Küresel Mali Kriz

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Timur Veysel Doğruok

   Geçtiğimiz aya darbesini vuran en önemli ekonomik süreç, “küresel mali kriz” olarak telaffuz edilen süreçtir. ABD’de batan bankalar, kurtarma planları, döviz parite dalgalanmaları, çeşitli borsalarda yapılan sert satışlar ve bunlara mukabil borsaların değer kayıpları ve daha bir çok detay…

   Peki, en güçlü ekonomi olan Amerikan ekonomisine darbe vuran ve tüm dünyayı etkileyen bu önemli krizin kaynağında ne var? Nedir bu sürecin ana etkeni?

   Küresel mali krizin oluşmasındaki ana konu, “kredi”dir. Bunu “mortgage sorunu ile başlayan likidite sorunu” olarak ifade edelim. Bankacılık ve finans sektöründen doğan bu kriz, son dönemlerde çatlakların genişlemesi ile finans sektöründen beslenen reel sektörü de etkilemiş ve kabuk kırılmıştır.

   ABD ekonomisinde “prime” ve “subprime” olarak ifade edilen 2 ana kredi uygulaması mevcuttur.

   Prime krediler; sermaye yapısı, ödemeler dengesi, genel finansal tabloları olumlu olan firmalar, kişiler ve kuruluşlara verilen kredi çeşididir. Subprime krediler ise bu krediyi sağlayan finans kuruluşunun, kendini daha da riske ederek, gelir düzeyi ve sermaye yapısı daha alt seviyede bulunan gerçek veya tüzel kişilere sağladığı kredi çeşididir. Peki, subprime uygulamada kredi veren kuruluş, kendini neden riske eder? Subprime kredi uygulamasında, faizler, prime kredi uygulamasına göre daha yüksektir. Finans kurumu, bu yöntemle; daha fazla kredi tüketicisine ulaşıp pazar payını geliştirecek, prime kredi uygulamasıyla beraber, toplamda kendisine daha fazla faiz geliri sağlayacaktır. Zaten prime kredi uygulamalarında bir problem yok. Ne kadar risk, o kadar kazanç!

   Tüm dünyayı ilgilendiren “FED’in (Federal Reserve / ABD Merkez Bankası) faiz politikası” ile de önceki yıllara göre beklenmeyen gelişmeler, subprime kredi ödeme yükümlülüğünde bulunanları çıkmaza soktu. Ne kadar çok faiz, o kadar düşük yatırım.

   Tabii bunu mortgage sisteminde öngörmek çok zor. Nitekim görülemediği de aşikar.

   Mortgage, uzun vadeli kredi sistemi olduğu için, kullanılan değişken faizler ile subprime kredi kullananlar, FED’in faiz politikalarını öngöremedi ve kredi borçlarını ödeyemedi ya da geciktirdiler. Gecikmelerden kaynaklanan artı yükümlülükler ise yine subprime sistemde yüksek faizler ile karşılaştı. Zaten birincil kredi borcunu ödeyemeyen borçlular ise daha zor bir duruma girmiş oldu. Bireysel olarak bakıldığında önemi yok gibi gözüken bu durum, bir trilyon dolardan fazla bir büyüklüğe sahip piyasada ciddi önem teşkil etmektedir.

   Mortgage sisteminde; kredi veren kuruluşların tüketicinin satın alacağı konut için tüketicinin borçlanma oranını çok yüksek tutması, subprime kredi piyasasının genişlemesindeki en önemli etkendir. Peki, bankalar nasıl bu kadar kredi verebiliyor(du)? Fonlarını nasıl sağlıyor(du)?

   ABD bankaları, fonlarını yatırım bankacılığı modeli ile yatırım bankalarında uzun vadeli menkul kıymet ihraç ederek sağlıyordu. Yatırım bankacılığı modeli, kurumsal işlere dayalı olmakla birlikte, bireysel mevduatı dışarıda tutan bir modeldir. Brokerage ve underwriting gibi sistemler üzerine kurulmuş bir komisyonculuk modelidir. Yatırım bankaları da kendi fonlarını bu şekilde sağlardı.

   ABD’de konut fiyatları ve kira gelirlerinin düşmesi, en değerli görülen sektörlerden biri olan inşaat ve gayrimenkul sektörüne darbeyi vurarak reel sektöre sıçramış oldu. Finans sektöründen beslenen reel sektör de içinde birbirine bağlı birçok sektörü barındırır. Lokomotif sektörlerden biri olan inşaat ve gayrimenkul sektörü de kendisine bağlı olan birçok sektörü yine olumsuz yönde etkilemiştir.

   Güçlü kuruluşların mali anlamda önlem almayarak piyasada oluşturdukları güven eksikliği ile beraber, menkul kıymetlerde sert satışların yaşanması ile kredi derecelendirme kuruluşları tarafından kredi notlarının düşürülmesiyle, piyasadaki dar boğaz aşılamaz hale geldi.

   İlk batan finans kurumu, Bear Stearns’dür. Sonrasında, ABD’nin güçlü kalelerinin bir bir yıkıldığı veya sarsıldığı haberleri gelmeye başlar: Lehman Brothers fiyaskosu, Merrill Lynch’in piyasa değerinden çok daha düşüğe Bank of America’ya satılması, Goldman Sachs ve JP Morgan’ın statülerinin değiştirilmesi ve böylece yatırım bankacılığı modelinin son bulması…

   ABD’de başlayan kriz, sadece ABD’de kalmayıp, tüm dünyayı etkileyen bir kriz halini almıştır. Yine özellikle bankacılık ve finans sektöründe Avrupa da bu krizden önemli derecede olumsuz yönde etkilenmiştir. Yine Avrupa’da da birçok banka olumsuz haberlerle anılmıştı. Bunlardan en bilineni, Fortis’tir.

   Avrupa’ya sıçrayan kriz, ekim ortalarında EUR kullanan ülkelerin kriz için kurtarma planı oluşturmasına önayak olmuştu. Bu duruma istinaden, EUR-bölgesi 15 ülke başkanı ve AB Merkez Bankası başkanı Trichet, Fransa’da toplandı. Bu toplantının amacı, bankaların ve finans kuruluşlarının sermaye yapılarını kuvvetlendirmek ve nakit akışını düzenlemek olarak açıklanmıştır. Bankaların sermaye yapılarını kuvvetlendirmekteki amaç, ABD’de olduğu gibi, olası bir kredi piyasasının hızlı büyümesinde bankaların borçlanma oranlarının artışı karşısında aktif büyümelerinin oranının az olmasını engellemek ve güçlü sermaye yapılarıyla da sarsılmamalarını sağlamaktır. Nakit akışını düzenlemekteki amaç ise herhangi bir likidite krizinin önünü kesmektir.

   Peki, bu mali krizden Türkiye nasıl etkilenir ya da nasıl etkileniyor? Kimine göre etkilenmez, kimine göre etkilenir. Kesin bir dille bunu yanıtlamak henüz zor. Lakin krizin yarattığı dalga, an itibariyle Türkiye’yi de aşmış ve Asya’ya kadar ulaşmıştır.

   Türkiye, hâlihazırda gelişmekte olan bir piyasa konumunda ve enflasyon verileri iç açıcı değil. Yabancı yatırımcı da belirli bir süredir İMKB’den adeta kaçmakta, büyüme verilerinde gözlemlenen düşüşler mevcut, cari açık: genelde bir problem…

   Mikro anlamda işletmelere kadar inildiğinde, farklı açılardan olaylara bakılması ve oranların genel ekonomik ve sektörel bazda değerlendirilmesi gerekecektir. EUR/USD paritesindeki kayıplar ve YTL’nin genel değer kaybı sonucu, işletmelerin nakit yönetimleri konusunda dikkatli olmaları gerekmektedir. Döviz borçlarını çok iyi yönetmeli ve kredi kullanımlarına dikkat etmelidirler. Maliyet unsurları döviz cinsinden olan işletmeler için kritik durum, vade oranları ve stok durumlarıdır. Kısa vadede değişkenlik gösteren tüm bu etmenler, uzun vade için işletmeleri yakından ilgilendirdiğinden, yapılacak öngörüler ve bu öngörülere istinaden hazırlanacak planlar çok iyi analiz edilmelidir. Bu durumda, finans birimi çalışanlarına önemli ve kritik işler düşmektedir. Nitekim ABD’de batan bankaların yönetmenleri ve kredi krizini meydana getiren uzmanlar ve profesyoneller için de Eski FED Başkanı Alan Greenspan: “Böyle bir krizi nasıl hesaplayamadılar?” diyerek şaşkınlığını belirtmiştir.

   Saygılarımla,

 iletisim@PolitikaDergisi.com

 

 

Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 9’da yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 9’u indirmek için buraya tıklayınız. 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.