Kumpas Kurbanı Tutsak Yurtseverlere Özgürlük!

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Şu son dönemde Türkiye’deki siyasi durumu en iyi anlatan kavram, “kaos” tur. AKP İktidarı; kendi aleyhine ortaya çıkan yolsuzluk ve rüşvet olaylarını bastırmak için hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığı ilkelerini büsbütün ortadan kaldıran uygulamalara girerken, muhalefet ise iktidarı en iyi biçimde yıpratacağına inandığı sevgili konusu “yolsuzluk ve rüşvet” olaylarına yoğunlaşmaktadır. Oysaki artık ülkemizin ve ulusumuzun en önemli temel değerleri ayaklar altına alınmakta; Türkiye adım adım ileride içinden çıkmakta çok zorlanacağı derin bir kaosa ve bunalıma itilmektedir.

Bir zamanlar yapılan yorumlarda, ülkemizdeki olumsuz gelişmelerin ana sorumlusu olan aktörler olarak emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine işaret etmek; “komplo teorisi” olarak küçümsenir, önemsenmezdi. Ama zamanla artık ülkemizdeki çoğunluk; ülkemizde yaşanan önemli ve olumsuz siyasi, hukuki ve ekonomik olayların arkasında bu güçlerin yattığı konusundaki kanısını giderek güçlendirmektedir.

2008 yılından itibaren Türk Silahlı Kuvvetlerini ve yurtsever Atatürkçü devrimcileri hedef alan Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Askeri Casusluk vs. benzeri davaların artık bir “kumpas” olduğu en yetkili ağızlardan itiraf edilmektedir. Başbakan Erdoğan ve Hükümeti; bu bağlamda bütün suçu on seneden fazla birlikte çalıştığı G. Gülen cemaatine atarken, aslında yaptığı bütün iş, yine sadece kendi iktidarını korumak kaygısıdır. Adında “Adalet” olan iktidardaki bu partinin; kumpas dolayısı ile yıllarca suçsuz günahsız içerde yatan bu insanların özgürlüğü ve en yüksek ahlaki ve hukuki bir değer olan “adalet”, umurunda bile değildir.  

Türk Silahlı Kuvvetlerinin emekli ve muvazzaf üyelerinin bir iftira ile uzun yıllar içeri tıkılmasına; TSK komuta kademesi ve üst rütbeli subaylar, yıllarca seyirci kalmışlar; onlara sahip çıkmamışlardır. Aslında bu kumpas davaların bir amacı, yurtseverleri sindirmek ise, asıl diğer amacı da TSK’nın bin yıllık bir geleneği olan ve onu dünyanın sayılı güçlü ordularından biri yapan “iç disiplini” ni yok etmektir. Çünkü TSK’nın hiyerarşik bir temele oturan bu iç disiplini esasında, düşük rütbeli subay ve eratın üst rütbeli subayların emir ve komutlarına mutlak itaat etme bağlamında alt rütbelilerin üstlerine duydukları saygıdır. Bu kumpas davalarında üst rütbeliler tutsak edilenlere sahip çıkmayarak böylece alt rütbelilerin kendilerine olan saygılarını yitirmelerine ve TSK’nın temel disiplin ögesinin zayıflamasına neden olmuştur. 

Nitekim bu savımızı doğrulayan olaylar, artık günlük basında bile yer almaya başlamıştır. 10 Şubat 2014 tarihli Vatan Gazetesinde bir haber aynen şöyledir:  “Balıkesir Erdek Deniz Üs Komutanlığı’nda askerlik yapan üç askerin şikâyeti üzerine Deniz Albay İ.T. hakkında soruşturma başlatılıp iddianame hazırlandı.” “…Bu erler, askerlik hizmeti sırasında keyfi ve haksız uygulamalara maruz kaldıkları iddiasıyla Meclis’e şikâyette bulundular. “ Şikâyet konusu ise; Erdek’te birliğe yaptırılan şelale için taş kırmak, parke taşımak, toprak doldurmak ve ağaç dikmek vs. gibi işlerdir. Orduda geldiğimiz noktaya bakın!

Öte yandan ülkemizin ünlü ve milyonlarca taraftarı olan bir spor kulübümüzün Başkanı, önce “Şike” gerekçesiyle tutuklanıp yargılandı. Sonra Şikenin yasası yapıldı. Daha sonra “Çete” kurmaktan serbest yargılananın bu kulüp başkanının cezası Yargıtay’ca da onandı. Bu başkan, kulüp kongresinde yeniden başkan seçilince, kulüp için vaat ettiği hizmetleri yerine getiremeyeceğine dair Başbakan Erdoğan’ın çıkışına ve bir anlamda tehdidine maruz kaldı.

Aslında Fenerbahçe kulüp Başkanının kulüp yönetiminde Atatürk ilkelerine ve Cumhuriyet değerlerine sadık kalması, uğradığı bu haksız, hukuksuz kumpasların gerçek nedenidir. Bu seçkin kulübümüzün sadece başkanına karşı değil, bizzat kulübün kendisine karşı da spor sahalarında artık belden aşağı taktik ve entrikalarla kumpaslar düzenlendiği algısı yayılmaktadır. Örneğin basındaki spor yorumcuları; Fenerbahçe’nin 2-0 yenildiği son Sivasspor maçındaki hakem hatalarının, sıradan hakem hatası olmadığında birleşmektedirler.

Bilindiği gibi iktidarın iki eski ortağı, şimdi kızgın bir savaşın içindedirler.  Taraflar birbirlerine karşı silah olarak ellerindeki iktidar araçlarını, devlet organlarını kullanmaktadırlar. Yargı ve emniyette egemenliği elinde tutan F. Gülen cemaati, AKP’ye karşı dinleme kasetleri, videoları vs. ve diğer istihbarat kaynaklarından elde ettikleri bilgilerle “Yolsuzluk ve Rüşvet” konusunda, Başbakan Erdoğan’ın basına doğrudan müdahalesi konusunda vs. saldırırken; karşı taraf ise elinde tutuğu meclis ve hükümet üzerinden, çıkardığı “Torba” yasalarla karşılık vermeye çalışmaktadır. Bu kavgada ayaklar altında kalan ise Türkiye Cumhuriyeti devletidir.

Hükümet, 17 Aralıktan beri Türk emniyet teşkilatının ve büyük ölçüde kendi hakkında yolsuzluk ve rüşvet soruşturması yapan yargı mensuplarının görev ve yetkilerinin altını üstüne çevirmektedir. Görev veya görev yeri değişiklikleri, görevden almalar vs. artık takip edilemeyecek bir düzeye erişmiştir.  Devlet içindeki hiyerarşi de alt üst olmuş, devletin alt kademe organ ve görevlileri giderek, kendi grubuna ait olmayan devletin üst kademe organ ve yetkililerin talimat ve kararlarına uymamaktadırlar. Hatta bazı durumlarda mahkeme kararları, savcılık fezlekeleri artık uygulamaya dahi sokulmamaktadır.  Kısaca bu kavgayla ülkemizde devlet yönetimi, iyice zafiyete uğratılmıştır.

Ülkemizin iç politikasının bir diğer kanayan yarası ise ülkemizin toprak bütünlüğünü ve ulusal birliğini tehdit eden AKP-PKK ortaklığıdır. Bilindiği gibi AKP hükümetinin adına “Barış Süreci” denen “Açılım” politikasıyla ülkemizin Doğu ve Güneydoğu illeri hükümetin açılım politikaları çerçevesinde PKK ve yandaşlarına teslim edilmiştir. PKK, BDP bu bölgelerde fiilen özerklik oluşturmaktadır ve ileride koşulların oluşması durumunda da bir iç savaş hazırlığı içindedirler. 17 Aralık “Yolsuzluk ve Rüşvet” operasyonuyla zor günler yaşayan Başbakan Erdoğan ve hükümetine en sıcak ve en yakın anlayış ve destek İmralı’daki terörist başı Öcalan, PKK ve yandaş kuruluşları olan BDP ve DTP ’ten gelmiştir.  Kriz ve kaos ülkemiz siyasetinde her yeri sarmış ve kapsamış olmasına rağmen bir tek AKP-PKK ittifakı bu gelişmelerden pek fazla etkilenmemiştir.

Neredeyse 12 yıla uzanan AKP iktidarının son 6-7 yılında ülkemizin en önemli ulusal değerleri ve kurumları büyük zafiyete uğramıştır. Halkımız arasında ordusuna % 80’lere varan olan güven, son zamanlarda % 60’ların altına düşmüştür. Yargıya güven ise % 50’lerin altındadır. Keza polis ve jandarmaya olan güven de süratle azalmaktadır. Çoğu kez ve çoğu davalarda halk artık kendi adaletini kendisi sağlar duruma düşmüştür.

Bu arada spora ve ülkemizde sevilen bir spor dalı olan futbola olan ilgi de kulüplerimize ve taraftarlarına yapılan baskılar sonucu giderek azalmaktadır. Çünkü bu alanda da insanların “güven” ve “adalet” duygusuyla oynanmıştır.

Öte yandan ülkemizi derin ve kapsamlı bir finans ve ekonomik kriz tehdit etmektedir. Geçen yılın Mayıs ayı itibariyle ABD ve sanayileşmiş ülkelerde faiz oranlarının yükselmesiyle ülkemize sıcak para girişi olağanüstü azalmış ve hatta paradan para kazanan bu sermaye ülkemizi terk etmeye başlamıştır. Ülkemizde yaşanan son dönemdeki yargı ve siyasetteki güvensizlik ortamı bu süreci daha da hızlandırmakta, faiz ve döviz üzerinden yapılan tüm ekonomik ve finans hesapları pahalılaşarak, ülkeyi ciddi bir finans ve ekonomik krize sürüklemektedir. 

Ülkemiz, yedi hafta sonra yukarıda anlatmaya çalıştığımız bu bunalımlı ve kaotik bir ortamda yerel seçimlere gitmektedir.  Seçimler yerel bir nitelik taşımasına rağmen, ülke çapında siyasi önem taşımaktadır. Çünkü bu yerel seçimler halkımıza, ülkemizin içine düştüğü bu bunalımlı ve kaotik ortamdan kurtulacak mı yoksa daha da mı zor günlere doğru gidiyor sorusuna yanıt verecektir.

Mecliste temsil edilen muhalif partiler, etkin olmayan muhalefetleriyle bütün yaşanan bu kriz ve kaotik duruma rağmen iktidara seçenek bir güç oluşturmamaktadırlar. Çünkü onlar da daha dünün AKP ortağı olan ve merkezi ABD’de CIA’nın kontrolünde olan F. Gülen cemaati ile işbirliğine girmiş durumdadırlar. Başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere MHP dahi F. Gülen cemaat güçlerinin nerede ve nasıl elde ettikleri bilinmeyen kaset ve video kayıtlarını kullanarak iktidara karşı siyaset yapmaya çalışmaktalar.

Cemaatle ortaklık, sonuçta emperyalizmle ortaklık demektir. Çünkü cemaat, ülkemizde emperyalizmin bir taşeron örgütüdür. Onlarla yapılan ortaklıktan Türkiye’mizin hayrına hiçbir olumlu sonuç çıkmaz. Nitekim muhalefet; ülkemizi en başta tehdit eden “Bölünme” konusunu bir taraf bırakarak, bütün siyasi gücünü “Rüşvet ve Yolsuzluk” konusuna yoğunlaştırmaktadır. Bu da bir anlamda ülkemizi tehdit eden ana sorun olan bölünme ve iç savaş gündemini değiştirmek demektir.

Ülkemiz Türkiye, “Kemalist”(Atatürkçü) devrimle “karşı devrim” arasında uzun yıllardır sürdürülen savaşın nihayet finaline yaklaşmaktadır. Bu finalin bir tarafında emperyalizm, bölücü ve dinci yerli işbirlikçileri varsa, öte tarafında ise demokrat, sosyalist ve muhafazakâr Atatürkçü fikir ve felsefe etrafında toplanan milli güçler var.  Milli güçlerin bu mücadeleden zaferle çıkmaları, onların kendi aralarındaki birleşme derecesine ve bu mücadeledeki kararlılıklarına bağlıdır! Ülkemiz böyle bir mücadelen bir kez daha, 90 yıl önce büyük devrimci M. Kemal Atatürk’ün öncülüğünde emperyalizme ve onun bölücü ve gerici işbirlikçilerine karşı büyük bir zaferle çıkmıştı. Ulusal demokratik güçler, bu mücadeleyi de yine büyük bir zaferle kazanacaklardır.

Bu mücadelede ilk hedef; Hasdal, Silivri, Sincan vs. gibi alçakça bir kumpasın kurbanı olan yurtseverlerin ve ulusal demokrat güçlerin tutsak olduğu hapishanelerin boşaltılmasıdır. Bu bağlamda yurtsever gençliğin dinamik ve kararlı örgütü TGB ve onunla birlikte İP üyeleri, CHP ve MHP üyeleri, çeşitli Atatürkçü dernekler ve bazı işçi sendikaları vs.  13 Şubat 2014 tarihinde ÖGM lerin kapanmasıyla ilgili yasanın görüşülmesi esnasında Meclis önünde toplanarak, yurtseverlere özgürlük talep edeceklerdir.

Bu toplantıya imkânı olan, vatansever ve adalet sevdalısı herkesin katılması; tarihsel bir görevdir!

Yaşasın “Tam Bağımsız” ve “Gerçekten Demokratik” Türkiye!

 

Mehmet ÇAĞIRICI

mehmet.cagirici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.