İntikam!..

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

“Sanat, insanın hayattan aldığı bir intikamdan başka bir şey değildir...”

Böyle diyor ünlü bir düşünür. Ve sonra da ekliyor:
- Böyle bir intikamı içinde hissetmek, ruhunun bu ateşle tutuştuğunu duyumsamak... Ve bu duyarlılığın çekim gücüne kendini coşku ile bırakmak, yoğun bir yorgunluk birikimi oluşturur insanın kafasının içinde... Ve eğer, bu anamdaki bir yorgunluğun dışına düşmüşseniz eğer, hayatınızın hiçbir anlamı kalmamıştır, bunu anlayın…
Ne garip değil mi?
Kimi insanlar da, bu gibi yorgunluklara yoruyorlar kafalarını...
Bu gibi tümcelerle besliyorlar gönüllerini ve “ruh” adını verdikleri iç-dünyalarını (garip bir titizlik içinde) bu tür rüzgârlarla dolduruyorlar...
Peki ya bizler… “Sokaktaki adam” olarak tanımlanan sıradan insanlar olarak, ne halt edeceğiz bu “garip” insanların karşısında?..
Adam sanatı, hayattan alınan bir intikam olarak tanımlıyor…
Peki… O zaman… Türk “sanat” müziğimizi, sözü edilen evrensel kültürün hangi kefesine koyacağız?..
Peki ya, “bazı” Te-Ve kanallarında, sayın kültür kokanası paytak sunucularımızın bir üfleyişte “sanatçı” kıldıkları deruni-dilberlerimizi ve saçları kirpi-jöleli “yakışıklı-maganda”larımızı sözü edilen bu “intikam”ın hangi noktasına oturtacağız?..
Durun, öyle hemen bir çırpıda karar vermeyin.
Bakın bakalım, bu “sanat” denen acube ne mene bir “iş”?.. Ve sözü edilen “intikam”, ne türlü bir gidiş?..
Örneğin, sanat gerçekten hayattan alınan bir intikamsa eğer... Sanatçı, bu intikamın doğrudan doğruya sorumlusu olan bir elebaşı sıfatıyla, pek de hoş olmayan bir makamı işgal ediyor demektir.
Ve yine belki de, düşünce tarihi boyunca düşünürlerin ve insanlık tarihi boyunca da sanatçıların, yaşamlarının bir bölümünü zindanlarda ve bir bölümünü ise, kalabalıkların arasındaki yalnızlıkları içinde geçirmiş olmalarının nedenini bu intikam duygusunun yanı başında aramak gerekiyor...
Kim bilir?..
Evet, “doğruya doğru; eğriye eğri” bir tutarlılık içinde, kestirme yollara bulaşmadan, kim bilebilir bu sorunun [en] gerçekçi yanıtını?..
Her akşam evinizin kültür sofrasında en belli başlı gündemi oluşturan Te-Ve dizilerimizin, bu intikamla uzaktan yakından hiçbir ilgi ve ilintisi yoktur tabii...
Bu açıdan bakıldığında: ailemizin en önemli ilgi odağı haline geliveren bu sonu ve dibi belirsiz dizileri “çeken” yönetmenlerimizin de, dolayısıyla, “intikamcı” olmadıkları ve bu benzeri tehlikeli huylara bulaşmadıkları, bulaşmaya da hiçbir zaman niyetli olmadıkları; her aybaşı geldiğinde kameralarını sallayıp, çeklerini bankalardan tahsil ettikleri… Ve bütün bu nedenlerle de, [nüfus sayımlarında] hali vakti yerinde saygın birer yurttaş olarak kayda geçtikleri [gönül rahatlığı ile] ifade edilebilir...
Sanat, sanatçı için, hayattan alınan bir intikamsa eğer... Bu intikamın da bir [karşıt] intikamı olabilecektir, belki de ve elbet!..
Çünkü ilahi adalet, bunu gerektirir.
Dilekçesiz, pulsuz, yargıçsız, cavcısız ve avukatsız gerçekleşen, sahici bir adalet...
Hayatın sanatçıdan alacağı intikam, işte bu adaletin terazisinde, hassas bir biçimde tartılacak ve böylece ortaya çıkacak olan belirsizlik ancak; hayat ile sanatçı arasında karşılıklı olarak atılacak beşer penaltı ile giderilebilecektir…
Hayat bir oyundur. Tehlikeli bir oyun!
İşte bu tehlikeli oyunun intikamı, her halde biraz buruk, biraz acılı ve biraz da, “melodi-dram”lı olmak zorundadır. İşte bunun içindir bilinçli insanın hayata gülümsemesi…
Ve işte yine bu yüzden melodilere yazılan şarkı sözleri, zaman zaman acıklı ve zaman zaman da mıncık mıncık’tır... Acılı aşk şarkı sözlerinin insanın içini kaldırması ve şeytanın kuyruğunu dim-dik... Ve cinsel dürtüleri sırılsıklam yapması, işte hep bu nedenledir [belki de...]
Belki de, bizim Te-Ve sanatçılarımıza, dizi yönetmenlerimize ve aslan-parçası jönlerimizle, kadın-budu mankenlerimize sanatçı değil de... Daha çok “zanaatçı” denmesi gerektiği, işte yine bu nedenle bir takım münafıklar tarafından sürekli olarak talep edilip, durmaktadır...
Sonuç olarak; eğer kendinize, sanattan, düşünceden, politikadan ve bilimden yoksun bir insan olmak gibi önemli bir hedef ve yüksek bir ideal oluşturmuşsanız... Bu yazıda sözü edilmeye çalışılan nitelikli saçmalıklarla vakit yitirmenize hiç gerek yoktur…
- Çünkü, vakit nakittir!
Böyle yazıyor bazı “yüksek” ideallerin ve yükselen değerlerin reklam spotlarında.
Oysa;
- Vakit, gelişmektir; emektir... Yaratmaktır; yaşamaktır!..
Hayatın bir diğer “manşet”inde de bunlar yazıyor.
Bizim şu yukarıdaki düşünür de, tutturmuş, “intikam; sanat ve falan ve filan,” diye...
Bilmem ki ne yapsak; hangi sokağa sapıp, yakın bir meyhane arasak?..
Sarımsaklasak da mı saklasak; sarımsaklamasak da mı saklasak?..
Söyleyin hangisi?..
faruk.haksal@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.