Planlı Ekonomiler, Ticaret ve Türkiye

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Timur Veysel Doğruok

   Ticaretin genişlemesi, kabuğunu kırması, yeni ekonomi ve küreselleşme ile üretim fırsatlarının sınırları aşması sonucunda dışa açılma politikaları, işletmeler için kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu bağlamda işletmeler, edindikleri “pazar payına” uzun soluklu sahip ve egemen olmak için farklı yöntemler geliştirmek zorunda kaldılar. Nitekim, sadece ticari güven unsurları ile işlerin yürümediği aşikâr. Bu gibi durumlarda, pazarlara hâkimiyet, belirli “pazar analizleri” ile sabit kılınırken, yetmediği yerlerde ise sektörel birleşmeler sonucu niteliksel işletme büyüme yöntemleri karşımıza çıktı. Bu yöntemlerde ise bazı olumsuzluklar meydana geldi. Bu işletme büyümeleri sonucunda, tüketiciyi ve dolayısıyla arz ve talebin kesiştiği yer olan piyasayı da, bu anamalcı birleşim, istediği yönde idare etme girişiminde bulundu. Monopolcü piyasa oluşturmak için yapılan, anamal üretimini yapan firmaların birleşme yöntemlerinden biri olan “Tröst”; bir ana firmaya kaynaşmış olan diğer tüm alt firmaların oluşturduğu hukuki güç ve üstünlüğün, ana tröst firmasında olduğu bir birleşme yöntemidir. Monopolcü piyasa oluşturmak için karteller gibi birleşme yöntemleri de vardır; lakin tröstler, hukuki bağlamda da iç içe geçmiş bir bütündür. Serbest ticareti sınırlamak ve güç birliğini elinde tutmak, istediği fiyatı rekabet unsurlarını göz ardı ederek arz etmek ve doğal olarak kâr maksimizasyonunu sağlamak amacıyla kurulmuş olan işletmelerdir.

   Tröstler, 19. yy.da ABD’de firma birleşmeleri yöntemiyle, anamalcı çerçevede tek üretim çatısı altında, diğer tüm rekabet unsurlarını ortadan kaldırarak üretim yapmak veya hizmet sunmak için kurulup; tekelciliğin oluşması ve tüketicinin sömürülmesine zemin hazırlamakta idi. Bu durumda, piyasada dolaşan mal kalitesiz veya düşük kaliteli olup, istenilen fiyatta satılacağından, ihtiyaçlar bağlamında talep edilmek zorunda bırakılacaktı. Nitekim bu durumun önüne anti-tröst yasalar konulmak suretiyle bu birleşme yöntemi yasaklandı. Uluslararası anti-tröst yasalarının amacı; ABD’li tüketici ve ihracatçıların menfaatlerine bir uygulamanın gereğidir. Anti-tröst yasaları ile birlikte, doğal bir sonuç olarak rekabet avantajı ve mal/hizmet kalitesinde ve verimlilik potansiyelinde de artış olmuştur.

   Büyük firmalar ve kuruluşlar neler yapıyor? Çin, Hindistan veya Uzakdoğu’da genel üretim maliyetlerinin, özellikle işçilik maliyetlerinin, diğer ülkelere ve bölgelere göre çok daha ucuz olduğunu biliyoruz. Bu firmalar, bahsedilen bölgelere yatırım yapıyor ve üretimlerini orada gerçekleştiriyor. Böylece Çin gibi ülkeler bu nedenle aşırı ihracat yapıyor. Hâlihazırda, sadece Çin’in en çok ihracat yaptığı ülkeler arasında %20 gibi bir oranla ABD vardır. Ayrıca, tröst veya kartel oluşturmadan pazar payına sahip olmanın yöntemleri yok mu? Sermayedarlar, farklı isimde yatırımlar ve markalar ile pazara farklı reklâm veya sponsorluklarla girip, mal/hizmet sunumunda bulunuyorlar. Böylece tüketiciye farklı birim fiyatlarla mal/hizmet sunmak suretiyle pazar payına hâkim olmak için çalışıyorlar. Tabi bu durum gayet ticari ahlâka uygun bir durumdur. Yani rekabet avantajı ve verimlilik için hem işletmelerin hem de tüketicinin yararına bir süreçtir. Tüketici de bu bağlamda, farklı markalarla aynı ihtiyacına talep götürebilir ve ihtiyacını karşılayabilir.

   Türkiye olarak üretim açısından ne yazık ki toplamda iyi bir durumda değiliz. Yani üretimimiz; evet var, ancak tümden bir üretim sürecinde, ülke olarak, eksik bir konumda olduğumuz su götürmez bir gerçektir. Gördüğümüz gibi, birçok yabancı şirketi içinde barındıran bir ülke halindeyiz ve giderek de yabancılaşma sürecinde ilerliyoruz. Keza yine yerli üretim potansiyelimizle de genişliyor ve ilerliyoruz. Kalite açısından da Türk sermayeli firmalar cidden diğerlerine göre daha iyi üretim yapabilmektedir. Ancak, örneğin; bir otomobil markamız yok. Başka ana üreticilerin, Türkiye’de konumlandırdığı üretim sahaları ile onların markaları üzerinden üretimimizi yapıyoruz. Devletin planlı ekonomi uygulamaları olarak, güçlü üretim potansiyellerine sahip yatırım araçlarını kurması ve özelleştirilecekse bile yerli kuruluşlara verilmesi suretiyle bazı üretim potansiyellerimizi kinetiğe geçirmemiz sağlanabilir. Bu durumda, yabancılaşmadan kurtularak yerli sahamızın genişlemesine olanak tanıyabiliriz. Yine doğal bir sonuç olarak istihdam açısından da artış izlenecektir. Dış ticaret teorisinde planlı, yerli ekonomik politikanın izlenmesi ile önceliğin devletin denetiminde olduğu bir mekanizma ile yerli üretime uluslararası bir boyut kazandırılabilir. Planlı ekonomilerde bilindiği gibi 3 ana grup vardır;

   1-) Serbest piyasayı benimseyen ancak hem özel sektör hem de kamu sektörü için yol gösterici,

   2-) Karma ekonomiyi benimseyen, özel sektör için yol gösterici, kamu sektörü için emredici,

   3-) Sosyalist ekonomiyi benimseyen, tüm ekonomi için emredici plan uygulayan.

   Yukarıda bahsedilen planlı ekonomi, boyutları ve uluslararası ticarette uygulamaya konulmasından söz edilen sistematik içerisinde seçilen yöntemin ve uygulanışının veya siyasi iradenin tutumu çok önemlidir. Küresel mali krizde gördüğümüz üzere; serbest piyasa ekonomisine işler uzun bir süre bırakıldı ve işlerin kendi kendine düzelmesi beklendi. Ancak klasik olan bu yaklaşımın büyük bir kriz döneminde işlevselliğini yitirdiği veya yaraları saramadığı da izlendi. Devletin ciddi önlemler almayışı ve sonrasında bazı sektörlere geç kalınmış destek paketleri ile yardım edilmesi ise, işletmelerin kâr maksimizasyonu (en çoklaştırma) arzusuyla suiistimal edildi. Yine makro açıdan incelendiğinde, alt dallar bağlamında en önemlisi ise; istihdamın erimesiydi. Yani söylenilen şekilde, krizden yara almadan çıkacak olma söylemi aslında, çoktan kendini yok etmiş bir söylemdir. Yaralar çoktan alınmıştır. IMF’nin World Outlook Database’ine göre, ekonomi büyüklüklerinde yükselmek, aslında yaşam standartlarının direkt olarak yükselmesi ve refah bir ekonomiye maalesef kazanım sağlamamaktadır. Yani vurgulanmak istenen; ekonomik büyüklük çerçevesinde gelir dağılımının da önemidir.

   Kriz dönemlerinde, önceki yazılarımda da bahsetmiş olduğum gibi; “2001 krizinde” ihracat, ilaç idi. Yine de ne olursa olsun, kriz dönemlerinde uluslararası ticaret politikaların hem işletmesel hem de devlet yönlendirmesi açısından önemi büyüktür. Kriz dönemlerinde, zorlayıcı politika uygulamak Türkiye Cumhuriyeti ticari piyasaları için hiçbir getiri sağlamayacaktır. Bu durumda zaten sosyalist bir ekonomi sistemi olmayan Türkiye, çok uç bir değişim yapmak durumunda değildir. Dönemsel planlı bir ekonomi politikası uygulamasında, uluslararası ticaret kıstaslarında etken olan planlama ve kontrol önemli bir yer tutmaktadır. “Planlama ve kontrolün”, ödemeler bilânçosu dengesi için önemi büyüktür.

   Ekonomik çarkların çalıştırılmasına ve özellikle uluslararası ticarete yönelmek, tabii ki kısa süreli bir planlama sürecinde olmayacaktır. Ancak toparlanmaların makro açıdan hissedilmesiyle de böyle bir devlet girişiminin öneminin büyük olduğu kanısındayım. Nitekim özellikle istihdam açısından sarılması gereken çok yaramız var…

   Son zamanlarda, IMF ile anlaşıp-anlaşmama konusunda yoğun tartışmalar gündemde… IMF ile anlaşmak üzere hükümetin karar alacağı hissedilirken, yine de “IMF’siz yola devam” politikası da çok uzak değil gibi son günlerde IMF’den sağlanılan ödenekler kapsamı sürecinde, IMF’nin istekleri ekonomi açısından çok da yararlı olacağa benzemiyor orta vadede… Özellikle de kamu harcamalarının kısılması söz konusu olduğunda… Kamu harcamalarının kısıtlanması da devletin asli görevlerinden birini egale etmeye yönelik bir istem olacaktır. Ayrıca, devlet bu gibi görevlerini kısmadığı takdirde, bir şekilde gelir elde etme ve gelirini arttırma politikası izlemek zorunda kalacaktır. Dolaylı vergi oranlarında yukarı yönlü hareketler ise halkın tepkisine yol açacaktır.

   Para ve faiz üzerinden borçlanmak veya para kazanmak, aslında henüz olmayan paralar üzerinden işlem yapmak olduğundan, riski yüksek ve krizle birlikte daha da yükselmiş bir potansiyeldedir. Bu durumda üretimin arttırılması, özelleştirmelerde özellikle kritik kurumların yabancılaşma dışı bırakılması ve dışa bağımlılığı azaltacak politikalar izlenmesi, Türkiye için uzun vadede zorunluluk gerektirmektedir. Bu yöntem ile gelecekte dış ticaret açığı da, ithalata bağımlılığın erimesi ile azalacaktır.

 

iletisim@PolitikaDergisi.com

 

 

 

  

[Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 15’te yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 15’i indirmek için buraya tıklayınız.

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.