Gün

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Cep telefonumun beynimde çınlayan alarm sesiyle gözlerimi açtım. 3-4 saatten fazla uyuyamadığım için, hala gözlerim yanıyordu ve daha kurumamış çapaklar yüzünden gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Bu duyguyu bilirsiniz. 3-4 saatten fazla uyuyamadım çünkü; dün gece iş yerimde mesaiye kalmak zorunda kalmıştım. Gece yarısını biraz geçe, henüz eve varabildim. Kendimi doğru yatağa atmama rağmen, gene de uyuyacak fazladan birkaç dakika koparamamıştım zamandan. Artık mesai ücretlerimizi de ödememe kararı almış, üst mevkidekiler. Sene sonunda da kadrodan çıkartılıp, sözleşmeli çalışanlar olacakmışız. Maaşlar da, kriz sebebiyle %25 oranında düşürülmüş. Kendilerine sunulan şartları kabul etmediği gerekçesiyle işten çıkartılan arkadaşlarımızı ve yaşadıkları zorlukları bildiğimizden, sesimizi çıkartamadık. Çok şükür, işimiz de vardı, aşımız da. Birazcık sıkıntı çekecektik ,ama olsun.


Sabah gene erkenden kalkmam gerekti, çünkü ancak şehrin dışında bir ev bulabilmiştim kendime. Gazetede emlak fiyatlarının düştüğünü okumama rağmen, buna pek şahit olamadım açıkçası. Belki hazırda parası olan için, bir evi değerinden daha düşük fiyata alabilmek açısından avantajlı bir durum olabilir ancak, sonuçta benim gibi bir ücretli çalışan için… Kira gene kiradır. Ben kiralamak ve kiralanmak zorundayım. Satın alamam, ama satın alınılabilirim. Olsun, daha kötüsü de olabilirdi.


Alarmı kapatıp üstümdeki yorganı açmaya çalıştım. Çalıştım diyorum, çünkü açamıyordum. Her açmaya çalıştığımda korkunç bir soğuk vücudumu sarıyor ve ciğerlerimden başlayan bir titreşim bütün hücrelerimin çekirdeğine kadar işliyordu.
Maalesef, doğalgazı geçen ay ödeyememiştim. Görevliler de hemen gelip kesmişlerdi. Ama pek fark etmedi bu durum benim açımdan. Zaten doğalgaz yansa da, pek fazla ısındığım söylenemezdi. Zira bu sene doğalgazın kalitesini düşürmüş hükümet, diye duymuştum bir arkadaşımdan.


Titreye titreye kalktım, ışığı açtım ve tuvalete doğru yöneldim. Eski bir alışkanlıkla, elim musluğun başlığına doğru gitti, ancak çevirdikçe hiçbir şey olmuyordu. Tabi olmazdı… Çünkü suyu da kesmişlerdi. Komşumdan doldurduğum bidondan bir maşrapa su alarak yüzümü yıkadım. Su çok soğuktu ve tenime her değişi sanki ellerim jiletleniyormuş gibi bir hissiyat uyandırmaktaydı. Her sabah kalkışım bir ıstırap gibiydi. İşin kötüsü, bu ıstırap kronikleşmiş bir ıstıraptı. Sonuçta, halk ekseriyetle her gün bu ıstırabı çekiyor. Olsun, herkes çekiyorsa, ben de çekerim.
Cesaretimi toplayarak, 3 e kadar sayıp suratımı suya değdirdim ve değdirmemle çekmem bir oldu. Kesik ve güçlü nefesler alıp vererek, titrememi hafifletmeye çalıştım. Daha doğrusu su o kadar soğuktu ki, bu nefesler gayri ihtiyari olarak çıkıyordu ağzımdan. Havluyla yüzümü kurularken aynaya baktım, sakallarım uzamaya başlamışlardı ve tıraş olmam gerekti. Bu çok elem verici bir durumdur. En azından o anki ruh haliniz içinde. Çalışan erkekler ne demek istediğimi anlarlar.
İSKİ, suyumu kestiği için sıcak su bulunduramıyordum. Doğalgazım kesik olduğu için de su ısıtamıyordum. Allah’tan komşum vardı. Vardı da, bir bidon su doldurabilmiştim. Eğer bir gün komşum da taşınırsa, susuz ne yaparım bilemiyorum…


Suyla can çekişmem, tıraş ve giyinme sırasında, ziyadesiyle vakit kaybetmiştim. 5.30 ta uyanmam, 6 da servise yetişmem ve 7.30 ta Levent’teki plazanın 12. katındaki standardize edilmiş çalışma ofisindeki masamda olmam gerekmekteydi.
Fakat gittiğimde saat 6.10’du. Maalesef servisi kaçırmıştım ve önce eğer saati varsa otobüse yoksa minibüse, oradan başka bir otobüse sonra metrobüse sonra da metroya binmem ve bir miktar yürümem gerekecekti.
Durağa gittim, çok kalabalıktı, dolayısıyla ilk gelen otobüsü kaçırdım. İkinci otobüs ise 20 dakika sonra gelecekti ve ben bu kadar bekleyemezdim. Yoksa amirim dosyama disiplinsizlikle ilgili birkaç zırva yazardı, ya da kötü davranışlarına maruz kalırdım. Bu sebeple bir hovardalık yapıp minibüse bineyim dedim. Minibüs 2 liraydı. Minibüsten inip otobüse bindim. Otobüs de 1.5 lira aldı. Metrobüs durağına geldiğimde indim, turnikelerden geçip, metrobüs aracını beklemeye başladım. Saatin kaç olduğunu öğrenmek için cebimi bir yokladım ancak, cep telefonumu bulamadım. Telaşla bütün ceplerimin üzerinde elimi gezdirdim fakat, hiçbir çıkıntı yoktu. Tahmin edeceğiniz gibi, cep telefonum çalınmıştı. Yenisini almam için en azından ay başını beklemem gerekecekti çünkü kredi kartlarım borcu yüzünden kapatılmış ve ayın son 4 gününü geçirebilmem için cebimde sadece 50 liram kalmıştı.


Demek ki, işe geç kalmayalım diye telefon alana kadar, idareten alarmlı bir saat alacaktık, başka çaresi yoktu.
Kalabalıktan dolayı ilk üç metrobüsü kaçırdım. İnsanlar, televizyonlarda gördüğümüz devlet yetkililerinin yiyecek yardımı dağıttığı perişan insanlar gibi, metrobüs kapısına hücum ediyorlardı. Bu da bir çeşit hayat tasası, ekmek kavgasıydı sonuçta. Geç kalan kaybederdi.
Metrobüse binmek için de 1.5 lira vermiştim. Metroya da 1.5 lira verdim. Sabah evden işime gidene kadar 6.5 liram yolda gitmişti. 6.5 lira kaç sakız eder bilmem ama, herhalde Deniz Gökçe’nin oynadığı reklama göre, ekonomiye bayağı bir can vermiştim. Ekonomi de benim canımı alacaktı yakında, ben ona can verirken.
Cebimde son 4 gün için sadece 43.5 lira kaldığından, kahvaltıya para vermedim, ofisimin mutfağındaki hazır kahvelerden birisiyle geçiştirdim.
Öğle zamanı da işim o kadar yoğundu ki, sadece 10 dakika ara verebildim onunla da bir simit aldım. Simit de çalıştığım yerin semtinde, 1 liraydı. Bazı yerlerde 75 kuruşa bulabilirsiniz, eğer şansınız varsa. Akşam da işimin yoğunluğu nedeniyle 5.30 da çıkmam gerekirken saat 10 da ancak çıkabildim. Gene metro-metrobüs-otobüs ve minibüs hattını kullanmam lazımdı. Fakat Bakırköy'e geldikten sonra, saat geç olmuştu ve o saatte minibüs bulamadığımdan taksiye binmek zorunda kaldım. Taksi 18 lira yazmıştı. Metro ve metrobüs de 3 lira. Sabah da 6.5 lira harcamıştım. Toplamda 27.5 lira harcamış, karşılığında ise sadece bir simit yiyebilmiştim. Üstelik kalan 22.5 lira ile de 3 gün idare etmek zorunda kalmıştım.


Eve vardığımda gene saat gece yarısı olmak üzereydi. Üstümü değiştirmeden kendimi yatağa attım, hemencecik uyuyuvermişim.
Evimin telefonuyla uyandım çünkü, dün o alarmlı dijital saatten almayı unutmuştum. Saatin kaç olduğunu öğrenmek için televizyonu açacaktım ama, açamadım. Sabah ben uyurken elektriği kesmişler herhalde.


Telefonu açtım, arayan Hikmet’ti. Hikmet benim ofisten arkadaşımdı.
‘’Neredesin oğlum, saatin kaç olduğundan haberin var mı senin?’’ diye yüksek perdeden bir giriş yaptı konuşmaya Hikmet.


‘’Immh, uyuyakalmışım abi.’’ diye karşılık verdim. ‘’Dün telefonum çalındı da, alarm falan yoktu, bir de eve geç ve yorgun geldim.’’ dedim. ’’Ama hemen giyinip çıkıyorum, şefe de ki, hastalanmış , trafik varmış falan… Bir şeyler uydur işte, geliyorum hemen.’’


Bunun üzerine Hikmet: ’’Boşver abi gelme, gerek kalmadı. Seni, beni, Şükrü’yü, Necla’yı ve Rasim’i ücretsiz izne çıkarmışlar, tasarruf etmek için.’’dedi.
Benimse telefon elimden düştü. Düşüverdi işte öylece. Cebimde sadece 22.5 liram, ödenmesi gereken kredi kartı, su, doğalgaz ve bu sabah eklenen elektrik faturalarım vardı. Ama artık bir işim yoktu.

Asım US

asim.us@politikadergisi.com

Yorumlar

Bisiklet Hırsızlarını izler gibi oldum.

Emeğinize çok teşekkürler.
Hayatından alıntı yaptığınız,makalenin kahramanı bizlere ne kadar da benziyor...
Kahramanı dedim çünkü kahraman olmak gerekiyor,bu şartlarda ayakta kalmak için.
Vittorio De Sica'nın yönetmenliğini, Luigi Bartolini'nin senaryosunu yazdığı Ladri Di Biciclette ''Bisiklet Hırsızları'' flim'ini gözümde canlandırdım;makalenizi okurken.
1948 İtalyası ve 2011 Türkiye'si birbirine çok benzemeye başladı. Saygılarımla..

AK ÇAĞ GERÇEKLERİ

burda yazılanlar tuzu kuru olanlar için ,
sıradan bir hikaye gibi geliyordur.
bizim tuzumuz yaş.
bizim için , hiç de hikaye falan değil.
yaşadığımız acı gerçekler işte bunlar.

cambazlar vardır.
ip üstünde giderler.
ellerinde birer sırık vardır.
eskiden , vay be diyorduk.
ip üstünde nasıl gidiyor bunlar diyorduk.
tuzu yaş olanların tamamı , bu günlerde iyi birer cambaz oldular.
tuzu yaş olanlar , bende dahil.
hep ip üstünde yürümeye çalışıyoruz.
bir aksilik çıkacak diye ödümüz kopuyor.
elimizde bir sırık , adım atmaya çalışıyoruz.
kasırgaya çıkmasına gerek yok ki.
bir yel gelse , bir dokunan olsa , ayvayı yedik.

ülkemiz müreffeh bir ülke ya , öyle diyorlar.
meydanlarda sallıyorlar , çağ atlıyoruz diye.
ama asgari ücret 659 lira.
açlık sınırı 1019 lira.
yoksulluk sınırı , 2 bin 647 lira.
hadi gelde cambazlık yapma şimdi.
çağ atlatıyorlarmış pehhh.
bunların dediği çağ , ortacağ olsa iyi.
bu bir hezimeti , ak çağ dır.
milleti cambaz yapma çağıdır.
____(üçbeş_köyün_tiriviri_yazarı.)_______köylüüü

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.