Kültür Emperyalizmi: Adı Değişse de, Tadı Aynı.

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Bu yazımda pek çok kesimin karşı çıktığı, kimisine göre halkın yozlaşması sonucu ortaya çıkmış bayağı ve basit olan, kimisinin şirketlerin üretim ve pazarlama maliyetlerini azaltmak amacıyla ortaya çıkarıldığına inandığı pop kültür ve onun bir üst kümesi olarak kültür emperyalizmi üzerinde durmak istiyorum.

Aşağıdaki yazı Şehy Mihridin Arusi, diğer bir adıyla Filibeli Sehbenderzade Ahmet Hilmi’den alıntıdır:

“…Batı medeniyetinin İslam alemine olan ihracatının çoğu ‘öldürücü zehir’ diye vasıflandırılmaya layıktır. Şurasını da itiraf edelim ki zaten gerilemeye ve ahlaki fesada düşmüş olan biz Müslümanlar, bu kabil ihracatı talepte ve kabul etmede büyük bir düşkünlük gösteriyoruz..Batı medeniyeti terkibiyle ifade ettiğimiz büyük medeniyet, elbette yalnız kötü şeylerden ve sefahatten ibaret değildir, elbette bu medeniyetin iyi karşılanmaya ve takdir edilmeye layık nice kısımları vardır. Lakin Avrupa siyaseti, mağlup ve mahkum milletlerin mahkumiyetlerinin idaresi için bize, kendileri için kuvvet ve satvet sebebi olan medeni amilleri değil, zaaf ve sefahate sebep olan içtimai amilleri vermeye meyyaldir. Biz de bütün kudretimizle bu iğrenç amilleri kapıyoruz!

Avrupalıların tahakkümü altına düşen yerlerde zırhlılar, yüksek binalar, büyük köprüler, demiryolları, tersaneler meydana getirecek mühendisler, sanatkarlar yetişmiyor. Biz onların ticaret, iktisat ve ziraat usullerine, yardımlaşma ve şefkat, fazileti himaye vs. gibi alınması feyiz ve yükselmemize sebep olacak içtimai teşkilatlarına rağbet etmiyoruz. Piyano çalmak, alafranga şarkı söylemek, modaya göre on türlü kıyafete girmek, mükemmel yemek pişirme usullerimize Frenklerin cicili bicili fakat lezzetsiz ve kaba yemeklerini tercih etmek, yürüme ve gezme tarzında bin şekilde tuhaflıklar göstermek, çocuklarımızı milliyet haricinde terbiye etmek, kendisini bu vatanın yabancısı yapacak fikirlerle doyurmak, türlü renkte alkollü içkiler yutmak, din ve fazilet hislerinden soyutlanmak, namus ve adetler hususunda şüpheci ve ilgisiz kalmak, zevk ve sefahati hayatın gayesi bilmek: İşte Avrupa medeniyetinden zengin ve fakirlerimizin almaya ve taklit etmeye kalkıştığı şeyler…’’[1]

Bu yazıda sözü geçen her şeye imzamı atamam. Katıldığımı veya katılmadığımı belirten bir beyanatta da bulunmuyorum.

Ancak konunun özü itibariyle, Türkiye’de gerçekten de ülkesine ve milletine karşı yabancılaşan, yozlaşmaya uğrayan ve ne Avrupalı ne de Türk olamayan bir kesim olduğunu hepimiz bilmekteyiz.

Magazin kültürü, sosyete yaşantısı, lüks hayat tarzı, pop kültürün sunduğu rahatlık ve haz duygusu uğruna, bilmek eyleminin gerçek saadetini kurban etmiş, son derece cahil bir neslin yetiştiği de herkesin malumatıdır.

Atatürk’ün gösterdiği yol da, bazı kesimlerce sanki buymuşçasına, batılı olmak demek, bu rezillikleri yapmak, Avrupalı-Amerikalı özentisi olmakmış gibi bilinçli olarak aktarılıyor ne yazık ki.

Tabii ki modern olmalıyız. Binlerce yılın bırakmış olduğu bağnazlıkla, kadınları çarşafa sokup kendileri uçkuru açık gezenlere karşı mücadelemizi sürdürmeliyiz. Kara çarşaf, o kesimin işlediği diğer günahları örtmez, ayrı konu. Lakin, dini, tarihi bize yanlış öğretenlerle en etkin mücadele, kuşkusuz bu iki olguyu iyice öğrenmekten geçer. Sapla samanı ayırt etme becerisinde olmalı, bunun için de yüksek bir kültür seviyesine ulaşmalıyız. Bu açıdan, bu tip ziyan hevesler peşinde koştururken, bizi biz yapan değerleri unutmamalıyız. Bu da ancak, yüksek bir entelektüel birikimle mümkün olabilmektedir.

Evet, bilim ve teknolojide, sanatta en ileri uçta yer almalıyız. Ama batının kültürünü olduğu gibi almak zorunda, onlar gibi yaşmak zorunda değiliz. Hele ki, dilimize sahip çıkamazsak bu vatanın bağımsızlığı ve bölünmez bütünlüğü tehlikeye girer; zira bu ülke kültür milliyetçiliği ve dil üzerine kurulmuştur.

Evrensel değerler tabii ki vardır, ancak bu alınan evrensel değerlerin de gerek aydın kesim gerekse devlet eliyle bir süzgeçten geçirilip, terbiye edilmesi lazım gelir. Bu açıdan ailelere de iş düşmektedir. Gene ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün : “Terbiye ya dini olur, ya da milli. Biz dini terbiyeyi aileye bıraktık. Milli terbiyeyi de devlete bıraktık.” sözü, bu açıdan çok manidardır.

Sözüm o ki, alıntı yaptığım bu yazıda, gerçekten de aşağılık duygusuna kapılmış bir milletin, hem başındakilerin hem de ayak takımının böyle maddiyatçı ve kendisine zevk veren bin bir türlü musibet olgunun peşinden koşturarak insanlıktan çıkması, bir yerde insanlar yiyecek ekmek bulamazken üç sokak ötesinde bir güruhun sabahın körüne kadar basit müziklerle tepinmesi, hep bu yüzdendir. Sanki ne kadar ahlaksızlık varsa yapıp, batılılar gibi yaşarsak, o kadar modern olacakmışız gibi. İşte milli kültürümüze empoze edilen bu zehir, 20. yüzyılın başındaki hali birazcık mutasyona uğratılıp, bugün pop kültür olarak halkımıza dayatılmaktadır. Modernizasyonun m’sinden haberi olmayan, burjuva-orta sınıf arası kalmış bir kesimin de, ne kadar saçmalayabildiklerini zaman zaman televizyonlarda görmüyor değiliz.

Demek ki, çağın değerleri değişse de, değişmeyen bir şey var. Emperyalistler ve kültür emperyalizmi. İsimleri ne olursa olsun…

[1] Gökçen Alpkaya, Faruk Alpkaya, Yirminci Yüzyıl Türkiye ve Dünya Tarihi, Tarih Vakfı, s.63

Asim.Us@PolitikaDergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.