Muhafazakarlara Ne Oluyor?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Birçok paradigmanın ortasına sıkıştırılan Türkiye’de, tarih geçmişten ders almak yerine geçmişe ders vermek şeklinde devam ediyor.

Siyaseten birçok kavramı tartışmaya açabiliriz. Nitekim bu satırların yazarı demokrasi diye bir kavramın önüne ardına bir sözcük konmasını hiçbir zaman doğru bulmadı.

Paradigmaların en büyüğü arkaik şekilde bir otorite geleneğine işaret eder. Geçmişe bakarsak, Türkiye bir teba ve tek adam üzerine kurulmuş bir sisteme sahip değildir.

Devrimci kadro elitist bir çizgiyle devrimi gerçekleştirmek için çabalamıştır. Ve başarmıştır. Devrimi zorınlu hale getirdikten sonra, neden devrim yapıyorsunuz demek saçmadır. Halifesi emperyalist blokla anlaşan, hemen hemen her ili işgal edilen bir Türkiye’de mücadele vermek, ancak ve ancak Mustafa Kemal tarafından “geldikleri gibi giderler” denecek kadar karmaşıktır.

Yüzyıl önce tam da bu yıllarda Avrupa’nın göbeğinde patlak veren savaşlarla başlayan süreç bir devri değiştirmenin işaret fişekleri olarak görüldü. Ve ona göre tedbirler alındı. Devrim, cumhuriyetçi prensiple gerçekleştirildi. Bugünün mantığıyla 100 yıl öncesine çamur atmaya çalışanlar, 100 yıl önce de Kurtuluş Savaşının başarılamayacağına inananlarla aynı paydada buluşuyor. Vizyonu genişletilmemiş aydın terbiyesizliği, günümüzde de devam ediyor.

Aydın terbiyesizliği ve bilim adamı küstahlığı. Üzerine kafa şişirilmesi gereken en önemli hususlar. Cumhuriyet’e karşı bitmek bilmeyen kin ve nefret 1923’ten beri bir partiye karşı kademeli olarak artıyor.  Eleştirilmesi gereken hususları ayrıca bir yazıda belirtiriz.

Soğuk savaş döneminin sona ermesinden sonra dünya, post ideolojiler, neo ideolojiler gibi saçma sapan tabirlerle baş başa bırakılmıştır. Bu şuna benzer: eğer kolaya su katarsanız, yeni karışım ne koladır ne de su. Yeni bir şey ortaya çıkarırsınız. Tarif edemediğiniz, özü bozulan yeni bir karışım.

Rusya’nın dağılmasından sonra, dünya özellikle Ortadoğu coğrafyasında din ve sosyalizm arasında sıkışıp kalmıştır. Bunun somut örneği Libya Sosyalist İslam Cumhuriyeti’dir. 90’lardan beri sosyalizm ve İslam gibi Amerika’nın kronik düşman ideolojileriyle inşa edilen ülkelerde tercihler yapılmalıydı. İkisini bir arada sürdürmeye çalışanlar geçtiğimiz yıl hayatlarıyla düşüncelerinin bedellerini ödedi.

Yeni sağ akımı, Amerika’nın yeşil kuşak projesiyle dünyaya sunduğu bir kavramken; bu ideolojinin tutmayacağı yükselen milliyetçilik ve özelliklede Kosova Sırbistan çatışmasında görülmüştür. Türkiye’de bu akımı pazarlarken en büyük uygulayıcısı şüphesiz ki Özal’dı. Özalizm gibi kavramları ortaya atıp, İngiltere başbakanı Thatcher’le Türk modelini harmanlamaya çalışan Thatcherizm bir dönem adından sıkça söz ettirmişti. Turgut Özal pratiğinde eksik olan hususlar ve ön görülemeyen sonuçlar vardı.

Eksik hususlar; liberalizm, sağ ve muhafazakarlık gibi üçlü sacayağının bir türlü bu coğrafyada tutmamasıydı. Bunların arasından tercih yapılması gerekiyordu. Ön görülemeyen husus ise, Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığına kavuşarak, Türkiye’nin bir hami gibi yansıtılması olarak karşımıza çıktı. Türkiye kontrol edilebilir ülke olmaktan sıyrılarak kontrol eden bir ülke olmaya yönelmişti ki bu öngörülememişti. O yüzden memleketi laboratuar görenler, o tarihte yeni bir yola yöneldi: conservatizm.

Muhafazakarlık diye Türkçeleştirilen bu kavram üzerine yazılan, yapılan çalışmaların haddi hesabı yok. İnanmayan arama motoruna yazıp kaç çalışmayla karşılaşacağını görsün. Özal’ı dönüştüren mekanizma o tarihte yeni muhafazakar ideolojiyi inşa etmeye başlamıştı. Ve o tarihte yetiştirmeyi kafaya koyduğu kişiler bugün iktidar.

Muhafazakar ideoloji, İngiliz pratiğinde Edmund Burke üzerine inşa edilirken, yeni muhafazakarlık (neo-conservatizm) Amerika üzerinden tanımlanmaya başlamıştı. Ve  kendilerinden önce yine laboratuar olarak Türkiye’yi seçtiler. 28 şubatta post darbe yaptıranlar, post muhafazakarlığın önünü açmış ve mevcut iktidarın yürüyüş yolunu genişletmiştir. Bu modelin, Ortadoğu pratiğinde tutabileceğine inanan ideologların ortalığı karıştırması sonucu da Araplar Bahar nezlesine tutuldu. Tunus’ta yapılan seçimlerde, Türkiye iktidarının izinden gittiğini söyleyen parti, yine iktidar partisinin reklam ve propagandacılarıyla çalışmış bu sayede Türkiye gibi yüzü batıya dönük, ama ruhu İslami değerlere eğilmiş bir parti iktidar oldu. Tunus pratiğinde Türk mayası tutarsa, şüphe yok ki tüm Arap plakasına bu ideoloji pazarlanacaktır.

Adalet ve Kalkınma partisi, şüphesiz ki muhafazakar bir partidir. Muhafazakarlığın tüm özelliklerini taşır: dini refleksleri kuvvetli, maliye politikaları kontrollü, otoriter yönü yoğun, totaliterlikle arasına mesafe koyamayan v.s.  Dünyanın tüm muhafazakar pratiklerinin ortak özellikleri Adalet ve Kalkınma Partisi’nde de mevcuttur.

Muhafazakarlar en güçlü olduğunu hissettiği dönemlerde, sistemin yerleşik değerleriyle çarpışmaya başlar. 2007’den günümüze yaşanan “adli vakaları” buna örnek gösterebiliriz.

Ancak son bir iki aydır yeni bir süreç başladı, 19 Mayıs gösterilerinin iptal edilmesi otoriter tek parti dönemi eğilimleri taşıdığı iddiasının ardına sığındırılırken, yaratılan yeni otoriteryen anlayışa karşı gelişen körlük, paradoks olarak karşımıza çıkıyor. Yine eğitim müfredatından “Atatürk ilkeleri ve devrimlerine bağlılık” çıkarılırken muhafazakarların güç olgusundan ne derece emin durdukları gösterge olarak karşımızda yer buluyor. Gençliğe hitabe, andımız derken otoriter eğilime gidildiğini uyaranlar, “demokratikleşiyoruz” zılgıtlarıyla statükoculukla suçlanırken, son açıklama şaşkınlıkları daha da arttırdı:

“Dindar nesil yetiştirmek istiyoruz. Tinerci mi olsun çocuklarımız, tabii ki dindar nesil yetiştireceğiz.” Bu da tam anlamıyla muhafazakar ideolojinin içselleştirildiği bir çıkış olarak duruyor, nitekim başbakan da muhafazakar olduğunu inkar etmiyor. İçselleştirildiği nokta şu,  liberalizm topluma ve devlete karşı bireysel alanı, özgürleştirmeye çalışırken muhafazakarlık, bireysel özgürleşmenin getireceği olumsuzlukları ortaya çıkararak, sağlıklı bir toplum ve istikrarlı bir düzenin kurulmasına katkı sağlamaktadır.

Türkiye’de muhafazakarlık devlet ideolojisi haline getirilmeye çalışılıyor. Burke’çü pratikte mevcut düzeni değiştirmeye çalışan, katı ve yenilikçi düşünce akımları muhafazakar ideanın hedef alanı halindedir.

Başbakan muhafazakar olabilir, hükümet muhafazakar olabilir, oy verenlerin hepsi muhafazakar olabilir, ordusu muhafazakar olabilir muhalefet unsurları muhafazakar olabilir. Bu eleştirilebilecek bir durum değildir. Ancak ne zamanki bir kavramın dayatılması, böyle yapmak istiyoruz, amacımız bu, diyerek tüm ülke üzerinde bir genellemeye gidilmesi , kabul edilebilecek bir şey değildir.

İktidar toplumun dindarlaşmasını isteyebilir. Nitekim 2002’de %34 le gelen bir parti 2011’de %49 a kadar çıkmıştır. Ancak toplumu dindarlaştırmak için bir girişimde bulunması ne demokrasiyle, ne de muhafazakarlıkla bağdaşmaz. Bu düpedüz bir otoriteryenlikten totalitarizme gidiştir.

 

İlker EKİCİ

ilker.ekici@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.