Durdurun İçinizdeki Canavarı

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Gökhan YILMAZ

Durun başlangıçta size bir bilmece sorayım.

Geliyor, hazır mısınız?

Yeryüzünün en kutsal, en güzel kavramlarından biri olan fakat ülkemizde tam aksine, insanları doğduğuna pişman eden, tarihsel hata yaparak asimile etmekle karıştırılan kavram hangisidir?

Kiminiz tahmin etmiştir…

Ben dile getireyim: Çağdaşlık, Çağdaşlaşma, Çağdaşlaştırma.

Dünden bugüne hepsi yanlış anlaşıldı bizde.

CHP İzmir milletvekili Birgül Ayman Güler’in sarf ettiği sözlerle başlayan ve kamuoyunda ırkçılığı gündeme taşıyan tartışmalar henüz sonlanmamışken, birliği kaybolan partinin bir diğer mensubu, Ankara milletvekili Gülsün Bilgehan yeni bir bomba patlattı yakın zamanda. Özellikle Hüseyin Aygün’ün çabalarıyla gündeme gelen ve gerek ulusal anlamda gerekse parti içerisinde farklı türden tartışmaları doğuran 1938 Dersim olayları konusuna değinen Bilgehan, sürgünlere giden kızların iyi eğitim aldıklarını, modernleştiklerini ve ayrıca Dersim çıkartmasının tamamen çağdaşlaştırma, iyileştirme amaçlı cereyan ettiğini dile getirdi.

İsmet İnönü’nün de torunu olan Bilgehan bu sözleriyle, Türkiye’deki gökten inme inkılaplar, yeniliklerle mutlu olan, çağdaşlaştırma adı altında bir zümreyi ezme, insanlıktan çıkarma derecesinde muamele yapmayı birincil vazife sayan insanları meşrulaştırmış oldu.

Türkiye’nin en büyük sorunudur bu…

Gökten inme inkılapların ‘’devrim’’ olduğuna inanmak.

Cahil kalmış, eğitim yoksunu insanların yöresine yenilik götürmek güzel, çok güzel bir faaliyet. Fakat Gülsün Bilgehan’ın da gayet doğal ve meşru olarak gördüğü bu şekilde mi?

Elbette hayır.

Bir ülkede zayıf kalmış, eğitim yoksunu, cahil insanların yöresine yenilik götürecekseniz, çağdaşlaştırma çabalarına girecekseniz öncelikle temel ihtiyaçlarını karşılarsınız. Susuz kalmış köylere su, okulsuz kalmış mecralara okul götürür, ağaçsız tarlalara ağaç dikersiniz. Açlar birbirini yer, karnı aç olanları doyurursunuz…

Patikaları asfaltlar küçük çocukların okula rahat ve zamanında gitmesini sağlarsınız. Evine üç kuruş götürebilmek için saatlerce tarlada çalışan çiftçinin yanında olur, yaptığı işte onu desteklersiniz. Fırsatlar el verdikçe kütüphaneler açar, okumayı sevdirirsiniz. Okuyan insan değişir, okuyan insan çağdaşlaşır zira…

Siz yeter ki bir topluluğu çağdaşlaştırmak isteyin, daha neler yaparsınız neler. Birçok yolu, yöntemi var bunun.

Peki çağdaşlaştırma adı altında yozlaştırmak, toplum içerisinde yabancılaştırmak, adeta insanlık sıfatından çıkartmak için neler yaparsınız?

Sabaha karşı insanların evini basarsınız, kimseyi dinlemez gelen direktiflerin ve omuzunuzdaki rütbelerin arkasına sığınarak çoluk çocuk, kadın erkek demeden alır dere kenarına götürür, dakikalarca kurşun yağdırırsınız üzerlerine. İnsanların saçlarını -halk arasında eşek tıraşı da denir- sıfıra vurursunuz sessiz çığlıklarına kulak asmadan. Neredeyse bütün ailelerin küçük kızlarını toplar, şehirlere getirirsiniz. Güya okutup, hepsini topluma kazandıracaksınız. Oysa o kızların birçoğu geldikleri evde temizlikçi, besleme muamelesi görürler. Daha şanssızları evin erkeği tarafından tecavüz ve darp olaylarına maruz kalır. Bu da yetmez ki size, elbette ağzınızın salyaları akarak eyleme döktüğünüz bu zulmü resmetmek, ölümsüzleştirmek isteyeceksinizdir… O insanları birer eşya gibi ite kaka bir araya getirerek poz vermelerini sağlar, kendiniz de pis pis sırıtırsınız.

 

 

İşte bu iki muamele vardır…

Birincisi gerçek çağdaşlaştırmadır. Bilirsiniz çünkü, devrim denen şey zaman ister, emek ister, öyle bir anda olacak iş değildir. Önce halkı yavaş yavaş hazırlarsınız buna.

İkinci yöntemin ise salt adı çağdaşlaştırmadır. Kendisi, özü modernleştirirken köleleştirme, sisteme makine yetiştirme, yozlaştırma, insanlıktan çıkarma, isimsizleştirme, kimliksizleştirmedir.

İşte ulusalcıların idrak edemediği, anlamak istemediği de bu. Evet tepeden inme devrimlerle, insanların başına vura vura gerçekleştirilen reformlarla birileri şehirlere göçtü, iş tuttu, para kazandı, evi- arabası oldu. Fakat yine o birileri yurtsuzlaştırıldı, yalnızlaştırıldı, isimsiz kaldı.

Bunların hepsi yaşandı. 1994’te Ahmet Kaya Siyaset Meydanı’na katıldığında çok manidar bir cümle sarf etmişti: ‘’İnsanlar evlerinin arka bahçelerindeki elma ağacını özlüyorlar.’’  Siz bu insanları evlerinin arkasındaki elma ağacını özlemeye zorluyorsanız şayet; sizin çağdaşlaştırmanız, Batılılaştırmanız tam anlamıyla zulümdür, zalimliktir.

Sadece Dersim’in insanları değil, bu zalimliğe, bu kötülüğe maruz kalmış tüm halklar yaşadı bunları. Onlara bunları yaşatanlar özür dileyip, bu yaraları sarmaya, bu acıları unutturup, o insanları topluma yeniden kazandırmaya çalışacaklarına hala pişkince yapılan işleri onaylamaya ve desteklemeye çalışıyorlarsa, hem politik hem kültürel hem de insani yönden birçok şey tersine yol alıyor demektir.

Sizin çağdaşlığınız da, modernliğiniz de, yeniliğiniz de hiçbir şey ifade etmiyor demektir, sürgün insanların gözlerindeki yaş kurumuyorsa…

Kaybolan benliğimizi yeniden bulabilmek ümidiyle;

Bozmak mümkün ise aklım bikrini,

Boz da bakir iken dul gönder beni.

Hakkın mekanından özge bir mekan,

Bulmak mümkün ise bul gönder beni... (M. İSLAMOĞLU)

 

 

Gökhan YILMAZ

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.