Güven Sorunu, Samsun ve 12 Eylül

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

 

 
Vatandaşların önemli bir bölümü seçim sonuçlarının gerçeği yansıtacağına inanmıyor… Yani vatandaş gerçekte kime inanmıyor?
 
- Devlet’e! Devletin en üst katındaki koltuklara oturmuş olan yöneticilere; yani Hükümet”e
Vatandaşların [yine] önemli bir bölümü adalete inanmıyor… Adaletin bağımsız, adil ve hızlı sonuçlar ortaya koyacağına inanmıyor… Vatandaş bu noktada kimlere inanmıyor?
 
- Yargıçlara, savcılara, avukatlara ve özellikle de Adalet Bakanlığı’na…
Vatandaş [devam ediyoruz] daha daha kimlere güvenmiyor?

 

 

 
- Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne kendi göndermiş olduğu politikacılara…
Peki… Devlet’in kaç erki [ana gücü] var?..
 
Yasama, yürütme, yargı…
 
Demek ki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bu üç erki temsil eden kişilere güven duymuyor ve inanmıyor…
 
Böyle bir durumda kalmış olan halk, o zaman kendi geleceğine de güvenmiyor…
Ekonominin çöktüğüne inanıyor.
 
Sosyal yardımlaşmanın, ahlaki değerlerin ve toplumsal dayanışmanın iflas ettiğini düşünüyor…
Ve “balığın baştan koktuğu” inancını dimağına daha fazla nakşediyor…
 
Yarınlara olan umudunu her geçen gün daha fazla yitiriyor; daha kötümser oluyor ve hayata böylesine olumsuz bir gözlükle bakıyor.
 
Bu duruma sürüklenmiş bir toplumun bireyleri üzerine bir de kültür emperyalizminin namlularının çevrildiğini düşününüz…
 
Her Allahın günü bu namluların TV ekranlarından, katılık/ kiralık medya organlarından evlerimizin içine lav püskürttüğünü hatırlayınız…
 
Milli Eğitim hedeflerinin bizzat Milli Eğitim Bakanlığı tarafından iğdiş edildiği gerçeğini tespit ediniz…
 
Ve gençlerin, orta yaşlıların ve bir bütün olarak tüm toplum katmanlarının üzerine bu “bombaların” a-simetrik psikolojik savaş yöntemlerini uygulayıp, çöreklendiğini görünüz; anlayınız!
İşte bu durumdadır Türkiye!

İşte bu durumdadır, bir vakitlerin tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti…
 
Mustafa Kemal Atatürk 1919’un Mayıs’ında Samsun’a ayak bastığı anı “nutuk”ta şöyle anlatıyordu:
- 1919 yılı Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir:
Evet, bizler de 12 Eylül 2010 gününe üç gün kala, bir zamanların tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin ahvalini işte böyle görüyoruz…
 
Mustafa Kemal paşa ülkesinin durumunu öyle gördü ve gerekeni yapmak için kollarını sıvadı…
Bizler de böyle görüyoruz… Evet!

Peki, sonra ne yapıyoruz?
 
İşte bugünlerin yakıcı sorusu budur.

Ve gönlünde vatan sevgisi ve dimağında bu ülkenin sorumluluğunu taşıyan her yurtsever bu sorunun yanıtını vermek zorundadır.
 
Hep birlikte ve derhal…
 

 

Yorumlar

bunları yazan senmisin

Sayın faruk Haksal, Olumsuz kötü bir tablo ortaya koyuyorsun. Ülkede cumhuriyetin olduğunu kabul ediyorsun.
Bu durumda şu şekilde düşünmüş olman gerekmez mi? Ya cumhuriyet kötü bir idare biçimi, bu değil ise bizim cumhuriyetimizde bir sorun var.
Ama siz bunu düşünemiyorsunuz. sizin düşünmeniz gerekeni birileri düşününce. sen misin bunları düşünen?
Ülkenin bu günkü noktaya gelmesinin nedeni, ülkede gerçek anlamda cumhuriyetin olmamasıdır!
Benim için çare vardır. bu çare sistemleri ile Gerçek anlamda cumhuriyettir.
Cumhuriyet var diyenlerin, düzen garabetini cumhuriyet sananların çaresi yoktur!
Eğer benim gibi düşüneneler yüzde beşe takabül etse, ülkede geçek anlamda bir cumhuriyetin getirlebilmesi mümkün olabilirdi. Ama yok! Yüzde doksan dokuz nokta doksan dokuzluk bir güruh Cumhuriyette sorun yok, sorun sisysetçide, anlayışı hakim olduğu için bu ülke bu düzen garabeti ile sonucu beklemek durumunda kalıyor!
Cumhuriyet zaten var diyenler için, acımaktan başka elimden bir şey gelmiyor ne yazık ki!

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.