Gazze'yle Birlikte Bombalananlar

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Selvihan ÇİĞDEM

İsrail’in yardım gemisine saldırısının ardından Türkiye’deki yapılan İsrail karşıtı eylemler İsrail’i protestodan çok Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yıllardır beslenen kini kusar nitelikteydi.

Gazetenin birinde gördüğüm resim, biraz önceki sözlerimi doğrular nitelikteydi. Neydi o resim? Taksim Meydanına toplanan kalabalığın içinden çarşaflı bir kadın, elinde üzerinde II. Abdülhamit’in ve Necmettin Erbakan’ın resimleri bulunan bir pankart taşıyordu. Altında ise “Eğer siz olsaydınız bunlar olmazdı” diye bir yazı.

Sürekli geçmişe özlem duyan gerici zihniyet bu olayın da faturasını yine Cumhuriyete çıkardı ve eline fırsat geçirdiği düşüncesiyle ağzından salyalar saçarak sözüm ona İsrail’i protesto etti.

Burada asıl değinmek istediğim konu toplum psikolojisi. Gerek iç siyasette gerek dış siyasette karşılaştığımız her problemin çaresini geride kalanlarda aramak, daha doğrusu geçmişten medet ummak. Tabii ki ders almak için geçmişe bakacağız, fakat bu o zamanın uygulamalarıyla bu günün sorunlarını çözmeye çalışmak olmamalıdır. Öyle ki dünya siyasal, sosyal, ekonomik her anlamda gelişmekte ve değişmektedir.

II. Abdülhamit Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma döneminin padişahlarındandır. Dış siyasette denge siyaseti oluşturmaya ve İslam birliği kurmaya çalışmıştır. Fakat gidişat onun uygulamaya çalıştığı bu iki düşünceyi de çürütmüştür. Ülkeler arası artan siyasi ve ekonomik rekabet ile çıkar çatışmalarının hız kazanması denge politikasının uygulanmasını rafa kaldırırken; yaygınlaşan milliyetçilik fikirleri ile de Osmanlı’ya sırtını dönen Araplarla birlikte İslam birliğinin oluşturulamayacağı anlaşılmıştır. Ayrıca Meşrutiyeti kaldırarak halk iradesine karşı gelmesi ve sansür uygulayarak bilginin yayılmasını engellemesi yine onun döneminde yapılan ülkeyi kurtarma çabalarıyla alakası olmayan ve baskıyı artıran hareketlerdir. Yine İstanbul’da kurdurduğu “Aşiret Mektepleri” ile çeteciliğin temellerini atmıştır. Abdülhamit’in uyguladığı yanlış siyaset toprak bütünlüğünü korumanın aksine dağılmayı hızlandırmıştır.

Necmettin Erbakan ise yakın geçmişimizde rol oynayan siyaset adamı ve eski başbakandır. Her ne kadar kendisini “milli görüşçü” olarak dile getirse de “Osmanlıcı-Neo İslamcı” görüşleri ve yüzünün her daim İslam ülkelerine dönük olması “milliyetçilik” ile ilgisinin olmadığını kanıtlamaktadır. –Bana kalırsa sadece bilim adamı olarak kalsaydı milliyetçilik vasfına daha uygun düşerdi- Türban krizini tetiklemesi, imam-hatip liselerini çoğaltması ve arka bahçe olarak nitelendirmesi de onun milliyetçilikten ziyade dinci bir çizgide olduğunu göstermektedir. Kurduğu partilerin arkasında Nakşi tarikatının büyük ölçüde etkili olması çok manidardır. Sadece yüzünü Batı’ya değil de Doğu’ya dönmüş olması onu milli görüşçü olarak tanımlamak için çok sığ bir nedendir.

Görüldüğü gibi siyasi arenadaki duruş ve tutumlarını kısaca özetlemeye çalıştığım biri yakın diğeri ise biraz daha uzak tarihimizden iki siyasetçiye duyulan özlemin altında sadece İsrail krizi yatmamaktadır şüphesiz. Hele hele bir kadının böyle bir pankart taşıması, değil kadın hakları kadının adının olmadığı İslam ülkelerinin savunuculuğunu yapan zihniyete II. Abdülhamit ve Necmettin Erbakan üzerinden deyim yerindeyse çağrı yapması kötü bir durumdur. Öyle ki kendi istekleri doğrultusunda olan bir rejimde değil erkeklerin bulunduğu alanda protesto yapmak, acaba onlarla yan yana olacaklarına akıl erdirebiliyorlar mıdır?

Uluslararası ilişkilerde dostluk bağlarından çok çıkar ilişkileri söz konusudur. Bu gün başta RTE’nin olması ile Necmettin Erbakan’ın olması arasında fark yoktur. II. Abdülhamit de olsa farklı bir işe imza atmazdı dış politikada. Bu gün RTE’ye İsrail konusunda esip gürlüyor ama yağmıyor, diye eleştiri getirenlerin anlayamadıkları ya da anlamak istemedikleri konular var:

 1.      RTE diyelim ki İsrail’e kafa tuttu ve savaş açtı? Ne için, kim için? Bunda bizim ne gibi ulusal bir yararımız olacak?

2.      Cihadı Gazze’dekiler için mi yapacak yoksa tüm İslam alemi için mi?

3.      Eğer 2. seçenekte her ikisi için de evet deniliyorsa kaç tane Müslüman ülke İsrail’i ve ABD’yi karşısına alarak Türkiye’nin arkasında bulunacak?

4.      Madem gözükaralık kolay, dokuz yıldır süren Irak-ABD savaşında neden hiçbir Müslüman ülke müdahale etmedi?

5.      Son olarak Türkiye’yi her fırsatta yem gibi ileri sürüp pohpohlayan İslam ülkeleri neden Gazze için kendileri bir şeyler yapmayı düşünmediler şimdiye kadar?

Orta Doğu’da ciddi stratejik planlar yapıp, akılcı ve sağduyulu davranılacağı yerde günü birlik siyasetle uluslar arası ilişkilerimiz yıpratılıyor. Bunu yaparken de gerçekler hep göz ardı ediliyor. Savaş tabii ki güçlünün güçsüzü acımasızca ezdiği, vahşice bir olgudur. Atatürk’ün deyimiyle “Zaruri olmadıkça savaş bir cinayettir.” Çünkü savaşlardaki kutuplar daima ezen ve ezilen şeklindedir. Bu ister sıcak ister soğuk savaş olsun. Fakat baktığımızda ezilen tarafta hep geri kalmış ülkeler, ezen tarafta ise modern anlamda bilim ve teknikte ileri ülkeler var. Ezen ülkeler değil ezilen ülkeler vicdan muhasebesi yapmıyorlar mı? Neden geri olduklarını kendi kendilerine sormuyorlar mı? Yoksa bu durumu kader diye kabulleniyorlar mı? Çin’in, Japonya’nın, Küba’nın, Vietnam’ın kazandığı kalkınma ivmesini hiç göz önüne getirmiyorlar mı? Biz Müslüman ülkeyiz diye geriye çekilip hala din simsarlığıyla kendilerini acındırarak geçinmeye mi bakıyorlar? Filistin Türkiye’den yardım dilenmeden önce çuvaldızı kendine batırıp bir durum değerlendirmesi yapması gerekiyor mu? Başka zaman Türkiye Cumhuriyeti’ni demokratik ve laik olduğu için yalnız bırakan, terör örgütlerini besleyip sınırlarımızdan içeri salan İslam ülkeleri neden başları her sıkıştığında Türkiye’ye kurtarıcı rolü biçiyorlar?

 Bu soruların cevapları aslında çok açık. Fakat burdan çıkarılacak kıssadan hisse; bu ülkelerin en hızlı bir şekilde uluslararası siyasette saygın bir yer kazanmaları gerekmektedir. Bunu gerçekleştirmenin tek yolu ise kalkınmaya hız vermeleri, bilim ve teknikte kendilerini üst seviyelere taşımaları gerekmektedir. Biz ise ancak bu şekilde bu ülkelerle ortak bir platformda yer alabiliriz. Aksi halde yardım adı altında onlarla birlikte savaşa girmemiz kaçınılmaz hâl alacaktır.

iletisim@PolitikaDergisi.com

Yorumlar

Sayın Selvihan Çiğdem,

Sayın Selvihan Çiğdem, Demokrasilerde doğruyu savunanlarda, yanlışı savunanlar da olacaktır. Demokrasi demek biraz da doğru ile yanlışın yarışı demektir. Doğru her zaman üstün gelir.Eğer doğru yanlışın karşısında mağlup duruma düşüyorsa, bu durumda ya doğru doğru değildir. Ya da, doğruyu savunan hakkı ile savunamamış demektir. Madem demokrasiye inanıyoruz, sizden başkasını beklemek abes olur. O zaman herkesin düşüncesine saygılı olmak durumundayız.
Gelelim İsaril'le savaş hesaplarına. Bunlar ciddiye alınacak politikalar değildir. Böyle bir savaşın vebalini ne Türkiye nede dünya ülkeleri ödeyemezler!
Atatürk demiştir ki, "Ekonomi ve iktisadi savaşları kaybedenlerin siyasi savaşlarda başarı şansları yoktur."
Bizim siyasetçiler ekonomik ve siyasi savaşlarda başarılı olamadıklarında, savaş naraları falan atarak, ona buna efelenerek alkış almak, halkın gözünde kahraman olmak isterler.
Yemezler efendim...
İşte yemediklerinin kanıtı. anlamamak için aptal olmak gerek. İsrail ben senin ucuz kahramanlığını yemem diyor.
Yemezler efendim!
Jetinin, tankının revizyonunu israillilere yaptıracaksın ondan sonra büyük ülkeyim, askeri güç sahibiyim diye havalara gireceksin.
Geç bunları babam, geç bir kalem.
Saygılarımla.

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.