Ne Dedik, Ne Oldu?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Evet… Hâlâ ısrar ediyorum: Türkiye bir Yugoslavyalaşma sürecinin içindedir… Fakat bu yoldan dönülmesi olanaksız değildir. Bunları her defasında yeniden yazmaya gerek yok. Bu yolun devamı, ırkçılığın / etnikçiliğin yükselmesi sonucunu doğuracaktır. Yapay bir milliyetçilik oluşabilecektir. Etiketlemeler artacak, toplumda güven bunalımı yaşanacaktır. Boşnak ve Sırplar arasındaki dinsel farklılıktan dolayı, Türkiye’yi ayrı tutanlar yanılmaktadırlar. Mesele, dinsel değildir. Mesele; ötekileştirmek / ötekileştirilmektir. Aynı dinden olan halkın yaşadığı Irak’taki olan bitenleri de görüyoruz. Dediğim gibi, Türkiye’yi ancak, Bağımsızlık Savaşı yıllarındaki gibi, etnik, kültürel, bölgesel, inançsal ayrılıklardan arınmış, temelini tarihsel ortaklıklardan almış bir ulusal bütünleşme düzlüğe çıkarır.”[Kürt Açılımı (2), E.Ö, 27.10.2009]
 
   27 Ekim’deki Kürt Açılımı adlı yazı dizimizin ikinci bölümünde ve 1 Haziran 2009’daki Yeni Osmanlı planları üzerine kaleme aldığımız yazılarda inatla Türkiye’nin Yugoslavyalaş(tırıl)ma süreci içerisinde olduğunu anlatmaya çalışmıştık. Tabii bu savı ortaya atarken şunu özellikle belirtmiştik: “Kürt açılımı denilen sürecin devletin özünü, kendi oluşturduğu meşru zemini değiştirmeye yönelik koskoca bir adım olduğunu anlamamız güç olmaz. Bunu anlamamız için, fotoğrafa bakmak yeterli olmayabilir. Gelinen süreçteki bütün fotoğrafları yan yana koyarsak, gidişin de ne yönde olduğunu anlayabiliriz.” (Kürt Açılımı-2) Peki, burada hangi noktalar önemliydi? Sürecin başlama biçimi, ardındaki karanlık hesaplar / anlaşmalar, karşılıklı söylemler, muhataplar, geldiğimiz nokta…
   Şimdi ortaya attığımız savın -üzülerek söylüyorum- adım adım nasıl uygulandığını haberlerle gösterelim.
 > Muş karıştı... Esnaftan göstericilere ateş... 2 ölü (http://www.cnnturk.com/2009/turkiye/12/15/mus.karisti.esnaftan.gosterici...)
 > İzmir'de DTP gerginliği: DTP Genel Başkanı Ahmet Türk'ü karşılamak üzere oluşturulan araç konvoyundaki partililerle bir grup vatandaş arasında kavganın meydana geldiği Üçyol Kavşağı'na, çevik kuvvet ekipleri sevk edildi.
   > İstanbul-Cizre'de olaylara polis müdahalesi: Yeni yıla girilmesine dakikalar kala Taksim Meydanı'nda iki grup arasında sözlü atışmalar yaşandı. Terör örgütü elebaşı lehine slogan atan gruba başka bir grup, "Şehitler ölmez, vatan bölünmez" sloganlarıyla karşılık verdi.
   Haberler bunlarla sınırlı değil; Çanakkale – Bayramiç’teki olaylar, Edirne’de karşıt gruplarda yer alan öğrencilerin birbirine girmeleri, çeşitli yerlerdeki Molotof kokteylli saldırılar, İstanbul’da otobüste diri diri yanan genç kız ve diğerleri…
   Lincin / linç kültürünün ne demek olduğunu bilenler; olaylar, önüne geçilemez bir duruma girdiğinde; çoğunluğun birkaç yıl sonra kendinden utanacağı, sonrasında anlatamayacağı eylemlere nasıl karışacağını bilirler; çünkü kitlelerin (kitle eylemlerinin) beyni yoktur ve bu eylemlerin suçlusu veya sorumlusu da yoktur.
   Din kardeşliği söyleminin geçersiz olduğunu günbegün daha net görebilmekteyiz. Artık Kürt’ün Türk gözünde (veya tam tersi) zorla nasıl ötekileştirildiği gün gibi meydandadır.
   Umarım, biz haksız çıkarız; ama…
   “Deniz Baykal’ın adı, belki Türkiye Cumhuriyeti Başbakanları listesinde geçmeyecek, belki farklı renkli güller çıkarılacak yollarına; fakat dik duruşunu sürdürmesi durumunda inanıyorum ki, tarih Baykal’a hakkını verecektir.” [Kürt Açılımı (1), E.Ö, 12.09.2009]
   Deniz Baykal’ın ve CHP’nin zorla sürecin içine sokulmak istendiğini ve buna karşı çıkması durumunda Baykal’a siyasi bedel ödettirilebileceğini söylemiştik.
   Onur Öymen’in TBMM’deki “Dersim İsyanı”na ilişkin konuşmasının düzlemi “terörle uzlaşma – uzlaşmama” çerçevesinde sürerken, konuyu hemen Alevilere getirenlerin, haberlerde “Öymen’in Aleviler hakkındaki sözleri” gibi sunum yapanların başka türlü planları olduğunu anlamak güç olmaz. Üstelik “Tunceli Alevileri dinsizdir”, “bunlara Alevi demiyorum” gibi söylemleri olan bir şeyhin peşinden giden kanalın bu çizgide yayın yapması da gülünç doğrusu. Tuncelileri Alevi bile görmeyen, dahası “dinsiz” olarak nitelendiren biz kafa yapısı, nasıl olur da Dersim İsyanı’yla ilgili bir açıklamayı, içeriğini bile yayınlamadan, Alevilere mal eder?
   AKP koalisyonun öteki ayağı olan liberallerin önemli bir isminden (Cengiz Çandar) de bir açıklama geldi. PKK (KCK)’nın yayın organı gibi çalışan Yeni Özgür Politika gazetesine verdiği demeçte Çandar şöyle diyor:
   “Sarsar elbette. CHP kitle tabanı iki şeye dayanıyor. Büyük şehirlerin üst orta sınıflarına. Daha kitlesel tabanı ise Anadolu’daki Alevi kitlesi. Anadolu’daki Alevi kitlesinin CHP’den uzaklaşmasına yol açacağı bir süreç ve CHP’nin güç kaybetmesi puan kaybetmesi, Türkiye’de her şey bakımdan hayırlı olacak. Çünkü, TCHP 1923’den 1950’ye kadar iktidar oldu. 1950’den bugüne devlet ideolojisi de esas olarak CHP’nin ideolojisiydi. CHP’nin şu anda Parlemento’da sandelye sayısı olarak görmemek lazım. Yani o bakımdan Kürt sorunu konusunda sabıka kaydı en fazla olan CHP’dir. O yüzdendir bu partinin şamar yemesi, güç kaybetmesi, erozyona uğraması, Alevilerin ve Kürtlerin de Türkiye’nin de hayrınadır.” (http://www.yeniozgurpolitika.org/?bolum=haber&hid=53653)
   Dediğim gibi, CHP’ye saldırmak için fırsat kollayan birçok kesim olacaktır. Peki, biz bunun çaresini de söylemedik mi:
   “CHP, toplumsal nefreti durdurmak ve Kürt kökenli yurttaşlarımızı oyuncak gibi kullanmaya çalışan emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin oyunlarına çomak sokmak adına Kürtlerin haklarını korumayı (ekonomik, toplumsal vs.) sürdürmelidir. Bölgede örgütlenmesini hızlandırmalıdır.Yani bir yandan masa başı oyunlarına karşı çıkarken, diğer yandan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki halkımızla iletişimini güçlendirmelidir.” (Kürt Açılımı-1)
   CHP, özellikle Kürt yurttaşlarımıza basın-yayın yoluyla, örgütsel olarak, sosyo-psikolojik etki yaratacak eylem veya söylemlerle ya da doğrudan iletişim kurmadıkça; CHP’nin direnişi eksik kalacaktır, tek kanatlı olacaktır.
   Renkli renki “gül”ler konusuna geldiğimizde ise, CHP’yi tam Alevilik üzerinden vurmak söz konusu edilmişken -çoğunluğu toplumun büyük bölümünün güvenini kazanmış olsa da isimlerini vermek zorundayım- aynı anda ayrı gazetelerden dört gazetecinin (Can Ataklı, Yalçın Doğan, Emin Pazarcı, Yavuz Semerci) Alevi kökenli olan Mustafa Sarıgül’den* söz etmesini de rastlantı olarak görmek istiyorum.
   “Bu leke temizlenmezse, “fetokopi” (sahte fotokopi) gider, “fetomontaj” (sahte fotoğraf) gelir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu lekeyi temizlemesi, zorunludur, kaçınılmazdır.” [Belge “Fetokopi” Çıktı!, E.Ö, 24.06.2009]
   Kozmik oda aramasının, ıslak imza konusunun bir kez daha gündeme getirilmesinin de gösterdiği gibi, içerideki “köstebeklerin” dışarıdakilere sahte/gerçek bilgi servis ederek, TSK’yı yıpratmaya yönelik neler yaptığını görüyoruz. Üstelik TSK’nın “köstebek bulmak için” izleme yaptığını belirtmesi, kafaları biraz daha karıştırdı. Köstebek bulunacakken mi böyle bir karşıakın yapıldı? Öyle ya da böyle; sözün özü, Ordu sürekli “fetokratik” saldırılarla karşı karşıya kalabilir. Ya leke temizlenecek ya da…
    “Diğer önemli konu ise “Yeni Osmanlı” çerçevesinde Kürt kimliğinin ön plana getirilmesi. Kürt açılımları iki ayaktan yürütülüyor; fakat tek amaca hizmet ediyor: Barzanicilik. Yürütülen politikalardan birincisi, Türkiye ayağı. TRT 6’nın açılmasını yerel dillere yönelik hizmet açısından hoş karşılayabilirsiniz; fakat resmen ve resmi kanal yoluyla yeni bir ulus yaratılıyor orada. Kültürel izlenceler vs. buna hizmet ediyor. Bununla bitiyor mu, hayır! 20 Mayıs akşamı, TRT 6’da Mesud Barzani’nin babası olan Molla Mustafa Barzani için özel bir program yapıldı. Program, Barzani ve KDP’ye (Kürdistan Demokrat Partisi) övgülerle sürdü ve “Ölümsüz Mustafa Barzani” belgeseliyle son buldu. Yazının başında Talabani’nin kadrosundan Araslan Baez’in yaptığı “AKP’ye destek” açıklamasını da göz önüne alırsak; Türkiye’de DTP’nin yumuşatılması veya tasfiye edilmesiyle, oraya Fethullahçı-Barzanici özerk bir yapılanmanın egemen kılınmasının istendiğini görebiliyoruz. Hasan Cemal’in Karayılan’la yaptığı röportajı da bu çizgide değerlendirebiliriz.” [Gaflet, Dalalet ve Hatta Yeni Osmanlı, E.Ö, 01.06.2009]
   Bütün bağlantıları burada vermeye gerek yok, Erbil toplantıları ve “Kürt Açılımı” sürecininbaşlamasından itibaren, Barzani ve ekibi, sürekli DTP’ye ve PKK’ya uyarı verip, AKP’yi övmektedirler. Hatta kapatılan DTP milletvekillerinin son Kuzey Irak ziyaretinde Mesud Barzani, bu vekillere randevu vermemiştir. O Barzani ve Talabani ki, Türkiye’ye kedi bile vermeyeceğini söyleyen kişilerdir. Ayrıca basını ayrıntısıyla takip edenler, AKP’nin içinde hangi vekillerin Barzanici olduğu ve Fetullahçı-Barzanici ortaklığının son dönemlerde nasıl güç kazandığını da görebilirler.
   “Tayyip Erdoğan’ın Azeri-Ermeni ilişkileri normalleşmeden Ermenistan’la tam mutabakatın sağlanamayacağını belirtmesi de diplomatik bir söz olarak kalacaktır. Temel olarak, bu sözün hiçbir geçerliliği yoktur. Serj Sarkisyan’ın Wall Street Journal’de yer alan söyleşisinde Erdoğan’ın bazı konularda çift taraflı davrandığı -söylediğim bağlamda- izlenimine kapılıyoruz. “Elbette ki Başbakan Erdoğan’ın beyanı (Karabağ ile ilgili) bizim anlaşmaların çerçevesinde değildi.” Güney Osetya krizi patladığında, 1 Eylül 2008’de çıkan 7. sayımızda belirttiğim gibi, Türkiye Kafkaslarda Amerikan elçiliği yapmaktadır.”[Kardeşin Duymaz, El Oğlu Duyar!, E.Ö, 02.05.2009]
   Tayyip Erdoğan’ın “Karabağ ile ilgili” söylediği yumuşatma amaçlı sözlerinin geçerli olmadığına ilişkin savın da bugün gerçekleştiğini görmekteyiz. İsteyen http://dosyalar.hurriyet.com.tr/turkiye_ermenistan_protokol.pdf bağlantısındaki protokol metnine bakarak Karabağ sözcüğünün olup olmadığına da bakabilir.
* * *
   Tüm bunları neden böyle bir biçimde sunduğumuz konusuna gelince; biliyorsunuz, birçok kesim bizi “ortalığı karıştırmakla” suçluyor. Gösterdiğimiz tepkilerin yersiz olduğunu, kaba tanımla “işkembeden attığımızı” söyleyenler var. Bizi kuru hükümet düşmanlığıyla yaftalıyorlar. Burada Nostradamus olduğumuzu filan anıştırmıyoruz. Demek istediğimiz, bizi yaftalamadan önce dediklerimize bir kez daha bakmaları daha yararlı olacaktır. Peki, biz ne demiştik, ne oldu? Yüzde yüz haklı çıkmadık elbette; ama görünen odur ki söylediklerimiz genel olarak ortaya çıkmış ya da çıkma eğiliminde. Ayrıntısız olarak verdiğim gizli anket sonucu bile doğru çıktı.
   Anlaşılsın ki, bizim kişisel çıkar peşinde koştuğumuz yoktur. Biz doğru bildiklerimizi söylemeyi sürdüreceğiz. 
Emrah.Ozdemir@PolitikaDergisi.com
   
 
 
 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.