Politik Hipnoz Çerçevesinde Erdoğan Kültünü Okumak

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Dünya politik tarihinde kutuplaşmalar ve iktidarlar ideolojik akslarda karşılık bulur: Sol-sağ, muhafazakar-seküler, Katolik-protestan, suni-alevi, liberal-sosyalist v.s. bu ötekileştirme hareketi siyasetin doğasından kaynaklanır. Schmitt’in dost-düşman ayrımı, bu konuda temel atıf kaynağı olsa da ötekileştirmenin Foucault tarafından yazına kazandırıldığı bir gerçektir.

Türkiye’de de 2000’lere kadar bu denklem işlemiştir. Merkez sağ-sol, devletçi-liberal ötekileştirmesine yaslanan Türk siyasal hayatı, Soğuk savaşın bitimi ile milliyetçi atıflarla daha sık karşılaşmış ve en öne çıkan nokta Türk-Kürt ötekisi/düşmanlığı yeni düzende yerini almıştır.

Recep Tayyip Erdoğan, soğuk savaş öncesi politikacılarından olmadığı için yeni düzenin “kurucusu” olarak yansıtılmıştır. Eski siyasetçiler; Ecevitler, Demireller, Erbakanlar, Türkeşler soğuk savaş dönemi politikacıları olarak bilindiği ve ömürlerinin en aktif kısımlarını bu devirde siyasete vakfettikleri için değişen paradigmaları ele almakta yetersiz kalınca, Çiller ve Yılmaz ile ara geçiş formları denenmiş, Türkiye’nin “kontrollü salınım model ülkesi” olması düşüncesi merkez sağ yahut yeni sağ akımlara yaslanamayacak bir ülke olduğunu ortaya koymuştur.


Liberter düşünce (liberal değil) muhafazakar düşünceyle ittifak yaparsa ne olur sorusuna cevap yalnızca Türkiye’nin değil Ortadoğu denkleminin kurtuluşu olarak görülmüştür. Bunun sonucunda da Soğuk Savaş dönemi siyasetçi olmayan Erdoğan biçilmiş kaftan olarak her yere pazarlanmıştır. (Erdoğan’ın soğuk savaş sürecinde RP de siyaset yapması O’nun soğuk savaş dönemi siyasetçisi olmasını sağlamıyor. Çünkü Erdoğan o devirde karar alıcı mercide değildir.) Liberter düşünce ile muhafazakar düşüncenin halvet olması içinse büyük ayin 28 Şubat imdada yetişmiştir. FP içinde siyaset yapanlar bir ayrışmayı yaşamış ve AKP ortaya çıkmıştır/çıkarılmıştır.

AKP’yi iktidara getirecek olansa liberterlerle muhafazakarların Magna Chartası diyebileceğimiz Pınarhirsar cezaevi sürecidir. Mağduriyet yaratılacak, “muhtar bile olamaz” manşeti atılacak, muhafazakar cenahın duygusal bağlılığı tesis edilecek bu süreç içinde de liberter düşüncenin tüm çekinceleri ortadan kaldırılacaktı. Nitekim öyle oldu.

Girdiği ilk seçimde %34 oy alan AKP bu yürüyüşü, merkeze karşı yapılan bir 100 metre koşusu olarak ele aldı. Kendilerinin sıklıkla dediği gibi “kutlu doğumlar, büyük sancılar gerektirir”di. Pınarhisar gibi. Ne olduysa bu doğumdan sonra oldu.

AKP kademe kademe ilerlemesini sürdürdü, her iktidarın yapmak istediği gibi kontrol altına almak istediği tüm yapıları ele geçirdi ve bugün oy oranı %49larda olan olağanüstü bir sayısal çoğunluğa hükmederken tek adama bağlılığı asla elden bırakmayan bir parti oldu. Erdoğan artık kurucu-koruyucu babaydı. O yüzden de hiç kimseyi yedirmezdi.

Erdoğan’ı bugün, kimi çevreler kurtarıcı, koruyucu, büyük lider, usta gibi hiyerarşik düzlemde ele aldıkları sürece karşısındakilerin diktatör, faşist, otoriter, totaliter gibi söylemlerle değerlendirmesi antagonizma yaratmaktan öteye geçemeyecektir. Ve bu antagonizma (uzlaşmaz çelişki) karşı tarafla bir kesişim kümesi yaratmadığı için de Erdoğan’ın yıkımı imkansızlaşacaktır. Bu durum, önceki yazıda belirttiğimiz Nutella’ya sahip olanların bağlılığını daha da arttırmaktan başkaca bir işe yaramayacaktır.

İşte Erdoğan kültü, politik hipnozla kitleleri kontrol altında tutmaktadır. Hipnotize olmuş kitleye dışarıdan yapılan tüm telkinler (hükümet icraatlarını eleştirmek, yok saymak, yanlışlığını, yolsuzluğunu, hatta hainliğini İSPAT etmek gibi) geçersizdir.  Çünkü hipnotize olanlar, yalnızca tek taraflı telkine açıktır. Bunun dışında gelecek telkinler, duyulmayacaktır.  Hipnoz halindeki bu kitleyi uyandıracak güç iki tanedir. 1) Hipnoza yatıranın uyandırması 2) Hipnoz olan kitle içindeki yarı hipnotikleri etkileyecek dış uyaran: Gezi, Uludere-Roboski, yasalara işkence gibi.

Erdoğan konuşma metinleri hipnotize olan kitleyi bir nevi hipnotik orgazma sokmaktadır. Bu durum da külte, nesneye, Erdoğan’a haz dolu bir bağlılık yaratmakta, hazza karşı olan her şeyi düşman olarak imgelemektedir.

Diğer siyasal partilerin kabul etmesi gereken bir durum ise hipnotize kitleyi çekmek için hiçbir hamle yapmamaları gerekliliğidir. Çünkü o kitleyi kendine çekmek imkansızdır. Bu hipnotize olmuş kitlenin oranı ise %34 tür. Yani AKP’yi iktidara ilk getiren oran. Üzerine koyarak ilerlemesi yarı hipnotikleri ele geçirmesinden kaynaklanmaktadır. Uyanan yarı hipnotikleri de ele aldığımızda da Türkiye’nin toplam oy oranı %66’dır. Yani iktidar hesapları %66 üzerinden yapılmalı, olası bir iktidar değişiminde muhalefete düşecek AKP’nin kitlesinin %34 lük hipnotik olduğu unutulmamalıdır.

Hipnotiklerin suçu var mı sorusu ise son derece yersiz ve sakat bir sorudur. Çünkü o kitlenin bu olan bitenden haberi yoktur. Haliyle sorumlu tutulmaları İMKANSIZDIR.

En başta söylediğimiz ideolojik kutuplaştırmanın dışında Türkiye’de gelişen karşıtlık, Erdoğan’ı sevmek-sevmemek üzerine kuruludur. Bu soruna çözüm, siyaset bilimi ve kuramı içerisinde geliştirilememektedir. Çünkü bu hipnotize politik bilimin enstrümanı değildir. Bu durum, psikolojik bir durumdur. Ve çözümü psikoloji sınırları içinde aranmalıdır.

 

İlker EKİCİ

ilker.ekici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.