Hacda Bile Taciz Var

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

 

Geçen hafta, ilahiyat profesörü Orhan Çeker’in tecavüz ve açık giyinme ilişkisi üzerine yaptığı açıklamayla hastalıklı düşüncelerin hangi mertebelere kadar yükseldiğini bir kez daha ortaya koymuştu.


Neden, kadına şiddet, tecavüz?

Bizler bu hastalıklı düşünceleri din, töre, gelenek gibi masum yorganlarla örtüyor ve o zavallı düşüncenin gelişip serpilmesine, tam olgunlaşınca da ağzından salyalar saçarak saldıran bir suç olmasına izin veriyoruz. Hatta kanunlarımız bile namus, aşırı kıskançlık, tahrik gibi uydurma bahanelerle bu suçları masumlaştırma gayreti içersindeler.
Kuluçkada en halis besinlerle beslenip büyüyen bu suçların üzerindeki bu kalın örtüler kaldırılmalıdır. Bu yazıda ucunu azıcık açalım dedim, dehşet içinde kaldım.

Günümüzden iki bin yıl kadar geriye gidip oradan yola çıkarsak, dünyanın büyük bölümünde kadının aşağılandığını, bir şekilde ikinci olarak görüldüğünü görüyoruz. Bu olgu birçok toplumda var. İslamiyet’in gelişinden çok sonra bile Avrupa da cadı avı adı altında kadının bastırılma çabalarını ibretle okuyoruz.

Arap toplumunda cahiliye dönemi adı altında adlandırılan İslamiyet öncesi dönem ise tabiri caizse korkunçtur. Kadınlar o kadar acımasızca kullanılıyordu ki kız çocuğu olan babalar ilerde kızları o acıları çekmesin diye onları kendileri öldürüyordu. İşte Allah, işlerin bu kadar çığırından çıktığı o coğrafyaya yeni bir uyarıcıyı, Hz. Muhammed’i gönderiyordu.

Kuran’ın ilk ayetinde olan “oku” emrini yerine getirip okuduğumuzda, genel emirler dışında o topluma birçok öneriler getiriliyordu. Öyle ki, bu gözü dönmüş insanların sosyal yaşamlarını bile bir ölçüde denetleyip düzeltmeye çalışıyordu.
Tarafsız gözle o günleri bir süzgeçten geçiren herkes görecek ki, hiç de herkes aman Müslüman olalım diye Hz.Muhammed’in peşine takılmadı. Hz.Muhammed ve çevresindeki sayılı kişiler çok ama çok zor şartlar altında insanları ikna etmeye çalıştılar.

Erkek milletinin ellerindeki en büyük imtiyaz olan kadına karşı üstünlüğünü bırakmak gibi bir niyeti yoktu. Günümüzde okuduğumuz birçok mucizevî hikâyeler bile onları bu imtiyazlarından vazgeçirmeye yeterli değildi. Kuran’da genel manada Allah kadın -erkek eşitliğine işaret etse de kadının, erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı biçiminde anlatımlar -  bir yandan erkek egosunu tatmine yaramış, bir yandan da aklın almayacağı sapık yorumların yapılmasına neden olmuştur. Hatta daha da ileri giderek kadın eğri, hain, dedikoducu, ağzı gevşek, kıskanç, cimri, lükse düşkün sıfatlar takılarak sözde hadislere konu olmuştur.
Bu noktada kişisel fikrim olarak hadislerin hangisinin gerçek, hangisinin uydurma olduğu hakkında kimseye güvenmediğim için hadislere de güvenmiyorum. Hz. Muhammed boş vakitlerinin tamamında hadis üretse ve biri de bunları yazsaydı bile bu gün piyasada dolaşan hadis sayısına ulaşamazdı. Kaldı ki her dönemde birileri – ki bunlar yetkiyi nerden alır bilinmez – hadis ayıklarlar. Hz. Muhammed kendinden sonra olacakları bildiği için özellikle bu konuda titiz davranmış ve sözlerinin yazılmamasını istemiştir. Kuran, açık net ve Arapçadır. Herkes okuyacak ve yorumunu yapacak hayatını ona göre düzenleyecektir. Kim ki hayatını düzenleme işini başkalarına bırakırsa onun oyuncağı, kölesi olmaya mahkûmdur.
İşte daha Hz. Ali ölmeden ve dört halife devri bitmeden fitne yayılmış, Muaviye’nin oğlu Yezit sebebiyle işler çığırından çıkmıştır. Öyle ki, bu fitne Hz. Muhammed’in torununu bile katletmiştir. O noktadan başlayan yozlaşma, arada çok değerli İslam düşünürlerinin çıkmasına rağmen cahiliye dönemi Arap erkeklerini beyinleri hiç değişmeden bu güne taşımıştır. Erkekler böyle de kadınlar farklı mı? Üzülerek söylemek zorundayız ki hayır. Onlar da günümüzde tatbik edilen -özürlü de olsa- demokrasiden yararlanıp kendi ayakları üzerinde durmasını öğreneceklerine erkeğe kul olmayı seçmektedirler. Yaratılan bilgi kirliliği iğrenç boyutlardadır. "Kadın, kocasının rızasını almadıkça cennete gidemez" şeklinde rivayetler var. Halk arasında çok yaygın ve kadınlar tabii ki bunlara inanıyorlar. Kadın, dini kulaktan dolma biliyorsa ve kadına dini öğreten kişi bunu söylüyorsa, inanmaktan başka çaresi var mı? Eğitim düzeyi düşük olup, başta ekonomi olmak üzere birçok açıdan kocasına bağımlı olan kadın zaten eşitlik istemiyor, çünkü eşitlik için fazladan gayret sarf edeceğine kocasıyla gurur duymayı tercih ediyor.
 
İşte bu yüzdendir ki, kadının okuması asla istenmez. Eğer kadın okur bilinçlenirse erkeğe maazallah, “O şartlar cahiliye döneminden geçiş içindi, sen hala bin beş yüz yıl geride mi yaşıyorsun.” derse erkek ne cevap verecek? Tabii ki, Kuran’da var deyip basacak yumruğu. Nasılsa kadın fizik olarak kendinden güçsüz... Şiddet, cahiliye döneminden beri değişmemiş, başka yol bilmeyen, başka savunma mekanizmalarını çalıştıramayan, bunun eğitimini almamış insanların kullandığı bir dil. İşte bu noktada devreye kanunlar girmesi gerekiyor ama maalesef o kanunları yapan kafalar da aynı.
Hidayet Şefkatli Tuksal bakın ne diyor: “Hac sırasında neler geliyor kadınların başına?
Bizim bir iletişim grubumuz var Türkiye çapında. Hacdan dönen kadınlar oradaki yerel halktan erkeklerin mimiklerle, el kol hareketleriyle tacizine uğradıklarını anlattılar yakın zamanda. Orada şofördür, satıcıdır... Kadın güvenliği konusunda önemli bir problem var. Orada, hiçbir kadın taksiye binemez. Çünkü başına ne geleceği belli değil; kaçırılır mı, tacize mi uğrar.”

Yani durum bize özgü değil, bütün Arap coğrafyası böyle. Yani Arap halkının genleri bu ki bütün bunlar normal sayılıyor.
Araplarda durum böyle... Birazda Türklere bakalım. Türkler ile Araplar arasındaki temas 600'lü yılların sonunda, Dört Halife Dönemi'nin sonunda başlamıştır.
Türklerle Araplar Maveraünnehir'de yani bugünkü Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve İran 'a kadar yayılan bölgede karşılaşmışlardır.
Çatışmalar Horasan’da, Semerkand, Buhara gibi kentlerde odaklanmıştı.
Kuteybe Bin Müslim, Yezid Bin Mühelleb , Said Bin Haraşi,Eşres Bin Abdullah , Nasr Bin Seyyar gibi Horasan valileri , binlerce Türk ü öldürmüş Arap komutanlardı.
700’lü yıllarda Horasan çok şiddetli savaşlara ve aldatılarak teslim alınan Türklerin acımasızca kılıçtan geçirilmeleri gibi kanlı olaylara tanık olur.
Fakat bu savaşlara ve kanlı olaylara karşın "resmi tarih" Türklerin kendi özgür iradeleriyle, gönüllü olarak Müslümanlığa geçtikleri konusunda ısrarlıdır. (‘?’)
Oysa bütün dinlerin gelişmesinde olduğu gibi Türklerin de büyük ölçüde yenilgiler sonunda Müslümanlığı kabul ettikleri tarihsel bir gerçektir. " "Resmi tarih"e bakarsanız 751 yılındaki Talas Savaşı'nda Türkler, Çinlilere karşı Araplara yardım etmişlerdir, Araplar bu sayede savaşı kazanmışlar, sonra da Türkler zaten eski inançları olan Şamanizm e çok yakın ilkeler içeren Müslümanlığı Gönüllü olarak kabul etmişlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu ile Türkler ve Ortadoğu halkları birlikte yaşamaya başlamıştır. Günümüz Türkiye sinde de durum çok farklı değildir. Şamanist alt yapıdan gelen Türklerde kadın ve erkek sözde değil özde eşittir. Hiçbir konuda kadın hiçbir zaman ikinci plana itilmemiş, erkek ile hep yan yana olmuştur. Destanlarımızı ve o dönemin kitabelerini okuyanlar bu gerçeği göreceklerdir.
Günümüz Türkiyesinde bir kısım erkek ve kadın, kadın hakları ve eşitlik adına mücadeleler verirken bir diğer kesim inadına kadını ikinci sınıf konumunda bırakacak düşünceleri ortaya koyuyorlar. Hadi bu erkekleri anlamak mümkün… Peki, bunca sıkıntıya, ezilmeye, aşağılanmaya karşı kadının sessiz kalmasına, hatta bilerek ve isteyerek o zalim zihniyetin ihyası yönünde çalışmasına ne demeli ki?
 
cem.tamturk@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.