketi  “demokrasimiz için olumlu” olarak selamladılar.

Yukarıda yanıtını bilmek istediğimiz, “Bu paket demokrasimize bir katkı yapıyor mu”  sorusunu ben, henüz tam bir analiz yapmadan kesin ifade ile şöyle değerlendiriyorum: Bu paketle hükümetin gerçek amacı,  asla deforme olmuş demokrasimizi reform etmek değildir!

Paket yakından incelendiğinde, AKP Hükümetinin bu paketle üç kuş vurmak istediği ortaya çıkıyor:

·         Önümüzdeki yıl yapılacak olan iki önemli seçim sonuna kadar PKK’yı oyalamak,

·         Laiklik ve Cumhuriyet düşmanlığını Türkiye Cumhuriyetine iyice yerleştirmek ve

·         Gittikçe oyu düşen AKP’ye de mecliste daha fazla temsil olanağı sağlayacak olan seçim sistemini, muhalefetin de desteğini sağlayarak halka kabul ettirmektir.

Demokrasi paketini büyük bir sır gibi saklayıp, yeni siyasi dönemin hemen başında büyük bir tantana ile açıklayan Başbakan Erdoğan; paketin “Yetersizliği” eleştirilerine, daha doğrusu PKK ve legal sözcülerinin hayal kırıklığına karşılık hemen kendi üslubuyla, “Bu paket, öncü paket; devamı gelecek!” ile yanıt verdi. Böylece Başbakanın bu paketle asıl maksatlarından birinin, gerçekte demokrasimizin kalitesini yükseltmek değil, PKK’yı oyalamak olduğu, iyice gün yüzüne çıktı. Başbakanın, PKK’ya verdiği mesaj, ”Bekle; yavaş yavaş senin taleplerini de birer birer yerine getireceğiz!” mesajıdır. Basit bir oyalama taktiği!

***

Bir girişimin veya bizdeki yaygın ifadesiyle bir açılımın demokrasiyi geliştirip geliştirmediğini objektif olarak değerlendirebilmemiz için özellikle iki konuya özel önem vermemiz gerekir: Söz konusu olan açılımın

·         Demokrasi kavramının üç temel değeri olan Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik kavramlarıyla olan bağlantısı ve

·         Açılımın yapıldığı ülkede bu açılımın demokrasinin sorunlarına getirdiği çözümlerdir.

Hepimiz bilir ki demokrasi, ünlü 1789 Fransız devrimiyle birlikte insanlık demokrasi kültürüne Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik kavramları temellerinde yerleşmiştir. Bu nedenle demokrasiyi daha nitelikli, daha kaliteli veya daha ileri demokrasi haline getirmek demek, aslında demokratik bir toplumda özgürlükleri genişletmek, vatandaşlar arasında eşitliği yaymak ve o toplumda kardeşliği de daha da kökleştirmek demektir.

O halde biz de, Başbakan Erdoğan’ın büyük tamtamlarla açıkladığı bu son demokrasi paketinin gerçekten Türk demokrasisine katkı yapıp onun kalitesini yükseltip yükseltemeyeceğini, yine demokrasinin bu üç değeri ile ölçerek ve de bu paketin ülkemizin demokrasi sorunlarına ne derecede çözüm getirdiğini göz önünde tutarak objektif bir değerlendirmek durumundayız.

Önce ülkemizdeki demokrasinin sorunlarına, tarihi gelişim içinde kısa bir göz atmakta yarar var. Ülkemiz, parlamenter demokrasi rejim ile kurulmuş bir cumhuriyettir. 1946 yılına kadar tek partili olan Türk demokratik parlamenter rejimi, 1946 yılından itibaren çok partili bir nitelik kazanmış; 27 Mayıs 1960 askeri demokratik devrimiyle de çok büyük bir gelişme kaydetmiştir.

Evet, 27 Mayıs 1960 askeri harekâtının gerçekten de demokrasimize büyük katkıları olmuştur. Çünkü bu ihtilalle birlikte ülkemizde ifade, basın, örgütlenme ve gösteri özgürlükleri büyük ölçüde genişletilmiş; sosyal ve siyasal alanda eşitlikler anayasal güvence altına alınmıştır.

Fakat Türk demokrasisin 27 Mayıs ile yaşadığı bu atılım çok sürmemiş; daha 10 yıl geçmeden TSK’nın komuta kademesindeki generallerin 12 Mart 1971 muhtırasıyla büyük bir darbe yemiştir. 12 Mart 1971 dayatmasıyla 1961 Anayasasının getirdiği birçok özgürlükler kısıtlanmıştır.

Ancak ülkemizdeki parlamenter demokrasiye en büyük darbeyi 12 Eylül 1980 faşist askeri vurmuştur. Türk Demokrasisi, bu darbeden sonra sakat kalmış, yozlaşmış tamamen deforme olmuştur.

12 Eylül 1980 askeri faşist rejimin bugün hâlâ geçerli olan, AKP dâhil 1980 sonrası bütün hükümetlerin tepe tepe kullandığı ve demokrasimizi yozlaştıran en önemli yasal düzenlemeleri şunlardır:

·         İfade, Basın ve Örgütlenme özgürlüklerini engelleyen bir dizi yasal düzenlemeler yapılmıştır.

·         % 10 seçim barajı ile temsilde adalet yok edilmiş; yani eşitlik ilkesi yaralanmıştır.

·         Siyasi Partiler Yasasının Parti liderlerine vekil adayı belirlemede tanıdığı yetki ile otomatikman büyük partilerin liderleri “dikta” eğilimine itilmekte, iktidar olan büyük parti liderleri de bu yetki ile meclis ile hükümeti tek başlarına kontrol edebilmektedirler.

·         Seçmenlere milletvekillerini değil de sadece bir siyasi partiyi seçmeye zorlayan seçim sistemi, yukarıdaki parti liderlerine “diktatörlük” olanağı tanıyan Siyasi Partiler Yasası ile birleşince; büyük siyasi partilerin liderliğinde yasama(meclis) ve yürütme(hükümet) tekellerine almaya imkân tanımaktadır. Böylece seçim sistemiyle Siyasi Partiler Yasası birlikte “Güçler Ayrılığı” ilkesini yok edilmektedir.

·         Milletvekillerine tanınan sınırsız dokunulmazlıkla yolsuzluk, rüşvet vs. gibi ahlaksız, hukuksuz ve yasa dışı örgütlü suçlara yüksek düzeyde siyasete koruma tanınmıştır.

·         Hükümetin (yürütmenin) birer üyeleri olarak Adalet Bakanının başkanı olması ve Adalet Bakanı Müsteşarının birinin de doğal üyesi olması nedeniyle Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) büyük ölçüde yürütmeye (hükümete ) bağımlı bir kuruluş haline getirilmiştir. Böylece hâkim ve savcıların atama, terfi ve özlük işlerini yöneten HSYK üzerinden hükümet, yargı üzerinde geniş bir kontrol imkânına kavuşmuş; zaten meclis ile hükümet arasında yok olan “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesi, bu kez yürütme ile yargı arasında da yok olarak adeta tek adam diktası, demokrasimizin temel karakteristiği haline gelmiştir.

·         Eşitlik ilkesine aykırı olarak halkın vergileriyle sadece büyük siyasi partilerin siyasi faaliyetleri finanse edilmektedir.

·         Siyasi partilere seçimlerde işbirliği yapmaları resmen yasaklanmıştır.

AKP, 11 yıldır iktidardadır. AKP, bu süre içinde yukarıda saydığımız 12 Eylül 1980 askeri darbenin demokrasimizi sakatlayan yasal düzenlemelerin değiştirilmesi konusunda hiçbir çalışma yapmadığı gibi bu düzenlemeleri kendi siyasi çıkarına sonuna kadar kullanmıştır. AKP, hatta bunlarla da yetinmemiş; 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandumla kabul edilen anayasa değişiklikleri ile de Türk yargısını tümüyle denetim altına almıştır.

Üstelik AKP, 2008 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından “Laikliğe Aykırılığın Odağı Olma” gerekçesiyle cezalandırılmıştır. Oysa laikliğe karşı olan bir siyasi hareketin demokrat olması hemen hemen imkânsızdır. Çünkü laiklik, demokratik bir rejimde vatandaşlar arası dini inanç özgürlüğünün ve eşitliğinin yegâne teminatıdır.

Kısaca; 11 yıldır faşist 12 Eylülden miras kalan anti demokratik düzenlemeleri tasfiye etmeyen, onları kendi siyasi rantı için tepe tepe kullanan, ayrıca kuvvetler ayrılığı ilkesini tamamen yok ederek ülkede yargıyı kendisine tamamen bağımlı yapan, mahkemece laiklik karşıtlığı sabit olan, Gezi Parkı Halk kalkışmasında vatandaşların “gösteri ve yürüyüş temel hak ve özgürlüklerini” ayaklar altına alan AKP’den demokrasimizin kalitesini yükseltmesini beklemek büyük bir saflık olacaktır.

Kaldı ki Başbakan Erdoğan’ın demokrasi ile ilgili düşüncelerini herkes tanımaktadır. Başbakan Erdoğan demokrasiyi siyasi amacına erişmek için kullanılan bir tramvaya benzetmektedir. Onun siyasi amacı ise, M. K. Atatürk’ün liderliğinde kurulan laik, demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetini tasfiye etmek, yerine dini temellerde tek adam diktasını kurmaktır.

Aradan çok zaman geçmedi. Gezi Parkı olaylarında hükümetin ve Başbakan Erdoğan’ın normal bir demokratik bir rejimde vatandaşların en doğal bir özgürlüğü ve anayasal demokratik hakkı olan, gösteri ve yürüyüş hakkını kullananlara karşı ne kadar gaddar davrandığı ortada! Bu olaylarda 6 vatandaşımız yaşamını yitirmiş, 13 genç insanımızın gözü çıkarılmış binlercesi yaralanmış ve nihayet gösteri düzenleyen sudan bahanelerle tutuklanarak haklarında dava açılmıştır.

***

Açıklanan demokrasi paketinde özgürlükleri genişleten hiçbir hüküm olmadığı gibi, tam tersine özgürlükler kısıtlanmaktadır. Pakette, anayasamızın 34. Maddesine aykırı olarak vali ve kaymakamlara vatandaşların gösteri ve yürüyüş hakkını yasa dışı ilan etme yetkisi verilmektedir. AKP bunu İstanbul Valisi üzerinden Gezi parkında de facto zaten uygulamıştı; şimdi bu yasa ve hukuk dışı uygulamaya AKP, “demokrasi paketiyle” hukuki kılıf geçirmeye çalışıyor.

Bilindiği gibi ülkemizde vatandaşların özgürlükleri “uzun tutukluluk süreleri” ile gasp edilmektedir. Gerek AİHM ve gerekse Anayasa mahkemesi 3-4 ay önce uzun tutukluluk sürelerini azami 5 yılla sınırlamış, bu konuda yasa düzenlemesi için hükümete bir yıllık süre tanımıştı. Neden çok demokrat olduğunu iddia eden AKP, bu pakette bu düzenlemeyi yapmıyor?

Paket aslında Türkçe alfabeye eklenmesi düşünülen Q,W ve X harfleriyle; köy, belde ve kasaba isimlerini yerel dillerde uygun isimlendirilmesiyle; ana dilde özel okullarda eğitime izin verilmesiyle; yine siyasi partilerin Türkçenin dışındaki dillerde siyasi propaganda yapma olanakları tanımasıyla vs. PKK ve BDP ’nin ağzına bir parmak bal çalmaya çalışmaktadır. Ancak PKK’nın bu basit ve kozmetik tavizlerle tatmin edilmesi ve oyalanması zor görünüyor. Diğer taraftan paket, siyasi İslam’ın bir sembolü haline gelen türbanı tamamen kamuya sokmaya çalışıyor. Bu girişim, çok açık olarak Türkiye Cumhuriyetinde Atatürkçü laikliğin sonu demektir.

Ülkemiz demokrasisinin en temel sorunu olan % 10’luk seçim barajı konusu ile ilgili pakette yer olan husus ise tam bir bilmece! Çünkü paket bu konuda tartışılması için % 5 lık daraltılmış seçim bölgesi veya barajın olmadığı dar bölge seçim sistemini seçenek olarak önermektedir. Bu seçim sistemleri, ülkemizin “temsilde adalet”, yani demokrasinin “eşitlik” ilkesini düzeltmediği gibi, tam tersine tamamen bozmaktadırlar.

Pakette ülkemizin önemli bir kesimini oluşturan aleviler için tek bir sözcük dahi yer verilmemiştir. Öte yandan yeni kuşaklarda Türk ulusal bilincinin gelişmesine büyük katkı yapan “andımız” ın okullardan kaldırılması düşünülmektedir.  ‘Türk milletini” ayaklar altına alan bir siyaseten de başka tülü bir çözüm beklenemez zaten!

Dürüstlük gereği; pakette tek olumlu husus olarak, siyasi partilere hazine yardımının artık seçimlerde % 3 oranında oy alan bütün partilere verilmesi olduğunu da burada belirmek durumundayız.

Özetle bu paketin demokrasimize hiçbir katkısı yoktur. Aksine onu daha da deforme etmektedir. Paketin asıl amacı, PKK’yı seçimler sonuna kadar oyalayarak kazasız belasız seçimleri atlatmaktır. Bu ara Türkiye Cumhuriyeti’ni tasfiye eden karşı devrimci, gerici hamlelere de devam edilmekte; özellikle laiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerden biri olmasının üstü çizilmektedir.

AKP demokrasiyi bir araç olarak kullanmaya devam ediyor. Ancak demokrasi, böyle basit taktiksel hesaplara kurban edilecek bir değer değildir.

Gerçek demokrasi, ülkemizin ihtiyaç duyduğu en önemli bir konudur!  

Yaşasın tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye! 

 

Mehmet ÇAĞIRICI

mehmet.cagirici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.