Erdal Atabek Hocamız Ne Söylüyordu?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Ünlü eğitim bilimcisi Prof Erdal Atabek “Kanal B”de şöyle konuşuyordu:

- Çocuklara birtakım şeyleri belletiyoruz. Sonra, onlara sınavlarda bellettiklerimizi soruyoruz. Ezberlerini tekrarlayanlara da iyi not verip, sınıfları geçirtiyor; okulları bitirtiyoruz!.. Soru soran, irdeleyen insan tipi yetiştirmiyoruz… Oysa, çocukların “merak”larını ve sordukları soruları ödüllendirmeliyiz. Kendilerine verilenlerle yetinmeyip, onları sorgulamayı “öğrenmiş” insanlar yetiştirmeliyiz…

İşte uygar eğitim ile toplum içinde otoriteye bağımlı, köle ruhlar yetiştirmeye dönük ortaçağ eğitimi arasındaki temel fark…

Ve devam ediyor değerli hocamız:

- Televizyonların en önemli saatlerinde yayına giren diziler neyi öğretiyorsa, bizim toplumumuz onu öğreniyor… Yaşam karşısında aktif bir rol almadan, onun kıyısında pasif bir izleyici olarak…

Haydi, gelin de oturup kara kara düşünmeyin…

Ama eğer düşünmenizi yine de sürdürüyorsanız, işin içinden çıkmanın yolunu [belki de] bulabilirsiniz. Karayı, aka dönüştürebilirsiniz…

Onun için, soru sormanın kişisel eğitimin temeli olduğu düşüncesini yolumuzu aydınlatan bir meşale olarak en öne çıkarttık.

Verilenlerle yetinmeyip, her “dogma”yı yeniden sorgulamak!..

Tıpkı, aydınlanma çağının ateşleyicisi olan büyük filozof Descartes gibi…

Ülkemizde 1924’lerde başlatılan ve 1960 Devrimi ile yeniden soluklanan aydınlanma dönüşümünün bir neferi olarak, “Cumhuriyet Rönesansı”nın çalışkan bireyleri olarak, yoğun emek harcadığımız internet sitelerinden birinin adına “eylem”inin adına “soruyu sormak,” dedik…

Sevgili hocamız, televizyon kanalında sürdürdüğü konuşmasının sonunda hedefi şöyle işaret ediyordu:

- Yetkin birey; örgütlü toplum!..

Şöyle bir durup, çevrenize, medyanın durup dinlenmeden yinelediği öğütlere, söylemlere, sloganlara bakınız… Neleri öneriyorlar?.. Neyi kazıyorlar genç dimağlara?..” Ve neyi belletiyorlar?..

- Yetkin olmayan, tabi birey!.. Örgütlü olmayan, dağılmış toplum!..

Sorgulamayan, soru sormayan ve kendilerine verilenlerin dışına çıkmayı ayıp ve hatta günah sayan bir insan tipidir yaratılmak istenen…

Bu insan, ancak kendisini yöneten merkezlere tabidir. O merkezlere olan aidiyet duygusu ile yaşar ve toplum içindeki konumunu, merkeze olan yakınlığı ve “aidiyet”e verdiği hizmet ve bağlılığı ölçüsünde kazanır…

Bu tür bireylerden oluşan sosyal yapılanmanın adı da ancak tarikat ve tırnak içindeki cemaatler olabilir…

Eğer siz insanları, kendilerine verilenlerden birisini işaretleyerek seçmeye dönük bir eğitim sistemi içinde devşirirseniz; varacağınız sonuç, ancak bu yapılanmalar içinde yer alabilecek “tabi” bir kişiliktir…

Tabi kişilik, sadece itaat etmeye, boyun eğmeye ve önüne konan her şeyi kabul etmeye koşullanmıştır. Bu nitelikteki “kişi”lerden sağlıklı, çağdaş ve gerçekten demokratik bir toplum yaratılması [asla] mümkün değildir.

Kişilere boyun eğmenin belletildiği, “dogma”ları sorgulamadan kabullenmeye koşullandırılmış bireylerin Cumhuriyet”e düşman olmasını yadırgamak ise, eskilerin deyimi ile, “eşyanın tabiatına aykırı” bir sosyal beklenti olabilir…

faruk.haksal@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.