Nerelerdeydik?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

İlginç tesadüfler, her geçen gün biraz daha birbiri üzerine yığılıyor, izliyoruz…

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ülkenin karanlığa doğru koşar adım gidişine karşı önemli bir çıkış yaptığının ertesinde, Yargıtay’ın adının karıştığı bir rüşvet operasyonu ekranları kaplıyor…

Bu devletin üst düzey bir emniyet görevlisinin önemli bir kitabı kitapçı vitrinlerine ulaştığı günün ertesinde, bilmem hangi terör örgütü kapsamında emniyet müdürümüz Silivri zindanını boyluyor…

Bir seks kaseti önemli bir siyasi partinin genel başkanını hedef aldığının arifesinde, yeni yeni eylem planları ve yeni yeni senaryolar birbirini kovalıyor: sonuç ortada… Aylardır izliyoruz…

Ekonomi düz duvara tırmanıyor; işsizlik diz boyu, yoksulluk kol geziyor; ama siyasetin gündemi türban!..

Hayır türban değil, başörtüsü…

Hayır başörtüsü değil, türban.

Yok canım, türbanın ilk okullara kadar ulaşması Hükümet işi değil; basit bir provokasyon… Yani birilerinin kafalarının içindeki eylem planının dışında bu alelade “bireysel” kalkışmalar…

Hizbullah bir terör örgütü… PKK de öyle.

Ergenekon’un özel yetkili savcılarının “kes/yapıştır” iddianamelerine bakarsanız, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en üst generalleri de terör örgütünün içine batmış, debelenip duruyorlar.

Yandaş medyanın renkli camlarına kanarsanız her arazi mayınlanmış, her ağaç birikintisinin dibinde cephanelikler gizli… Teğmenler generallerine suikast düzenliyor; generaller Güneydoğu’da askeri düşmana hibe ediyor… Hava kuvvetleri camileri bombalıyor; emekli generaller yerlere gömdükleri silahları çekip Hükümet’i düşürüyorlar…

Ordunun en gizli odalarına fütursuzca giriliyor, en mahrem sırlarının içine balıklama dalınıyor; halkın güven duyduğu tüm değerlere çalakalem saldırılıyor: tık yok!.. Ortaya çıkartılmış gerçeğe dayanan bir tek sonuç yok… Ve bütün bu kargaşanın nedenini, failini ve sorumlusunu soran yok; sorgulayan yok…

Bu nasıl bir gidiştir?..

Bu nasıl tepe taklak bir yuvarlanıştır?..

Bu nasıl bir yurttaşlıktır?

Bu nasıl bir hukuk anlayışıdır?..

Okul sıralarında bizlere belletilen eşitlik, adalet, sosyal devlet, ulusal çıkarlar, milli değerler ve evresel kültür mozaiği ve kaynaşmış bir büyük kitle olarak millet… Nerede?

Nereye sakladılar bu değerleri?.. Nelerle örttüler üzerlerini?..

Sabırla, inatla ve ısrarla nasıl kirlettiler her şeyi… Bizi birbirimize bağlayan tüm kültürel ögeleri, tüm ortaklıkları, tüm duyarlılıkları ve tüm ortak akıl paydasını… Nasıl kararttılar?

Nasıl yok ettiler?

Ve… Kimdir bunlar?

Dertleri nedir bu ülke ile?

Bu derin hıncın ve bu keskin kinin nedeni nedir; kökeni tarihin hangi düğümünde saklıdır?

Patrona Halil nasıl ulaştı laik Türkiye Cumhuriyeti’ne?..

Derviş Vahdeti, bu kadar yıl sonra nasıl yetiştirip sahneye sürdü bu kadar müridini?..

İrtica, çağdaş “kanaat önderleri”ni nasıl türetti?.. Ne zaman oturttu toplumun kültürel baş/ köşesindeki koltuklara?.. Mütareke basını hangi pasaportla nasıl girdi sınır kapılarımızdan ve nasıl semirdi bu kadar?..

Bizler nerelerdeydik?..

Ne cehennemde volta atıp, hangi meyhanelerde gönül eğlendiriyorduk gül ile bülbülü terennüm ederken?

Hangi törenlerde nutuk atıyorduk Atatürkçülük adına ve sonra demokrasi, hukuk devleti ve falan ve filan üzerine?..

Nerede?.. Bir düşünüversenize…

faruk.haksal@politikadergisi.com

www.dnm-ler.com

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.