Enstantane

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Sevda EĞER

   Nereden geldiği bilinmeyen sesler duyar bazen âdemoğlu. Kimileri olgunlukla karşılar durumu. ‘İçimden gelen ses’ der gaibe. Kimisi ise seçilmiş sayar kendini; kâh kâhin, kâh Mesih oluverir âlemin üstüne.

   Kimisi falcı kehanetiyle ömür biçerken karşısında umut uman garibe, kimisi ölüyü döndürür öpülesi hekim elleriyle. Şaşarım zaten şu falcılara para verenlere de.

   Dünya dolanırken etrafında, bilmem kaç yüzyıldır doğru anlayan durur, durduğu yerde; yanlış anlayan ise döner cihanla beraber tek ayak üstünde.

   ‘Vah garibim’ derim böyle mahlûklar görünce. Anlamışsın; lakin yanlış anlamışsın, kal özünde, döner dünya senin yerine.

   Bir gariptir yurdumda insan manzaraları. Bir insanın fikirlerini dinlerken, bir saat içinde; hem sağcı, hem komünist, hem laik olduğunu duymuş akabinde de aynı kişinin Cuma günkü tarikat toplantısına katılmam için beni ikna etmeye çalıştığını hayretle fark etmişimdir. Bundan dolayı, şanslı bile bulmuşumdur kendimi; fakat karşımdaki için aynı şeyi söyleyemem. Zira ne dediği hakkında zerre kadar fikri yoktur. Kaç kişilik barındırdığının farkına, bilmem ne zaman varacaktır.

   Böyle durumlarda, asla uyarma gereği duymam karşımda konuşanı; çünkü bilirim saflık ve cehaletten kaynaklı bir şuursuzluktur, ona o sözleri söyleten. ‘He’ der, yürürüm yoluma; memleket meselelerine değinmiş olmanın haklı gururunu yaşasın diye bırakırım çelişkileriyle baş başa.

   Bazen iyileşmesi mümkün olmayan hastalara yalancıktan ilaç veren doktorlar olurmuş. Yani ‘bak tedavi ediyoruz’, ‘umut var sende’ hesabına moral icabı vitamin... Onun gibi…

   Zaten bu milletin başına ne gelse fevrilikten gelir. Savaşçı ya atalar… Sürekli bir mücadele, harala gürele durumu mevcuttur. Kavgasız düğün olmaz mesela. Kavgasız ekmek kuyruğu da… Hele SSK... İtişip kakışmadan karne yaptırmanın tadı mı olur? Bir futbol sevincimiz vardır ki şiddetinden durulmaz, hiddetinden geçilmez. Tabii, bela illa dışarıda bulmaz seni; bazen ayağına kadar gelir. Misal; bir kişi çıkagelir gece vakti hanene. ‘Kap’ der taşı sopayı, ‘hesap vardır görülecek’. Onca yıllık dosta sebep sormaz delikanlı adam. Anlamaz, sormaz atlayıverir düşmanın (!) üstüne.

   Lakin aklıselim kişi olsa, diyeceği malumdur aklıevvellerin yüzüne. Ne çare ki sakinlik ve uzlaşı nutkunu havada dönen kargalar bile dinlemeden uçacaktır, hiç onun olmamış dostları ile birlikte.

   ‘Türbana hayır’ mitinginden yenice dönmüş olan ateşli demokrat; heyecanla yapılan konuşmaları, gördüğü ünlüleri, maruz kaldığı tartaklanmalardan nasıl çevik hareketlerle sıyrıldığını nefes almadan anlatırken komşusuna; aslında, komşunun kızının da bir tesettürlü olduğunu ve bu yüzden üniversiteye gitmediğini hatırlaması komik, değilse trajiktir; ancak gönül alma, aynı ezberden geçmektedir; ‘ay yanlış anlama; siz farklısınız, onlar gibi değilsiniz, alınmadın değil mi şekerim’.

   Yıllarca o partiye sövülür, bu başkana küsülür. Lakin parti de başkan da sayemizde koca bir dağa dönüşmüştür. Her defasında olduğu gibi döner dolanır o mühür, yine aynı partiye vurulur. Vurulur ki otuz, kırk, hatta elli yıldır aynı siyasilerin hükmü sürülür. Çelişkilerden geçilmez güzel yurdumda. Çoğu insan kavramları okumaya, anlamaya zahmet etmez. Mantığımız değil, duygularımız hâkimdir beynimize.

   Her lafın altında bir bit yeniği ararız. Yan bakana çatar, düz bakana çarpar, çok gülene kızar, ağlayana yanarız.

   Delidir bizim kanımız. Duramayız durduğumuz yerde. Bir avuç kara parçasında bile. Daima rızkımızı başka topraklarda ararız. Kâh göçeriz, kâh konarız. Lakin konduğumuzla kalmayız. Uzun uzun uzak ufuklara dalarız. İş de para da o uzak illerdedir düşümüzde. Ne hazindir ki eş zamanlı düşeriz tongaya! Hayallerimizi süsleyen şehirdekinin de aklı, çoktan gezinmektedir bizim illerde!

   Velhasıl, sürekli bir döngü vardır güzel memleketimde. Daimi bir değiş tokuş hengâmesi alır yürür.

   Derken biri çıkar, durup dururken sahneye. Vurur dertli dertli sazın teline. ‘Hem meye, hemi de tütüne müptelaymış sizin kahraman’ der; ne alakaya hikmetse. ‘Günde üç paket tütün teller, eğlenceden de beri gelmezmiş’ diye nameler dizer.

   Coşar şiddetle cümle taraftar, gücüne gider haklı olarak. İspata kalkarlar heyecanla. Biri ‘yok, olamaz yalan’ der, diğeri söyleyeni yerden yere vurup özür dilemeye davet eder. Kimi ağlar, kimi sızlar, kimi hiddetinden psikopata bağlar. Hemen kutuplara ayrılır memleket, her atılan yemde olduğu gibi. Medyaya da iş düşmüştür tabii. Renkli kavgalar, hakaretler, bitmez tükenmez tartışmalar, havalarda uçan belgeler; tanıklar, alakalı alakasız ortalığa saçılan eski defterler… Herkesin tek derdi bu olmuştur artık. Ne PKK, ne ekonomik kriz, ne işsizlik, ne yolsuzluklar, ne elektrik doğalgaz zammı... Ve işte tam da yapılmak istenene her zamanki gibi çanak tutar benim uslanmaz milletim.     

   Bir kişi de çıkıp densizliğe denge gerek diyemez;

   O üç paket mi tüketiyormuş; sen de beş paket iç de yarısını yap onun yaptığının. Ol da yarısı kadar ol; benden olsun, bir yıllık şarabın. O savaşın, kaosun, o karanlığın içerisinde kendini iyi hissettirecek, mutlu edecek bir şey bulabilmişse ve bir an da olsa iyi hissedebilmişse kendini bir kere değil, yüz kere hak etmiştir bu insanların kahramanı olmayı.

   Bu memleket, yeni doğmuş torunuyla yirmi beşinci defa hacca gidip örtülü ödenekten trilyonları cebe atanı da gördü, yüzlerce cami yaptırıp bankaları hortumlayanları da seyretti. Seyretmekle kalmadı; vergi kılıfında güzel güzel ödedi onların yediklerini. Pek çoğuna ceza bile kesilmedi.

   En nihayet; laf geldi bilgisizliğe, laf geldi bilinçsizliğe, acemice düşünmeden ders çıkarmadan; bir kaşık suda fırtınalar koparmaya ve illaki cehalete dayandı. Koca koca uluslarla çarpışan, dünyaya kafa tutan bu millet, kabul etmek gerekir ki cehalet savaşında sınıfta kaldı.

   Bunun içindir işte, bir kaşık suda fırtınalar koparışımız; gerçek fırtınada ise kafamızı gömüp tüm olanları yok sayışımız. Bunun içindir unutkanlığımız. Bilgiden uzaktır konuştuklarımız. Şu halde, yapılanları, yaşananları unutup aynı kuyulara dönüp dolaşıp tepetaklak yuvarlanmamız gayet doğaldır. Değil midir ki, kitap okuma oranımız gün gibi ortadadır. Tam da bunun içindir; hâlâ çocuk istismarını, kadına şiddeti, işçi haklarını, tutuklu muamelelerini, haber alma hakkını ve tabii hepsinin kapsayanı olarak insan haklarını konuşur bir sonuca vardıramadan (suçlunun lehine olanlar sonuç değil, olsa olsa başka suçlara sebeptir) evlere dağılırız.

   Tam da bundan sebeptir, göz göre göre milleti soyup soğana çeviren vurguncuları her seçimde baş tacı edişimiz; eli kanlı tahsilatçıları, uyuşturucu ve silah kaçakçılarını, para aklayıcıları, kumarhane fuhuş sihirbazlarını kahramana çevirişimiz; din ve vicdan sömürüsüyle milletin kanını emen, kıblesi ABD olup türbesi yeşil sermayeden geçen simsarlara Mesih muamelesi edişimiz.

****<?xml:namespace prefix = o />

   Hiç unutmayınız ki, dünyada en zorlu savaş, cehaletle verilen savaştır. Zira sınırsızdır, çapını kestirebilmek imkânsızdır. Cahil cesaretinin, cüretinin ve cürümünün hattı hududu yoktur. Yıllardır sürmektedir bu görünmez savaş.

   Bazılarının dediği gibi; bu ülkeyi ne ihtilaller, ne afetler, ne beceriksiz politikacılar onar yıl geriye götürmüştür. Eğer, varsa bir geriye gidiş tarihin bir zaman diliminde, günahı sadece cehaletin boynunadır. Her şey bilgisizlikten, ukalalıktan, fevrilikten, tembellik ve bağnaz düşünceden gelmektedir. Dört bir yanımız bunlarla doludur.

   Şöyle bir mahallenizde, iş yerinizde, okulunuzda gözlerinizi bir gezdirirseniz; bir hafızanızda canlandırırsanız simaları, alıcı gözüyle; durumun vahametini daha net anlarsınız.

   Kurtuluş, ancak bu boş kafaların değilse; hurafe, saçmalık ve ön yargılarla yıkanmış beyinlerin, rektifiyeden geçmesiyle mümkün olacaktır. Politikacıların pek tabii, işine gelen bu durumun çözülmesinin sağlanması, ancak problemin farkında olanların sabır ve özveriyle, insanları kendini yetiştirmeye yönlendirmesi ve doğruyu görmeleri konusunda cesaretlendirmesi ile mümkündür.

 

iletisim@politikadergisi.com

 

 

 

 

[Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 10’da yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 10’u indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

Yorumlar

Akıldandır garipliğimiz, Cahillikten söyleriz...

İşte orada dur !
Nerede?
Olduğun yerde !
Ya geçen zaman ? Zamanı durdursan ileri gitmekten vaz geçeceğim belki de, 
 Zaman akıyor, kalıyor bu memleketim geride...
Hem ne demiş Eşref:
"Bir soğan soyarken yaşarıyor da gözler
Memleket soyuluyor aldırmıyor öküzler" bizimki de o misal.
Ama yine şair demiş:
"Sanma ki mülayim bir koyunum;
 Kesmeye gelir de tasmaya gelmez boynum..." İşte budur benim umudum.Tasmanın farkına varsak kafi.
Atatürk iki orduyu mühimsermiş; biri canımızı koruyan Ordu, diğeri İrfan Ordusu...
irfan bizim arkadaş olarak kaldı da, hatta baksanıza sıra asıl orduda...
Dilinize, elinize sağlık...
 

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.