Michels'in Tunç Yasası Gramsci'nin Aydınlarının Gizli Belgesi mi?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Oligarşinin tunç (veya demir) yasası kuramı Alman sosyolog Robert Michels tarafından 1900’lerin baslarında ortaya atılmıştır. Bu kurama göre, amacı veya yöntemleri ne olursa olsun, bir sistemdeki birey sayısı belli bir miktarın üzerine çıktığında, bireyler arasında iletişim sorunları yaşanmaya başlayacak, bu sorunun üstesinden gelinmek üzere gruplar oluşturulduğunda ise grupların kendi arasındaki iletişim mekanizması, bürokrasiyi doğuracak, bürokrasinin güçlenmesi de oligarşiyi getirecektir.

 Gruplar arasında iletişimi sağlayan ve karar kontrol mekanizmasını işleten zümre bir süre sonra kendilerini olduklarından daha yetkin ve temsil ettiklerinden daha seçkin, feda edilemez görecekler ve hâkim elit zümreyi hayata geçireceklerdir. Michel’e göre, demokrasi ve bürokrasi bir arada bulunamaz ve işleyemez. O, oligarşiye tedbir olarak, değişken hiyerarşik sistemi, liderlere mutlak güç verilmemesini ve her zaman liderlerle diğerleri arasında açık iletişim hattının tutulmasını önermiştir.

Büyük çaplı örgütler yöneticilerine güç konusunda neredeyse bir tekel konumu sağlarlar.

Siyasi partiler, sendikalar ve diğer tüm büyük örgütler bürokratik bir yapı ve hiyerarşik biçimde örgütlenmiş önceden tahmin edilebilir (rasyonel)bir örgütlenme sistemi geliştirme eğilimindedirler. Michels’in belirttiği gibi: ‘’Bürokrasi örgüt ilkesinin kaçınılmaz sonucudur…

Liderler, politikaları değiştirmeye çalışan üyeler üzerinde engellenmesi hemen olanaksız avantajlar sağlayan birçok kaynaklara sahiptirler. Bu kaynaklar:

(a)ileri seviyede bilgi, örneğin üyelerin örgütün programlarına itaatini sağlamakta kullanabilecek çok sayıda bilginin liderde toplanması;

(b)liderlerin üyeleriyle iletişimini sağlayabilecek biçimsel araçlar üzerinde denetim kurması, mesela yayın faaliyetlerinin kontrolü ve propagandada kitle ile buluşma araçları

(c)politika sanatındaki hüner ve vasıfları; örneğin liderler hitabet sanatını kullanmak, makaleler yazmak ve grup etkinliklerini örgütlemek konularında daha ustadırlar.

Liderler kendi otoritelerine ya da mevkilerine karsı örgüt içinden bir tehditle karsılaştıklarında aşırı saldırgan bir tavır sergilerler ve böyle bir durumda birçok demokratik hakka zara vermekte tereddüt etmezler. Örgüt üzerinde egemenliği kaybetmek demek onları önemli bireyler yapan bir kaynağı kaybetmek demektir; bu sebepten liderler, baskıcı yöntemler kullanmalarını gerektirse de mevkilerini koruma yolunda güçlü bir güdüye sahiptirler.

Michels’in tezine eleştiriler, genellikle Michels’in belli bir dönemi ele aldığı geçmişten kopuk hale getirilmiş bir kavram olduğu ve arkaik nitelikte çıkarsamalardan yoksun olduğu yönündedir. Haliyle sosyalist ve komünist kuramcılar bu yoldan hareketle Michels’i eleştirir. Kimi komünist kuramcılar; Michels’in analizlerinin bulundukları zamandan değil daha sonraki bir zamanda yapılması gerektiğini de belirtmişlerdir.

Michels’in tunç yasasını aktardıktan sonra, Gramsci’ye göz atabiliriz.

Gramsci:

Marksist öğretiyi politik görüş açısından yeniden ele alan Gramsci'nin -devrimci stratejisinin içine yerleştirdiği- aydınlar sorununu derinlemesine inceleyen tek Marksist düşünür olduğu söylenebilir. Gramsci'nin bütün anlatmak istedikleri üstyapıyla, devrimden önceki ideolojik değişimle ilgilidir. Aydınları hiçbir önyargıya saplanmadan, bir sınıf analizi temeli üzerinde inceleyen Gramsci, bu konudaki "klâsik" Marksist yaklaşımı yıkmış, aydınları salt az veya çok önemli ittifaklar açısından değil, daha çok egemenliğin fethi için kurulacak yeni "tarihi blok"un organik bileşkelerinden biri olarak düşünmüştür. Aydınların "tarihî bloktaki ve egemenlikteki rolleri nedir?": İşte Gramsci'nin aydın tanımlamasındaki çıkış noktası budur.

Canlı ve yaratıcı bir Marksizm adına sosyalist yaklaşımlara yeni ufuklar açmak isteyen "Gramsci Devrimi”nin ana çizgilerini, aydınların proletaryanın "organik" aydınları olarak onunla kaynaşmaları; bütün faaliyetlerde muhakemeyi gerektiren bir yan olduğundan, "kafasıyla çalışan" kavramının herkese uygulanması; "entelektüel ve moral reform"u gerçekleştiren bütün güçlerin "kolektif aydın"da, yani partide toplanmaları oluşturur.

Aydınların Kabulü:

Aydınlar konusunu incelerken Gramsci'nin ilk işi, o güne kadar sol çevrelerde bile sınıf ilişkilerinin dışında, bağımsız, yani saf düşünce, bilgi ve bilim yayıcı kişiler olarak kabul edilen "aydınlar Mitosu”nu yıkmak olmuştur. Bütünüyle bağımsız aydın gruplarının varlığını savunmanın saçmalığını anlatan Gramsci, aydınların hâkim sınıfa (iktidardaki veya "yükselmekteki" sınıf) göre asla bağımsız olmadıklarını söyler. Bu yargı "geleneksel büyük aydınlar" için daha da geçerlidir.

 

Aydınları burjuva toplumunun altyapısını üstyapısına bağlayan ve "tarihî blok"a "egemenliğini" garanti eden öğeler olarak gören Gramsci' nin ana tezi, onların kendi başına, ayrı bir sınıf meydana getirmedikleri, fakat "egemenliğin memurları" olarak hâkim zümreye organik bağlarla bağlı olduklarıdır. Bu bağ, aydınlar temsil ettikleri sınıftan geldikleri zaman daha da sıkıdır.

  

Gramsci aydınları iki açıdan ele almaktadır:

a) Toplumsal yapıyla bütünleşmeleri açısından

b) Tuttukları yer ve siyaset ve tarihte oynadıkları rolle tarih sürecinde yer almaları açısından ki bu anlamda, yükselmekte olan bir sınıfa organik olarak bağlı olabilirler.

Her üretim tarzına bir ana sınıf, dolayısıyla bir aydın tipi tekabül eder. Çünkü aydınlar her zaman bir sınıfa bağlıdırlar: "Her toplumsal zümre, ekonomik üretim alanındaki başlıca işlevinin temeli üzerinde kuruluşunu gerçekleştirirken, aynı zamanda organik olarak bir veya birçok aydın grupları doğurur. Bunlar kendisine hem ekonomik, hem de toplumsal ve siyasal kesimde homojenik ve 'kendi işlevlerinin bilincinde olmayı sağlarlar: Kapitalist müteşebbis sanayi teknisyenini, ekonomi politik teorisyenini, yeni bir kültür ve yeni bir hukuk örgütçüsünü v.b. yaratır..."

Aydınlar egemenliğin temsilcileri, "egemen grubun komileri", "üstyapı memurlarıdırlar. İktidardaki grup hem yığınların desteğini kazanmak, hem de onları ideolojik ve ahlâki düzeyde kendi dünya görüşüne uygun olarak biçimlendirmek için aydınlardan yararlanır. "Sivil toplum"  -sendikalar, partiler ve bütün kültürel uzmanlaşma faaliyeti sektörlerinden geçerek Okul'a, Din'e kadar giden bu sık kurumlar ağı- aydınlar olmadan işleyemezdi.

"Politik toplum" da "sivil toplum" gibi yönetici kadrolarını aydınlar kitlesinden seçer.

Demek ki Gramsci'ye göre aydınlar, egemenliğin aracı olma rollerini iki büyük üstyapısal düzeyde, yani "sivil toplum" ve "politik toplum"da (Devlette) oynarlar. Bu roller sırasıyla, yönetici grubun bütün toplum üzerinde gerçekleştirdiği egemenlik işlevine ve Devlet ve Adlî güç aracılığıyla beliren "hükmetme" veya "doğrudan hâkimiyet"e tekabül  ederler. Böylece Gramsci aydınların hem "politik toplum"daki, hem de "sivil toplum"daki rol dağılımını incelemiştir: "Toplumsal egemenlik ve politik hükümet alanında ikincil işlevleri yüklendiklerinden, aydınlar hâkim zümrenin komileridirler ve bunu iki alanda gerçekleştirirler: a) Temel hâkim zümrenin toplumsal hayata verdiği yöne en geniş halk tabakaları tarafından getirilen "kendiliğinden konsensüs" alanında, b) Etken veya edilgen olarak katılmalarını dile getirmeyi yadsıyan gruplara yasal olarak disiplini empoze eden ve "kendiliğinden konsensüs”ün kaybolduğu zaman hükmetme ve yönetim alanında ortaya çıkacak buhran anlarını hesap ederek, toplumun bütünü için kurulmuş olan Devlet aygıtı alanında."

Birinci kategoride gerçek anlamda aydınları, yani profesörleri, gazetecileri, öğretmenleri, sendika ve parti yöneticileri ve memurlarını ve görevleri hâkim sınıfın egemenliğini sağlamak veya "entelektüel ve moral reform"u tanımlayıp örgütlemek, tek kelimeyle, kültürü pratik işlevine uydurmak olan görevlileri buluruz. İkinci kategoriye  ise siyasî, idarî, hukukî, adlî ve askerî aygıtların  kadrola-rını, yani belli baskıcı işlevleri yüklenmiş " olan aydınları sokmak gerekir ki, modern dünyada bu kategori çok önemli boyutlara ulaşmıştır.

Aydınlar eski ve yeni tip olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Gramsci bunlardan birincisine "geleneksel", ikincisine "organik" aydınlar der. "Her ülkede aydınlar tabakası kapitalizmin gelişmesiyle köklü değişikliklere uğramıştır... Eski tip aydınlar 'başlıca köylü ve zanaatkar tabanlı bir toplumun' örgütleyici öğeleridir." Tarımın önemli rolünü yitirmediği yerlerde hâlâ bu tip aydınlar hâkimdir. Bunlara "geleneksel" denişinin nedeni bu tip aydınların hem bir önceki üretim tarzına bağlı ve hem de kaybolmakta olan bir sınıfın "organik" aydınları oluşları, şu anda yükselmekte olan sınıfa organik olarak bağlanmayışlarıdır.

"Kırsal tipli aydınların çoğu da gelenekseldirler, yani kapitalizmin henüz değişikliğe uğratmadığı kentlerdeki köylü ve küçük burjuva kitlelerine bağlıdırlar. Bu tip aydınlar merkezî yönetimle köylü yığınları arasında aracılık yaparlar (avukat, noter v.b.) ve bu işlevleri nedeniyle de büyük bir siyasal - toplumsal rolleri vardır, çünkü meslekî karakterdeki bir aracılığı siyasal karakterli bir aracılıktan ayırmak güçtür".

Yeni tarihî bloğun, özellikle temel sınıfın organik aydınları, Gramsci'nin geleneksel diye nitelendirdiği eski tarihî bloğun aydınlarına karşı çıkarlar ve yeni "temel sınıf"ın gelmesinden önce var olan çeşitli aydın tabakaları toplarlar. Yeni "temel sınıf", egemenliğini sağlamak için bunları ya yutmalı ya da yok etmelidir.

İlerlemeye elverişli bir sınıfa göre aydınlara geleneksel denişinin nedenlerinden biri olarak, kaybolmuş bir sınıfın organik aydınları oluşlarını göstermiştik. Fakat aynı geleneksel aydınlar proletaryayla yeni bir organik ilişki kurarak, "yeni bir aydın" olabilirler. İşte Gramsci'nin amacı, organik bağların sadece gerici sınıfla değil proletarya ile de oluşturulabileceğini göstermektir. Yeni yönetici sınıf geleneksel aydınları buhran döneminde ele geçirerek, onları organik aydınlara bağımlı kılar veya onların safına sokar.

Demek ki altyapıyı üstyapıya tutturan çimento olmak gibi önemli bir rolleri olan aydınların bu rolü değiştirilebilir. Bu, aydınların yükselmekte olan devrimci sınıfla, artık geleneksel olmayan bir dış görüntü aldıkları zaman gerçekleşir, böylece aydınlar kendilerini "organik olarak devrimci bir tarihî görev yapma zorunluluğunda bulurlar

Gramsci'ye göre değişik biçimlerde "proletaryanın organik aydınları" olunabilir: Bir burjuva aydını proletaryanın program ve öğretisine katıldığı ve proletaryanın içinde eridiğinde, özüne katılıp onun bütünleyici bir parçası olduğunda meydana çıkan "ideolojik fetih" ve özümleme yoluyla; veya aydının doğrudan doğruya organik olarak bağlı olduğu kitleden gelmesi halinde. Kitlelerin dünya görüşünden kalkarak, ona net ve aydınlık bir bilinç (görevinin ve kendisinin bilinci) vermek için, onu bütün engellerinden kurtararak ve belli bir homojenlik ve tutarlılık vererek, proletaryanın organik aydını haline gelinebilir.

Sonuç:

Gerek Michels, gerekse Gramsci özünde aynı sorun diyebileceğimiz bir ipin, iki farklı ucundan bakarak ortasını tasvir etmeye çalışmışlardır. Michels’in tunç yasası, oligarşik bir sınıfın, bürokratik merkezde oluşabileceğini ön görürken; Gramsci bu sınıfın olsa olsa Aydınların dönüşümü üzerinden inşa edilebileceğini göstermeye çalışmaktadır.

İki isminde bulunduğu dönemlere ilişkin analizleri temel bağlamda sosyalizmin içine düştüğü yanlışlığın farklı değerlendirilmesine sebep olmuştur. Her iki isimde partinin rolünün önemli olduğunun altını çizerken; Michels bir anlamda polit büroya göndermesiyle, bürokratik yoğun yapının oligarşinin doğal sonucu olduğunu anlatmaya çalışır. Gramsci ise aynı sorunu, aydınların oligarşik yapısına dönüşmesinden tereddüt eder. Bunu anlatırken de, geleneksel aydınların; mevcut düzenle bütünleşmesi sonucu aydın temerküzünün devam edeceğini söyler.

Michels’in teorisi; bugün itibarıyla baktığımızda Batı dışı toplumlarda sıklıkla örneklenebilecek bir yapı arz etmektedir. Nitekim aydınlanmanın gölgesinde değişen/değiştirilen toplumlar bu süreçte bir oligark bloğu yaratmak zorunda kalmaktadır.

Gramsci’nin aydın kavramına getirdiği bakış açısı, kimi çalışmalarda peşi sıra gelen “elit dolaşımı” kavramlarının fikir babası niteliğinde de olsa, Michels’le Gramsci’nin uzlaştığı nokta yeni ve ortadan kalkmaz bir sınıf oluşturulması noktasındadır. Michels bunu: Bürokrasi yoğun oligark yapılar olarak tarif ederken, Gramsci aydınların sınıfa dönüşümünü, toplum için “iyi/kötü” olgusuna karar veren bir otorite olgusunu ortaya çıkardığı yönünde açıklamaktadır.

NOT:

Gramsci başlığıyla verilen bilgiler Lusin Bağla’nın Antonio Gramsci ve Aydınların Rolü Sorunu makalesi,

Michels başlığıyla verilen bilgiler Gamze Han’ın Yeditepe Üniversitesinde yaptığı Robert Michels ve Oligarşinin Tunç kanunu çalışmalarından birebir aktarımlardır.

 

İlker EKİCİ

ilker.ekici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.