P—Kitap: Uyku

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Ece ERDAĞ

    Ece ERDAĞ

 

 

 

   “Gecelerim günlerimden daha uzun, çünkü geceleri yalnızım. Ancak zihnim gündüzleri olmadığı kadar açık ve berrak. Sürekli olarak kafamdaki düşünce fırtınasıyla boğuşuyorum. Genellikle iyimser başlayan ama gereksiz varoluş sorunları ve kendime acımayla sona eren düşünceler… “

   Sadece yorgunluğumu hissedebiliyorum..

    Bir haiku şöyle der:

   Ağaçların yaptığı gibi,

   Yuvasındaki kuş misali

   Sen de huzuru bulacaksın…

 

   Yeryüzü huzura uygun mu gerçekten? Çok karıştım ben! Çok! Karmakarışıklığımdan kurtulmak için uyumam lazım. Çünkü sen yoksun. Uyumam lazım.

   “İyi olacaksın” dedin

   “Evet” dedim ve ışıklar söndü

   Anlamlı olan son gün o gündü

   Sonrası ise öylesine bir hayat

 

   Benoit’nın sesi kulaklarımda “Hep bir şeyler yanlış gider. İyiden kötüye ya da kötüden daha betere…”

   Semantik demans mı bu? Onca saati geçirdiğim toz kokulu devlet dairelerini unutuyorum. Önce 5. kata çık, sonra 3. kata in, belgelerini imzalat; 6 fotoğraf ve ikametgâh senedini transkriptine zımbala (zımbanın teli bitmiş, alabilir miyim lütfen), sonra Zeynep Hanım’a teslim et her şeyi. (Buyurun, her şey dosyanın içinde)

   “Bunlar sadece ön başvuru için” diyor Zeynep Hanım. (Zeynep Hanım, enstitü sekreteri. Yüzüne bile bakmıyor insanın. Gaibe bakıp söylüyor bunları, onun da kafası karışık belli ki). Saçma bir kağıt  parçası tutuşturuyor elime:

   “Mülakata bununla gel” diyor…

   Ne?! Mülakat mı! Doğru ya, bu sadece ön başvuru. Bu sadece “foreplay”. Bu sadece günlük yaşam. Sadece minik bir detay, gerçi pek minik sayılmaz; yaşamımın akışını değiştirebilecek potansiyelde.

   Bulutlu gökyüzüne bakıyorum, içime dönüyorum, Sema Hoca’mın sesi kulaklarımda “kızım, yoksa özel biri mi var İstanbul’da?”

   Yok ki. Artık yok. Sadece minicik bir umuttu benimkisi. O umudu denize döktüm hocam. Denize döktüm ki okyanuslara karışabilsin. “ E, sadece bir dalgaydı ilişkimiz ayaklarımıza dolanıp ait olduğu yere çabucak dönüveren” diyebileyim.

   Tekrar düşünüyorum. Sahip olduğum diplomalar/ becerilerim/ sırlarım/ korkularım. Hiç kimseyi gerçekten sevmiş miydim? Aramızdaki kopkoyu sessizliğe dönüşen o konuşmalar. Sadece birkaç saat daha yakın olmayı isterken bir anda daha da artan kıtalar arası o aşk!

   İnsanlar arasındaki sessizliğin zenginleştirici olduğu fikrine inanmak istiyordum ya hani. Sessizlik kabul edilebilmeli hatta bağıra basılabilmelidir diyordum ya hani. Sessizliği bitirmek amacıyla söylenen her söz saçma bir konuşmayı beraberinde getirirdi hani?O halde neden bu kadar korkuyorum şimdi sessizliğimiz karşısında?

   “Her başlayan gece, bana yeni bir soru getirdi. Sabırla gelmeyen cevabı beklerdim. Başucumdaki çalar saat bunun şahididir. Bir gece evrenin sonsuzluğunu kavradım ve büyüklüğü karşısında ağladım. Yaptığım yemekler, topladığım eski fotoğraflar, içtiğim sigaranın külleri önemsizlikleriyle yarışıyorlardı. Sabah uyandığımı, terliklerimi ve kimonomu giyerek mutfağa gittiğimi ve evin boş olduğunu fark ettiğimi düşün, annem ve köpeğim gitmiş olsun. O zaman üzüntüm yıldızların arasında yok olup gidecekti. Daha sonra sonsuzluğun da bir öneminin olmadığını fark ettim, hatta dünya nüfusunun dörtte birinin yoksulluk sınırının altında yaşadığı gerçeğinin de… Yersiz ama varlığı hissedilir bir acı hissediyordum. Kimilerinin düşünceleri farklı evrimlerden geçiyor. Bazıları sonsuzluğu ve dünyadaki insanlık dışı haksızlıkları kendilerini geliştirme gerekçesi olarak görüyor ve kendilerini tamamen bu konulara veriyorlar. Onların yaptıkları doğru. Onlar mutluluktan korkmuyor. Düşmeden frenlemeyi biliyor ve uzun zaman zirvede kalabiliyorlar. Ben öyle değilim; mutluluğu hissettiğimde kendimi derhal paramparça etmeye başlıyorum, bu da benim hayatı yaşama biçimim.”

   “En sevdiğin sayı hangisi?” diye sordum.

   “Sıfır” dedin.

   “Neden?”

   “Çünkü sıfır hem en küçük hem de en büyük rakam. Sıfır birden önce ve düşünülebilen en büyük rakamdan sonra gelir” dedin.

   “Bu son söylediğin doğru değil” dedim.

   “Doğmadan önce sıfırsın, öldükten sonra da sıfır.”

   “Bir anlamda haklısın.”

   “Boşu boşuna yuvarlak bir rakam değil” dedin ironiyle.

   “Ben hayatımın büyük bir kısmında sıfırım aslında” dedim gülerek.

   “Hayır, sen yirmi dörtsün, ben otuzum. Sıfırdık ve tekrar sıfır olacağız”

   “Peki, bu durum sana memnuniyet mi veriyor?”

   “Hayır, sadece sıfır…”

   Belki az sonra dışarı çıkarız ve bu şehrin; vapurları, dolmuşları, ağaçları ve kuşlarıyla birlikte bize nasıl kucak açtığını görüp birbirimize kucak açarız. Nefeslerle ve kanla. Geceyle ve gündüzle… İnsanlarla ve ben ve biz, birlikte…

   Belki.

 

iletisim@politikadergisi.com

 

 

 

 

[Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 10’da yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 10’u indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.