Modern Hayat

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

   Cumartesi, saat sabahın 6’sı. Telefonum çalıyor. Numaraya bakıyorum, ofis. Ama konuşmayı çok da beceremeyeceğim, yarı uykuluyum.

   “Bugün gelmeyecek misin?” diyor telefondaki ses.

   Gelemeyeceğim, lanet olası, bugün izin günüm.

   Bu iş çok kazandırmasa da, gene de şükretmeliyim. Daha da şanssız olabilirdim. En azından sigortamı ödüyorlar, fazla mesai ücreti vermeseler de, izin günümde, sabahın köründe arayıp uyandırsalar da, inanın bana daha da kötü işleri gördüm.

     Hiç çalışmamaktan iyidir, sürekli sizden karınız gibi fedakarlık bekleyen bir işyeriniz de olsa. Batıda böyle değildir belki ama, burada yaptığınız her sözleşme, sanki şirketinizle evleniyormuşsunuz gibi. Görünürde günde 8 saat ücret alırsınız ancak, mesailere para vermezler. Cumartesi gittiğiniz olur, ya da siz evdeyken, uykudayken ararlar. Uyku saatlerinizi bile şirketinizle geçirirsiniz.

   Tam da evlilik gibi değil aslında. Şirket sizi istediği zaman kapı dışarı edebilir.

   E-postan var!.. Klink… Klink!..  Bakarsın postaya. Kovulmuşsundur, muhasebeye çağırıyorlardır. Sabah’ın köründe kalkmalar, para almadan mesaiye kalmak için zorlanman…

   Senin bir hakkın yoktur, ama şirket senin efendindir. Tabii şirket herkesin efendisi değildir, şirketin efendisi olanlar da var. Ama onlar büyük insanlardır. Yeni kurtarıcılarımız, modern peygamberlerdir. İnsanlık umudunu onların vicdanına bağlamıştır.

   Türkiye’de doğduysanız, bütün toplumsal sınıfları unutun. Burjuvazi, proletarya, aristokrasi, orta sınıf… Hepsi palavra bunların burada. Çünkü bu ülkede ana olarak üç toplumsal sınıf vardır: şanslılar, torpilliler ve garibanlar.

   Eğer şanslıysanız, hiçbir şey yapmadan sefahat içinde yaşayabilirsiniz bu ülkede. 0 lira üretimle, milyarlarca, hatta trilyonlarca lira tüketirsiniz. Çalışmanıza gerek yoktur. Meslek sahibi olmaya gerek yoktur. Okumaya gerek yoktur. Gerek yoktur ama, bu sınıfta yaşayanların, sadece birbirlerine hava atmak için okuduğunu, hocalar tutup görgü dersleri aldıklarını, cumartesi günleri brunch partileri sonrası evlerine giderseniz, görebilirsiniz. Şanslı toplumsal grubun çocuklarını da, genellikle okuldan kaçmaları, derslerden rüşvetle geçmeleri, son model arabaları ve yanlarından eksik olmayan parasız konsomatrisler sayesinde tanıyabilirsiniz. Şanslı gruptaysanız eğer, hiçbir şey sizin aleyhinize çalışmaz. Adam öldürürseniz, kurbana verirler cezayı bu ülkede.

   Bir de torpilliler sınıfı var. Burada da babanız çok zengin olmasa da, ya bürokrattır, ya akademisyendir, ya askerdir vs… Mutlaka bir yerlerden bir yerlere hatırı geçiyordur. Bu sınıfta doğmuşsanız eğer, biraz çalışma ile, istenen asgari kalifikasyonları kazandığınız vakit, istediğiniz yerde iş bulursunuz, tüm kapılar size açılır. Ancak sonra da ömrünüz boyunca sayılmamaya, torpilli diye arkanızdan konuşulmasına hazır olmanız lazım. Tıpkı babası profesör olup, saltanat usulüyle profesörlüğe devam eden evlatlar gibi…

   Garibanlar vardır bir de. % bilmemkaçları işsizdir. Çoğunlukla hayatları, girdikleri bir cinnet sonucu intiharla sonuçlanır. Tabii buna hayat denebilirse. Yaşamak için okumak zorundadırlar, ancak okuyacak paraları yoktur. Bu gruptaysanız eğer, her şey aleyhinize işler. Polis’ten siz dayak yersiniz. Askerde ezilirsiniz. Aslında bütün ömrünüz boyunca ezilirsiniz.

   Sanırım ben bu son gruptan değilim. Çalışmaya ihtiyacım yok, ama çalışıyorum. Arkadaşlarım neden çalıştığımı soruyorlar bana. Onlara boş boş bakıyorum. Boş ama acıyan gözlerle. Genelde akşam dışarı çıkmak, bir kulüpte tepinip, kızları kesmek için çağırılırım. Ama reddederim. Benim iğrenç bir hayatım var, ama gene de onlarınkinden iyidir, diye düşünüyorum

   Sabahlarıysa öğürtülerle uyanırım. Lavaboyla öpüşürüm. Bir daha, bir daha. Eğer ertesi günden kalmaysam da, çoğunlukla uyumadan önce kusmuşumdur ve uyandığımda yastığımda salya lekeleri vardır.

   Benim iğrenç bir hayatım var, ama hiç dibi göremedim.

   Aklımdan bunları geçirirken, telefondaki kişi sinirli bir halde telefonu yüzüme kapatıyor. O da gariban sınıfından aslında. Bu sınıftakiler hınçlarını birbirlerinden çıkartırlar, üst gruplara bulaşacak güçleri yoktur. Sistem böyle işler.

   Bütün haftasonu sabah magazin programlarında, bu ne iş yaptığı belli olmayan zengin adamların, çocuklarını ya da karılarını izlersiniz. Giysileri, kokteyller, kavgaları falan filan.

   Birazcık hayvan belgeseli tadı verir bana, oturup izlerim. Doğadaki başka yaratıkların hayatlarını, hatta çiftleşmelerini bile gösterirler bu magazin programları. Tereyağımı ekmeğe sürerken bunu düşünüyorum. Hayvan belgeselleriyle, bu programlar arasındaki farkı biri bana anlatabilir mi?

   Eğer bunların doğal yaşama alanlarına giderseniz, bütün gün ne yaptıklarını gözlemleme şansınız olur. Safari gibi düşünün bunu. Kafede oturup boş lakırdılarla zaman öldüren ceylanlar. Aslında bir su aygırı olup, altındaki arabasıyla çakal kılığında zebraları kovalayan hayvanları düşünün. Metropolitan hunter… Hayatları böyle geçer. Yanlış anlamayın onları suçlamıyorum, ülkedeki düzen bu. Ahlaki dibevurum sonucu sosyal bir dışavurum onlarınkisi.

   Hayvan belgesellerini düşünün.

   Arkadaşım arıyor. Beni Çin lokantasına davet edecekmiş. Gidiyorum, oturuyoruz. Hiçbir yemeğini bilmediğimden arkadaşımın söylediğinden söylüyorum. Noodle’mış yemeğin adı, ama bence erişte. Çin lokantasında, neden Noodle isimli bir yemek vardır? Bu Çince bir ad mı? Çinlilerin çok fakir olduklarını ve üç öğün pirinç yediklerini duymuştum halbuki.

   “Garson!!! Bana pirinç lapası getir!” Masadakiler şaşkın şaşkın bana bakıp, benimle dalga geçiyorlar. Ben de onları izliyorum. Erkekler benim üzerimden, kızları güldürerek prim kazanma peşindeler.

   Birbirlerine kur yapan ağustos böceklerini düşünün…

   Köşede bir masada, şık giyimli bir adamla, bir fahişe oturuyor. Gülüşüyorlar. Adamın eli, fahişenin bacaklarında. Kızına, başka erkeklerle beraber olması için ayda milyarlarca para veren adam, kendisiyle birlikte olan bu kadına gece sonunda 500 liradan fazla vermeyecek.

   Gelir dağılımı adaletsizliği!

   Bu ülke böyle, diye düşünüyorum içimden. Küçük Amerika… Onlar gibi modern yaşıyoruz biz de.

Asim.Us@PolitikaDergisi.com

 

 

 

 

 [Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 23’de yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi salık veririz. Sayı 23’ü indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.