Köstebek Var!

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

   “Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar; her adım erken sayılır, her adım 20 gününü doldurmadan yumurtayı kırma gibi bir şeydir, civcivleri terk eden kuluçka gibi, civcivleri doluya, fırtınaya terk etmek gibi bir şeydir…” (Fethullah GÜLEN)

   Necip Hablemitoğlu ve onun gibiler yazdı; komplo teorisi dediniz, küresel fotoğrafı sunduk; uçarı dediniz. Hocamı öldürdüler; Ergenekon öldürdü dediniz. Bu kez size yaşamın içinden iki öykü sunacağım. Bu öykülerdeki olaylar tamamen gerçek, kişiler -güvenlik nedeniyle- düş ürünüdür.

 

***

 

   Sıradaki Hedef TSK!

   Öykünün Geçtiği Yer: Ankara.

   Öykünün Kahramanları:

   Abi: “Malum” cemaatte sıkça kullanılan bir unvan. Bölge abisi, ev abisi gibi tanımlamalarla etkinliği değişkenlik gösterebilir. Öyküdeki “Abi” Ankara’nın merkez ilçelerinden birisinde “bölge abisi” konumunda yer alan bir kişidir. Lise ve üniversiteye hazırlık aşamasında bulunan gençleri organize etmekle yükümlüdür.

   Osman: Lise döneminde cemaate girmiş ve abartısızca söylenebilir ki, cemaatin kulu durumunda yer alıyor.

   Bekir: Bekir de Ahmet gibi, cemaatin sözünden ayrılmayan bir genç.

   Ahmet: Bekir ve Osman’dan bir sınıf altta olup, hizmet (!) evlerinde çok zaman geçiren,  “abi”lerinin sözünden çıkmamaya çalışan bir liseli.

   Yasin: Gelir durumu pek iyi bir durumda olmayan, kırsal kökenli bir gencimiz. Uzun yıllar cemaatin içinde bulunmuştur.

   Osman, Bekir ve Yasin’in lise dönemleri bitmek üzereydi. Abi, onlara gelecekleri konusunda yönlendirme yapacaktı. Hizmet aşkından, gücü elde etmeleri gerektiğinden bahsederek bir giriş yaptı konuşmasına. Sonra devam etti: “Arkadaşlar, Askeriye’ye girmemiz isteniyor.” Tabii bu konu, bir anda şaşkınlığa yok açtı. Evet, bazı hizmetlerde bulunmayı kabul etmişlerdi zaten; ama bu çok şaşırtıcı bir istekti. Cemaatin Ordu ile ne işi olabilirdi? Diyelim ki işi oldu; Ordu, cemaattekileri bünyesine alır mıydı?

   Osman söz aldı: “Abi, ama benim gözlerim bozuk ve burnumun görünüşünde sorun var.” Abi, çok rahattı: “Osman hocam, gözlerine lazer operasyonu, burnuna da estetik müdahale yapılacaktır; tabii maddi karşılık alınmadan. Sen meraklanma.” Osman, hizmet aşkıyla yanıyordu, istekliydi; ama soru sormaya devam ediyordu: “Peki, lazerle göz tedavisi anlaşılmıyor mu? Bildiğim kadarıyla anlaşılıyor Abi.” Abi, hafifçe Osman’ın sırtına vurdu ve “Sen meraklanma Osman. Halledeceğiz.” dedi.

   Durum şaşılmayacak gibi değildi. Sırf dindar çocuğu diye subay okullarına öğrenci adaylarının alınmadığı söylenirdi hep. Ama şimdi hak etmedikleri hâlde, üstelik cemaatten oldukları için bunlar alınacak mıydı?

   Bekir’in de fiziksel sorunları vardı. Peki, subay okuluna girmesinde engel teşkil edecek miydi bu durum? Tabii ki hayır.

   Peki, subay okuluna girmek istemezlerse ne olacaktı? Bu sorunun cevabını, diğer arkadaşlarımızın durumlarına dönerek bulacağız. Anlaşılan o ki bu bölgeye, subay gönderme görevi verilmişti.

   Gelelim Yasin’in durumuna. Yasin’in maddi olanakları az olduğundan; cemaat, nur evlerinde devam etmesi karşılığında -tabii bu böyle dile getirilmez- ona ücretsiz olarak, dershane hizmeti verilmesi sağlandı. Elbette, böyle pazarlık yapar gibi olmazdı bu işler. Öyle olurdu ve uygulanırdı. Söylenmezdi. Yasin, dershaneye kaydolurken, senetlere imza atmış; fakat ödenmesi beklenmemişti. Madem ödenmesi istenmeyecekti; neden senetler çöpe atılmıyordu?

   Yasin’e de “Abi” tarafından diğerlerine yapılan yönlendirme yapılmak istendi. Yasin, Abi’ye, üniversite öğrenimi görüp, bu şekilde bir hayat kurmak istediğini belirtti. O da ne? Bugüne kadar, kafamızdaki şekilleri hep tebessüm dolu olan “abiler” bir anda sertleştiler. Kibar yolla, şu anki insan kaynağı ihtiyacının Orduda olduğu belirtildi. Emirlere uyulması ve hizmetin sizi nerede kullanacağına karışılmaması gerçeği vardı demek ki. Yasin, karşılıksız diye söylenegelen hizmetin, o kadar da karşılıksız olmadığı gerçeğini gördü. Elbette büyük bir şaşkınlık içindeydi.

   Sonrası mı? Ücretsiz olarak dershaneye kaydolan Yasin’den, vicdansızca son iki taksit istenilmiş ve tahsil edilmişti.

   [Ahmet’in öyküsünü buraya koymamızın sebebi, bir gerçeği göz önüne getirmektir. Ahmet, bunlarla aynı dönemin öğrencisi olmamış ve öyküleri aynı zaman diliminde gerçekleşmemiştir.]

   Ahmet de bir yıl sonra, yine abilerinden aynı telkini almıştı. Ahmet, askerî disipline giremeyeceğini ve olursa, polis olabileceğini belirtti. Abi, birçoğumuzun bildiği; fakat medyanın dillendiremediği şu gerçeği söyledi: “Emniyet zaten elimizde, hizmet edeceksen eğer, Orduya girmelisin. Şu an elimize geçirmemiz gereken yer, orasıdır.” Ahmet de bu şok karşısında “hizmet”ten çıktı.

   Şu an ne mi oluyor? Bekir ve Osman, tüm fiziksel sorunlarına rağmen, -adını burada veremeyeceğim- subay okuluna devam ediyorlar. Ankara’ya döndüklerinde, abileri ile görüşüyorlar ve yüz yüze görüşmeler dışında, kesinlikle konuşmuyorlar. Peki, bu “şakirtleri” hak etmedikleri hâlde, subay okuluna alan güç kimdi?

   Bunları alan güçlerle, TSK’dan dışarıya bilgi sızdıranlar aynı güçler olabilir mi? E, biz boşuna mı yırtınıyoruz “fetokrasi” diye!

 

***

 

   “Biz O Büste Tükürüyoruz.”

   Öykünün Geçtiği Yer: Konya.

   Öykünün Kahramanları:

   Abdullah: Konya’nın bir ilçesinde cemaatçi bir yurtta kalan öğrenci. Militan bir cemaatçidir.

   Önder: Atatürkçü duyarlığı olan, Abdullah ile aynı ilçede bulunan bir genç.

   Olay, 28 Şubat sürecinde gerçekleşmiştir. Abdullah, fanatik bir cemaatçi olup, söylemleriyle tam bir Cumhuriyet karşıtıdır. 28 Şubat sürecinde sinmeye başlayan anti-laik hareketlerin maske takmaya başlamasıyla birlikte, Abdullah’ın kaldığı öğrenci yurdu da bir takım riyakârlıklar yapmaya başlamıştır. Yurda Atatürk büstü yaptırıldığını öğrenen Önder, Abdullah’a sorar: “Hani, Atatürk’e karşıydın? Bak, sizinkiler bile Atatürk büstü yaptırmışlar yurdun girişine.” Abdullah’ın cevabı alçakçadır: “Biz yurda girerken, o büste her gün tükürüyoruz.”

 

***

 

   Bu öyküleri sizlerle paylaşmaktaki amacım; zaten yıllardır size göstermeye çalıştığımız büyük resmin, küçük kanıtlarını ortaya koymaktır. Cemaatin faaliyetleri konusunda araştırmalarım ve belgelerim mevcuttur; fakat bugün ortaya konması için yeterli olgunluğa erişmemiştir. Süreç bu biçimde işlerken, size dosyanın ucundan ve yaşamın içinden örnekler vermeyi uygun buldum. İleride yazı dizisi veya kitap olarak, sizlere sunacaklarımız elbette var. Demokratik hakları savunmak başka, yabancı güçlerle işbirliği yapıp ülkenin kuyusunu kazmak başka. Cemaatin içindeki yurtseverlerimiz, kendilerine gelsinler; yoksa düzeltemeyecekleri hatalara aracı olmaktan, tarih onları yargılayacaktır.

   Şimdi yazıma M. Said al-Ashmawy’nin “İslama karşı İslamcılık” adlı kitabından bir alıntı ile son veriyorum. Ülkenin tüm değerlerini yozlaştırıp, gücü cemaate teslim edenlere ithaf olsun:

   “Siyasal iktidar ciddiyet ve olgunluktan uzak oluşu, gerçekçilikten uzak davranışı ya da cehalet yüzünden zenginlikleri bol bol harcayıp gerçek anlamda gelişme kaygısı taşımaksızın ulusun diri güçlerini tüketti. Daha da kötüsü, -en azından kısa erimli, yani yöneticinin ömrü süresince- halka hesap vermemek için halkı yozlaştırıp, ülkenin özlemleriyle bağdaştıracak yerde kitlelerin isteklerini başıboş bıraktı. Geliriyle emeği, özlemleriyle olanakları arasındaki dengeyi kollamaksızın herkes bir tüketim yarışına kaptırdı kendini. Mal birikimi, toplumsal, iktisadî ve siyasal düzenin bozulması pahasına toplumsal statü göstergesi haline geldi.”

   Yazı, Mısır’dan ve Mısır’daki Siyasal İslam hareketinden bahsediyor. Yoksa siz, Türkiye’yle mi ilgili sanmıştınız?! Bilmem, anlatabiliyor muyum derdimi?

 

emrah.ozdemir@politikadergisi.com

www.emrahozdemir.net

 

 

 

 [Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 12’de yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 12’yi indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

Yorumlar

" Türkiye Cumhuriyeti Devleti

" Türkiye Cumhuriyeti Devleti her türlü din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Böyle oyuncular varsa kedilerine başka sahne bulsunlar" (ATATÜRK)

DAİMA ATATÜRK'ÜN İZİNDEYİZ...

gerçek isimlerini verseniz

gerçek isimlerini verseniz çok mu riske atlamış olursunuz?

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.