Hayat Tarzı ve Laiklik...

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

ODTÜ’de yaşanan öğrenciler arasındaki didişme, hemen toplumumuzdaki bazı isimlerde, “Hayat Tarzı” kaygısını ön plana çıkardı…

ODTÜ, ülkemizin en güzide ve önde gelen akademik kurumlarından biridir. Her şeyden önce, bu şekildeki kurumlarımızın içine “İdeolojik” saplantılı düşüncelerin sokularak, siyasete alet edilmemesi gerekir.

***

Olay, kısaca şöyle cereyan etmişti…

ODTÜ kampüsünde kayıt yapıldığı aşamada, iki tesettürlü bayan öğrenci, başları açık kız öğrenciler tarafından sıkıştırıldı ve kampüsü terk etmeleri istendi. Hürriyet gazetesinden Sayın Taha AKYOL, geçenlerde yazdığı makalesinde bu duruma; “Hayat Tarzı” boyutundan değinmişti.

Tesettürlü kızlara yapılan davranışları, “bağnazlık” ve “çirkin davranış” olarak değerlendi. Başı açık kızların bu davranışlarını, toplumumuzun hoşgörüsüzlüğünün örneklerinden biri olarak savundu, Sayın Akyol.

***

Tabii ki, toplumumuzun farklı kesimlerinin farklı yaşam felsefelerine, çağdaş bir insan olmanın gereği olarak, saygı gösterilmesi gerekir. Zaten, şu sıralarda toplumumuzda en çok ihtiyaç duyduğumuz sağduyu gereksinimi, “Farlılıklara saygı” ve yine “Tahammül” olgusudur.

Yalnız, dikkatimi çekmeye başladı, bu aralar herhangi bir nahoş vaka karşısında; ister siyasetçiler kanadında olsun; ister gazeteciler kanadında olsun, sürekli suçlu ve kabahatli olarak toplumumuzun modern kesimini temsil eden laikler ve seküler yaşamı kendilerine dayanak edinmiş kesimler görülmekte.

Sayın AKYOL da, bu yaşanan tatsız hadiseden sonra, mağdur olarak türbanlı kızlarımızı görmüş, tatsız eylemlerin sorumlusu olarak da, başı açık kızları değerlendirmeye almış.

Biliyorsunuz; bu hususlar daha önceleri de defalarca tartışılmıştı, yazılmıştı ve çizilmişti. Kamu kurumu olarak değerlendirilen yerlere nasıl girilmesi gerektiği, buralarda bir kılık-kıyafet düzenlemesinin uygulanıp-uygulanmaması gerektiği yönünde epeyce bir tartışma yapılmıştı.

***

Kamu alanı olgusu da, yine çokça tartışılmış, nerelerin kamu kurumu olarak değerlendirileceği, nerelerin kamu alanı olarak görülemeyeceği epeyce bir çenemizi ağrıtmıştı. Hatta, yine “Kamu hizmeti veren” ile “Kamu hizmeti alan” ayrımına giderek, bu sorun hâlledilmeye çabalanmış, yine birçok tartışma konusu yaratılmıştı. Bildiğiniz gibi, Türkiye Cumhuriyetinin en önemli sacayaklarından bir tanesi, “Laiklik” ilkesidir. Laiklik ilkesinin üzerinde hassasiyetle durulması, toplumumuzda tecrübe ettiğimiz bu yöndeki sanal sorunların çok daha fazla yaşanmasını da önleyecektir. Sayın AKYOL, makalesinde modern görünümlü kızları suçlayarak, tesettürlü kızların bir psikolojik baskı karşısında mağdur edildiğine kani olmuş…

Acaba nereden bilebilmekteyiz, oraya gelen öğrencilerin, tesettürlü kızların, gerçekten de kayıt yaptırmaya gelen öğrenci olduklarını? Neden, başı açık kızlar yobaz ve gerici davranışların tarafı olurken, tesettürlü kızlar mağdur tarafta yer almakta? Pekâlâ, bu ülke tepedeninmeci laiklik uygulamaları yüzünden çok çekti. Ama, nedense siyasal devran değiştiğinden beridir de, hatta son bir iki aydır her şeyin altında, açıkça yazacak olursak da, nedense sol cenah aranmakta?

***

Başbakan Erdoğan’ın konuşmalarını ve değerlendirmelerini dinlemişsinizdir veya okumuşsunuzdur. Her nedense, memleketimizde yaşanan her tansiyonu yüksek olaydan sonra; eğer siyasal bir adres gösterilmek isteniyorsa, Cumhuriyet Halk Partisi hedef gösterilmekte; yine sivil karakterli bir yön tayin edilecekse, aylardır sokaklarda Taksim Gezi Parkı eylemleri’nde bir duruş sergileyen “Y Kuşağı” diye adlandırabileceğimiz bir gençlik kitlesi hedef alınmakta.

Türkiye’de hayat akışının huzurlu, güvenli ve istikrar ile barış iklimi çerçevesinde devam edebilmesi için; evet “Hayat Tarzlarına” minimum düzeyde saygı gösterilmesi gerekir. Tabii ki, bu tek taraflı olacak bir şey değildir. Özellikle, özerk ve bilimin çatısı olan güzide kurumlarımız siyasetin çemberinden kurtarılmalıdır. Buralara daha güzel bir gelecek ve insan sermayesine yatırımda bulunmak adına gelen ülkemizin en değerli varlıkları olan gençlerimiz ve dahası insankaynağımız üniversiteliler, siyasetin sokak figüranları olmaktan çıkarılmalıdır.

***

Tabii ki, “Hayat Tarzlarına” müdahale kaygısı kadar üzerinde titizlenmemiz gereken bir başka husus da, “Laiklik” ilkesi olmalıdır.

***

Hürriyet gazetesi yazarı Sayın Ege CANSEN, (07.09.2013) tarihli makalesinde, “laikliğin” tarif ve işlevini şöyle yapmakta idi:

“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar din eğitimi de almış Osmanlı Paşalarıdır. Onların hazırladığı 10 Nisan 1924 tarihli ilk anayasada “Devletin Dini İslâm’dır” yazar. Bu ifade 1928’de metinden çıkarılmıştır. Laikliğin Anayasa’ya girişi ise 1937’de olmuştur. Yani laiklik, damdan düşmemiştir. Ülkenin çağdaş uygarlık düzeyine erişmesinin İslamcılıkla mümkün olmayacağına kanaat getirildikçe laiklik öne çıkmıştır. Laik, Yunanca “laos”tan gelir. Laos, asker, din adamı, toprak ağası veya tüccar olmayan sıradan en sade vatandaş demektir. Bu tanıma tam tamına uyan Arapça kelime ise “ümmi”dir. Ümmi de, anasından doğduğu gibi olan, yani hiçbir imtiyazı olmayan halktan biri demektir. Laiki halen Yunancada halk anlamında kullanılmaktadır. Laik kelimesi bize Fransa’dan gelmiştir. Günümüzdeki anlamı “Kiliseyle, camiyle, havrayla kısacası dinle ilgisi olmayan” demektir. Laiklik, özet olarak “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” önermesine inanmaktır. “Referansım İslâm’dır” manifestosunun tam tersidir. Büyük Türk Milletini teşkil eden, ancak ebeveynleri farklı etnik kökenlerden gelenleri, “Yurtta Barış” içinde birlikte yaşatacak kaynaştırıcı ilke laikliktir. Bunu bilhassa kimlik mücadelesi veren Kürtlerin ve Alevilerin benimsemesi gerekir. Laiklik, demokrasinin de olmazsa olmaz şarttır.”

***

Türkiye’nin sorunu, çağdaş ve uygar ülkeler arasında yer alma çabasında, bu erek ile uyuşmayacak anakronik reflekslerden kaçınamamasıdır. Evet, laiklik bizim için olmaz ise olmazdır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının barış ve huzur iklimi içinde geleceğe uzanabilmelerinin yegane kaldıracı, laiklik ilkesine sıkısıkıya ve gönülden inanmaktır. Bir ara Sayın Erdoğan, bu laiklik ilkesiyle ilgili de bir polemiğe imza atmıştı. Her şeyden önce, devlet; her aşamadaki yurttaşına eşit mesafede olabilmesi için, laik olmak durumundadır. Kişilerin laikliği hususu da izafidir. Neden, bir insan, hem laik hem de Müslüman olamasın ki? Neden, bir insan, hem (s.a.s) Hz. Muhammed’i hem de ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ü sevemesin? Artık, ülkemizin aldığı mesafeler neticesinde, elde ettiği kazanımlarından geriye dönüşü olamaz. Laiklikten, demokratik cumhuriyetten ve her şeyden öte ülkemizin kurucusunun işaret ettiği pozitif ve aydınlık bilimin mürşitliğinden taviz verilemez. Esasında, her ne kadar “Hayat Tarzı”, “Laiklik” ve “Kamu alanı” olguları tartışmalı olsa da, toplumsal birlik ve bütünlük içinde yaşamamızın temellerindendir; birisinde çıkabilecek arıza, anında toplumsal barışımızı etkilemeye aday bir virüs gibi olacaktır…

 

Erhan SALMAN

erhan.salman@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.