Rojbin Tugan Ne Yapmaya Çalışıyor?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Selvihan ÇİĞDEM

           Türkiye’yi halk oylaması sürecine getiren nedenlerin bir tanesi de çözüme kavuşturmak için değil anayasa değişikliğine bahane edilmek için planlanan “açılım”lar. Bu ülkede ne sorun olarak görüldüyse tek suçlusu anayasa sayılmasının nedeni anayasayı değiştirmek için bundan güzel fırsat bulunmaz düşüncesidir. Sanki yeni yapılacak olan anayasa memleket kurtaracakmış gibi. Oysa yaşanılan sorunlar çok yönlü ele alınmadığı sürece dünyanın en mükemmel, en demokratik, en sağduyulu anayasası da olsa küçük bir kitapçık olmaktan öteye gidemeyecektir. Israrla yapılan hataların başında, anayasa değişikliğinin sadece hukuksal değil siyasi ideolojilerin doğrultusunda istenilen bir değişim olmasıdır. Eğer sadece işin hukuk boyutu düşünülseydi; toplumun bütün katmanlarını içine alacak ve bu katmanların da yapımında söz sahibi olacağı şekilde düzenlemeye gidilirdi. Fakat durum böyle olmadı. Gidişat şunu gösteriyor ki gerek anayasada gerekse uygulamada yapılan her hata bizi hukuksal, siyasal, ekonomik, toplumsal, psikolojik açmazlara sürükleyecek ve birkaç yılda bir anayasa yapımına götürecektir.

 
Anayasa değişikliğinde açılımlardan söz ettik biraz önce. Malumunuz bu açılımların başında da “Kürt açılımı” gelmekte. Kulaklarını kendilerinden başka, bu konuyla ilgilenen herkese kapatmış olan RTE ve çetesi, Doğu bölgemizi Misak-ı Milli sınırları içerisinden çıkarmanın adını açılım koymuş ve önünde engel olarak “anayasa” ile YARSAV, HSYK gibi kurumları görmüştür. Hazırladıkları anayasa paketi halk oylamasında geçerse yargı, bağımsızlığını tamamen yitireceğinden, açılımla asıl hedefledikleri amaca ulaşmış olacaklar. Elbette bu “Kürt açılımı” dedikleri şey birden bire ortaya çıkmadı. Milli Mücadele yıllarından beri ulusal birlik kurmaya karşı çıkan Kürt derebeylerin günümüzdeki uzantıları olan şahsiyetlerin amaçları ile BOP’a destek veren ülkelerin Doğu bölgemiz üzerindeki çıkarları örtüşerek AKP kanalıyla bir açılıma imza atmayı düşündüler.
 
Bizler “Kürt” diye bir sorunun olmadığını ancak, DNA’sıyla oynanmış bir “Kürtçülük” sorunu olduğunu her fırsatta dile getiriyoruz. Fakat ısrarla AKP’nin kuyruğuna oradan da dolaylı olarak Sevr haritasını çizenlerin kuyruğuna tutunmayı kendilerine meslek edinenleri görüyoruz. Meslek edinenler diyorum çünkü bu işten maddi çıkar sağlayan başta politikacılar olmak üzere, iş adamı, gazeteci, sanatçı, yazar ve daha pek çok meslek grubuna dâhil kişileri her gün çeşitli kanallarda seyretmekteyiz. Rojbin Tugan da şeytanın avukatlığını yapanlardan biri. Peki, Rojbin Tugan kim?
 
Rojbin Tugan Hakkârili bir avukat. Kürt açılımı, PKK ve TRT 6 ile ilgili birçok söylemleri ve yazıları bulunmakta. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın desteklediği “Abant Platformu”nda ses getiren açıklamaları var. Ben de merak ettiğim için kendisi ve yazıları hakkında bilgi edindim. Bu aşamada İslamcı kadın yazar Yıldız Ramazanoğlu’nun, Diyarbakır’da Tugan ile yaptığı söyleşi -aynı söyleşiyi birkaç yerde araştırdıysam da ne zaman yapıldığı hakkında kesin bir tarih bulamadım- oldukça dikkatimi çekti. “Doğudan” dergisinin yayımladığı söyleşinin başlığı şu şekilde: “Bu ülkeyi bölen ‘Kürtler’ olmayacak”. Oldukça uzun bir söyleşi olmasına karşın sonuna kadar satır satır hiçbir kelimesini atlamadan okudum ve bazı cümlelerinden alıntı yaptım. Şimdi sırasıyla o cümleleri sizlerle paylaşacağım.
 
Bu konuşmaları sıradan biri yapsa çok da ciddiye almazdım. Çünkü bu mesele artık ağzı olan konuşuyor vakasına dönüştü. Fakat konuşan kişi avukat olunca işin rengi değişiyor ve söylenen sözlerin bilinçsizce değil gayet de farkındalıkla söylendiğini hemen anlıyorsunuz. Söyleşinin genelinde Türkleri hedef alan ve yapıcı eleştiriden çok yıkıcı ve bölücü amaca soyunan Tugan bakın neler söylemiş:
“Ancak güven vermek, bunca şiddet dolu yıldan sonra, kolay değil. Güven köprüsü neredeyse sırat köprüsüne dönüşmüş bölgede. Atılan bu adımın da hangi gizli ajanda ile atıldığını düşünmek, TRT-6’e sevinen izleyicilerin heyecanlarını da öldürüyor. Zaten devletin hemen hemen hiçbir adımı masum görülmüyor. Aşı kampanyalarından tutun, nüfus planlamasına dair kampanyalara, devletin icraatları ‘gizli ve kirli hesapların yansımaları’ olarak değerlendiriliyor.”
Güven duygusunda karşılıklılık esastır. Eğer birisinin size güvenmesini istiyorsanız aynı güveni sizin de karşınızdakine vermeniz gerekir. Burada Rojbin Hanım, sanki böyle bir güvenin oluşamayacağı ve doğrusu da buymuş gibi imada bulunarak, kendi hesabında peşin bir yargıya varmış. Bu durum kin ve nefret tohumlarının nasıl acımasızca saçıldığının da bir göstergesi. Gelelim aşı kampanyası ve nüfus planlama kampanyası konusuna. Galiba Rojbin Hanım doğudaki nüfus patlamasından oldukça memnun. Nikâhsız birlikteliklerden (imam nikâhını asla evlilik garantisi görmüyorum), bir erkeğin birkaç kadınla evlenmesinden –ki aynı kadından bile bazen on çocuktan fazla çocuk sahibi olabiliyorlar- , bir hanede onun üzerinde geleceği hazırlanmamış, nüfus kâğıdı bile olmayan, yaşar ne yaşar ne yaşamaz çocuklardan, bu çocukların eğitimsizliğinden vs vs liste uzar gider. Demek ki bir avukat olarak bunları o bölgede gayet normal karşılıyor ve devletin bu politikasından rahatsızlık duyarken her hangi bir alternatif de öne sürmüyorsunuz. Diyarbakır’da yedi ayda, yaşları 12-17 arasında değişen 280 çocuk anne oluyor ve siz bunları görmezden geliyorsunuz. Her şeyi geçtim bağlı olduğunuz meslek ahlakına nasıl yakıştırıyorsunuz bu durumu? Bu projeleri gerçekleştirirken devlet masum görünmüyor ama bu kadar çocukla beş parasız ortada kalınca devletten yardım dileniliyor, istekleri olmayınca da devlet bakmıyor oluyor. Ne kadar ilginç değil mi? Aşı olmadıklarında çocukları sakat kalsa suçlu devlet, aşı olsalar; güvenemiyoruz diye suçlu yine devlet. Ne yaman şeymiş şu devlet!
“Haksız da görmüyorum insanları.  Henüz “Haydi Kızlar Okula” kampanyası ortada yokken, bu kampanyayı bölgede yıllarca tüm tehlikelere rağmen görev yapan bir kadın olarak yürüten kişiyim. Kadınların okula gitmelerinin, kendi kaderlerini ellerine almalarına yardımcı olacağını düşünürüm. Ancak eğer amaç Kürt kızlarını Kürt olmaktan vazgeçirerek, ‘Cumhuriyetin Kadını’ adı altında kendi olmaktan vazgeçmiş, diline, kültürüne yabancılaştırılmış kadınlar yaratmaksa – ki kampanyanın kimi yandaşlarının bu amacı güttüğünü görmek mümkün – bunda ben yokum. Kürt dilini yok etme amacını güttüğü düşünülen asimilasyon amaçlı politikalar bölgede derhal terk edilmeden ve kız-erkek bütün Kürt çocuklarına dillerini öğrenme olanakları sunulmadan, kuşkular dağılmayacaktır.”
Rojbin Hanım, bölgede “Haydi Kızlar Okula” kampanyasına benzer bir kampanya yaptığını ancak bunu bütün tehlikelere rağmen yaptığını ifade ediyor. Madem kendisinin yürüttüğü kampanya, kendi halkını kültüründen koparmamaktaysa, kendi dillerinden uzaklaştırmamaktaysa bunu neden bütün tehlikelere rağmen yapmış oluyor? Anlayan varsa açıklasın lütfen. Ayrıca Rojbin Hanım “Cumhuriyet Kadını” olmaktan neden bu kadar şikâyetçi? “Cumhuriyet Kadını” olmak herhalde törelere kurban gitmekten, namus cinayeti yüzünden öldürülüp ya da intihara zorlanmaktan ve hayvan ölüsü gibi gömülmekten, ardında annesine muhtaç bir çocuk bırakmaktan, en yakınlarının tecavüzüne uğrayıp korkudan kimseye söyleyememekten, berdelle dedesi yaşındaki adamlarla evlenmeye zorlanmaktan ve de mal gibi başlık parasına satılmaktan çok daha iyidir öyle değil mi Rojbin Hanım? “Cumhuriyet Kadını” olmaktan bu ülkede onur duyanlar adına sizi kınıyorum. Çünkü siz de bu “cumhuriyet”in kadınlara tanıdığı haklardan faydalanıp avukat olmuşsunuz ama şimdi yemek yediğiniz tabağa ayağınızı sokmaktan utanmayıp “Cumhuriyet Kadını” olmayı kötülüyorsunuz. Ülkemizde Kürt dili gerçekten yok edilseydi bu gün doğu bölgesinde kimse Kürtçe konuşamazdı. Değil resmi yerlerde evlerinde bile. Bu gün doğu bölgesinde asimilasyon olsaydı siz çıkıp ortalıklarda “ben Kürtüm” bile diyemezdiniz. Bu gün doğu bölgesinde gelenek ve görenekler gerçekten yok edilseydi yukarıda kadınlarınızın başlarına gelenlerin hiç birisi yaşanmazdı. Çünkü bunların hepsi sizin “töre”leriniz.
“PKK, Türkiye’de yaşayan her Kürtün evinde bir biçimde varlığını sürdüren bir örgüt. Türkiye’deki Kürtleri yaşadıkları acılar bir arada tuttuğu gibi, bu acılar PKK’ya kan ve hayat veriyor. PKK, Kürtlerin ve özellikle Kürt gençlerinin acılarının ve isyanlarının bir ifadesi haline geldi bölgede.”
Rojbin Hanım’ın yine kendi boyunu aşan sözler. Köyleri basan, örgüte zorla adam toplayan, masum insanları katleden illegal bir örgütün Kürtlerin acılarından hayat bulduğunu savunuyor. Peki, kendileri açıklayabilir mi acaba Kürtlerin hangi acılarına çare bulmuş PKK? Hangi ağanın karşısına topraksız köylüyü ezdiği için çıkıp ondan hesap sormuş? Hangi Kürt milletvekiline -ki onlar da ağaların meclisteki yasal uzantıları- törelerin aldığı canların, okuyamayan, çalışamayan kızların; geçinemeyecek kadar çok nüfuslu ailelerin gelecekleri kararan çocuklarının hangisinin hesabını sormuş acaba? Okullarda derste olmaları gereken yerde dağlarda ellerinde silahla dolaşan hiç tanımadıkları insanlara kurşun sıkan ve hiç tanımadıkları insanlar tarafından öldürülen gençlerin acılarının ve isyanlarının bir ifadesi midir PKK? Doğuda hangi kötü yaşam koşullarının iyileşmesi için bir harekette bulunmuşlar acaba? Peki, PKK yüzünden göç eden yüzlerce hatta binlerce aileyi nasıl yok sayarsınız?
“‘Doğu ve Güneydoğu’ diye adlandırılan Misak-ı Milli içindeki bölgeyi, bu ülkedeki yurttaşların sessizliği ve suskunluğu çoktan ayırmış... Acı bu ülkeyi bölmüş ve de bu acıya karşı duyarsız ve suskun vicdanlara karşı yükselmekte olan öfke de, bu parçalanmayı pekiştiriyor.”
Misak-ı Milli sınırları içindeki hiçbir bölge gözden çıkarılmış değildir. Bu ülke belli bir kesimin acıları üzerine kurulmadığı gibi yine belli bir kesimin acıları üzerinden de yıkılamaz. Bu ülke bu topraklarda yaşayan herkesin emperyalizme karşı topyekûn mücadelesi üzerine kurulmuştur. Doğu bölgesindeki yaşanan acıları ülkede yaşayan Türklere mal edemezsiniz. O bölgede acıların yaşanmasında sizin geçmişten bu güne taşıdığınız ve töre diye sıkı sıkıya bağlandığınız gelenek ve göreneklerinizi uygulamakta ısrar edenlerin hiç mi suçu yok? Yaşadıkları cehaletten kurtulmak için dağdaki terörist kadar uğraş vermeyen köydeki insanınızın hiç mi suçu yok? Ağalarınıza boyun eğmeyi kader olarak bellemiş marabanın hiç mi suçu yok? Sizi o acılardan kurtarmak için devletin gönderdiği öğretmenleri, doktorları, hemşireleri, mühendisleri, askerleri, polisleri vuran teröristlerin hiç mi suçu yok? Her taşın altında Türk aramaktan vazgeçin. Ülke bölünüyor paranoyasını ve korkusunu yayan, fesat tohumlarını eken sizin gibi eli üç kuruş para gördü mü yaşadığı toprağı gözünü kırpmadan satan kimselerdir. Zira bu ülkeyi kendi kafasında bölen ve halkı kutuplaştıran sizlersiniz.
“Türkler unuttu sanki Kürtlerle birlikte cumhuriyeti kurduklarını, birlikte kurucu özne olduklarını, bundan böyle herkes Türk’tür denince emir komuta zinciri içinde kabul edilmesi beklendi. Hala da beklenti bu yönde sanki. Bir körleşme var bu yüzden.”
Rojbin Hanım, ülkemizde sadece Türkler ve Kürtlerin yaşamadığını belirtmek isteriz. “Türk” adı bir ırkı değil ülkemizde yüzyıllardır yaşaya gelmiş farklı etnik kökenlerden oluşan bir ulusun birleştirici adıdır. Bu yüzden Kurtuluş Mücadelesi Önderi Mustafa Kemal Atatürk de “Ne mutlu Türk olana değil”, “Ne mutlu Türk’üm diyene” demiştir. Siz kabul etseniz de etmeseniz de dışarıdan bakıldığında yüzlerce yıldan beri burası Türk yurdu olarak bilindiği için Türkiye adını almıştır. Bu ülkeyi birlikte kurma meselesine gelince, elbette farklı ırklara ve inançlara mensup kişilerin ülkenin geçtiği dar boğazda verdiği mücadeleyi unutmuyoruz. Fakat unutmadığımız ve size de hatırlatmak istediğimiz başka şeyler de var: “Kürt Teali Cemiyeti” Milli Mücadelenin en şiddetli olduğu dönemlerde özerk Kürdistan kurmak için çalışmalar yapan, bunun için Ermenilerle, Ruslarla işbirliğine girişen, Kürt aşiretlerini, çetelerini silahlandıran, çeşitli yayın organları çıkartıp, Türkler aleyhinde propaganda yapan ve mücadele verenleri arkasından vuran cemiyetten bahsediyorum. Ya Şeyh Sait İsyanı?! Hani Kürt elebaşı olan Şeyh Sait’in çıkardığı isyan üzerine Türk yurdu olan Musul ve Kerkük İngilizlerin eline geçmişti. Yıllardır Arap ve Kürtlerin baskı ve şiddeti altında ezilen Türkmenler için neden aynı sesi yükseltmiyorsunuz? Yoksa bu durum işinize mi gelmiyor?
“Yunanistan’da bir tane genç hayatını kaybetti ve bütün ülke ayağa kalktı. Bir ve beraber olmak budur bana göre, yaşanan tüm hukuksuzluklara ve haksızlıklara beraberce karşı durmak ruhudur. Dikkat ederseniz devletin yanlışlarından ve eksiklerinden ziyade bu ülkede yaşayan diğer insanlardan, bana ve diğer Kürtlere “kardeşim” diyenlerin tavırlarından bahsediyorum. Ki bana göre onların suskunluğu ve sağırlığı sayesinde gün geçtikçe aramızdaki duvar yükselip, mesafe artmaktadır.”
Bu ülkede yaşayan herkes en doğusundan en batısına kadar iyi günde de kötü günde de birbirinin yanında yer almıştır. Çünkü bu, yüz yıllardır Anadolu’da yaşayanların oluşturduğu ortak kültürdür. Bunun adına Cumhuriyetin kuruluş felsefesinde “ülkü birliği” denir. Ülküde birlik sağlayan, birbiriyle kenetlenmiş, hangi etnik kökenden gelirse gelsin bu ülkede yaşayan herkes birbirinin yoldaşıdır. Bu yüzden birlik ve beraberliği yeşil sermaye ağzıyla konuşanlardan öğrenmez halk. Ama bu gün öyle bir noktaya geldik ki duygudaşlık (empati) yeteneğimizi kaybettik. Aynı apartmanda kapı komşumuzu, aynı yurtta ranza arkadaşımızı, aynı bölükte asker arkadaşımızı, aynı okulda sıra arkadaşımızı kimliğinden dolayı sorgular hale geldik. Şimdi önümüzde iki yol var. Ya Beyaz Saray ve soytarılarının bize layık gördüğü ancak üstümüze oturmayan, bize yakışmayan, eğreti duran bu çirkin elbiseyi giyeceğiz ve gülünç duruma düşeceğiz ya da yüzyıllardır üzerimizde duran, Anadolu motiflerini taşıyan, rengârenk, her topraktan izler bulunan milli kıyafetimizi giyeceğiz.
Şimdi, herhangi bir Kürt asıllı vatandaşımıza bir şey olduğunda Türklerin kayıtsızlığından şikâyetçi olan Rojbin Hanım; acaba bir Türk vatandaşının başına bir şey geldiğinde kaç tane Kürt ayaklandı? 1984’ten bu yana terör olaylarına binlerce asker ve sivil kurban verdik. Neden bu duruma Kürtler kayıtsız kaldı? Neden biz kardeşiz diye yollara dökülmedi? Bir terörist öldüğünde ağzından nefret salyaları akıtarak terörist başı APO ve PKK lehine propaganda yapan Kürtler orada ölen Türkler için biz kardeşiz demiyor da PKK hedef şaşırıp kurşunları bir Kürt’e isabet ettiğinde bitsin bu savaş diye ağıtlar yakılıyor? Bu çifte standart neden?
“Türk solunun ve Müslüman kesimlerin Irak savaşı sırasında Iraklı Kürtlere yönelik neredeyse düşmanca tutumlarını da Kürtler ibretle seyredip bir yerlere not ettiler. Savaşa karşı olmak insanca bir duruş ama Kürt halkını kendisine soykırım uygulayan rejime karşı savaştığı için “emperyalistlerin kuklası” diye yaftalamak hangi vicdana sığıyor, Kürtler bunu anlamakta zorlanıyor”
Gerçekten merak konusu, bir şey yapmadılar diye Türk solunu suçlarken Kürt solu ne yaptı acaba bu konuda? En basitinden siz ne yaptınız Rojbin Hanım? Türk solu ne yapacaktı, silahlanıp Irak’a mı gidecekti, buradaki PKK’nın öldürdükleri yetmiyor bir de gidip oradaki Kürtler tarafından mı öldürülecekti insanımız? Buradaki Kürtler Musul ve Kerkük’te yaşayan Türkmenler için ne yaptı peki? Hangi yardım elini uzattı? “Emperyalist kuklası” sizin neden bu kadar ağrınıza gitti? PKK da aynı işi yaptığı için olmasın? Sol adına, sosyalizm adına, vatanını peşkeş çekmiyor mu BOP’un vaat ettiklerine? Amerika beslemiyor mu onları? İnkâr mı edeceksiniz gün gibi senelerdir açık olan şeyleri? Oradaki Kürtlere yardım elinden söz ediyorsunuz? PKK’nın burada bombalı saldırılar sonucu öldürdüğü sivil halkın hakkını kim savunacak? Onları neden söz konusu bile etmiyorsunuz?
“Yine bölgede görev yapacak olan öğretmenden tutun da, imama kadar herkesin, buradaki yurttaşların 1984’ten beri çok acılı bir süreçten geçtiğini ve bu sürecin sorumlusunun bölgede yaşayan yurttaşlar olmadığı, aksine bu yurttaşların da birer mağdur oldukları ön kabulü ve bilinci verilerek, bu psikolojik ile  bölgeye atanması gerekiyor.”
Rojbin Hanım keser gibi hep kendi tarafınıza yontmayı alışkanlık haline getirmiş olmalı. 1984’ten beri tek acı çeken tarafın kendiniz olduğunuzu düşünmek gerçekten de bencillik. Ya doğuda evlatlarını kaybeden şehit anaları ne yapsın? Hem de sizin destek verip yasa dışı olarak kurulmasında sakınca görmediğiniz PKK tarafından? Hiç Tekirdağ’a gittiniz mi bilmem. Oto garın girişinde “Şehit Öğretmenler Anıtı” var. Doğuda görev yaparken PKK tarafından şehit edilen öğretmenler. Oradaki çocuklara bir şeyler öğretmeye çalışırken şehit edilen öğretmenler. Sadece öğrencileri değil yöre halkını da aydınlatmaya çalışırken şehit edilen öğretmenler. Bunun sizin için hiçbir anlam ifade etmediğini biliyorum Rojbin Hanım. Fakat bir öğretmen adayı olarak benim için çok şey ifade etmektedir. Bu anıtların yurdun dört bir köşesinde var. Erzurum’da da var Şanlıurfa’da da var. Ne demek istediğimi anlamışsınızdır umarım.
“Bölgede yaşananlar gün yüzüne çıkarılmalıdır. Kürtlerin bir Diyarbakır Cezaevi sürecini ve 1991-92 Nevrozlarını yaşadıkları, resmi rakamlara göre 1 milyon 280 bin insanının yerlerinden yurtlarından koptuğu, bu kopuşun nasıl travmalar yarattığı net, açık, somut ve sansürsüz biçimde ülkenin öteki yurttaşlarına anlatılmalı.”
İşkence, hangi insana ve hangi tür sebepten yapılırsa yapılsın kabul görülür bir davranış olamaz. Hele hele işkence ile adam öldürmek faşistlikten başka bir şey değildir. Bu yüzden Diyarbakır Cezaevinde yaşanan olayların savunulacak haklı görülecek bir tarafı olamaz. Ülkemiz ne yazık ki faili meçhul cinayetlerin beşiği haline gelmiştir. Bu tür cinayetler ile birçok aydınımızı, yazarımızı, akademisyenimizi ve daha pek çok meslek dalından insanımızı, yurttaşımız kaybettik. Bunların hiç birisinin de katilleri henüz bulunamadı. Çok acı bir şeydir ölüm. Ailesini, dostlarını, yakınlarını yıkar adeta. Fakat bu ölüme sebep olanların bulunamayışı geride kalanlar için ikinci bir yıkımdır. Ölüm herkes için acıdır elbette ayrım yapmaksızın. Tüm dünyanın karşı konulamaz ortak acısıdır. Fakat kendini yetiştirmiş, okuyup bir yerlere gelmiş, hayatının en verimli dönemlerinde, insanlığa en fazla hizmet vereceği zamanda bir aydının öldürülmesi sadece yakınları için tüm ülke hatta insanlık için büyük kayıptır. Bunları neden dile getirmeye cesaret edemiyorsunuz Rojbin Hanım? Yoksa doğruları konuşmak sizde alerji mi yapıyor? Gerek PKK yüzünden, gerek töreler yüzünden, gerekse doğudaki yaşam şartlarının elverişsizliğinden dolayı batıya gelip buradaki hayat şartlarına uyum sağladıktan sonra tekrar doğuya gitmek istemeyen binlerce Kürt kökenli yurttaşın travmaya uğramadıkları da ortada. Aksi halde tekrar dönüp memleketlerinde yaşamak isterlerdi öyle değil mi?
Diyarbakır cezaevi meselesine gelince. Bu ülkede işkence görenler sadece Kürtler olmamıştır. Savundukları sol fikirler yüzünden ırkına bakılmaksızın pek çok kişi aynı işkencelere maruz kalmışlardır. Mamak Cezaevinden, Metris Cezaevinden, Sinop Cezaevinden … neden hiç bahsetmiyorsunuz? Mamak’ta ülkücülerin başları tecavüze uğramıştır. Bundan da mı haberiniz yok? Buralarda işkence görenler insan değiller miydi? Ya idam edilen Deniz Gezmiş ve arkadaşları? Onlar öldürülmelerinde haklı mıydı? Sol sadece Kürtlerin tekelindedir, Kürtlerden başka solcu yoktur ve işkence de sadece Kürtlere yapılmıştır, aşağılık kompleksinden kurtulun lütfen.
Kürtlerin bu ülkede ezildiğini ve haksız yerde ceza evlerinde yatıp işkence gördüklerini iddia ederken neden Ergenekon soruşturmasında yargısız infaza maruz kalan ve suçunun dahi ne olduğunu bilmeden içerde yatan insanlar için hak ve adalet istemiyorsunuz? Dağdaki teröristin hakkından çok daha mı aşağıdır Haberal’ın bu ülke üzerinde olan hakkı? Ya diğer yazarların, gazetecilerin, akademisyenlerin, askerlerin hakları? Vicdan muhasebesini size bırakıyorum vicdanınız varsa tabi.
Rojbin Hanım savunduklarınızın ve sözlerinizin tutarlı hiçbir yanı yoktur! Belli ki birilerinin size ezberlettiği metinleri tekrar edip duruyorsunuz. Avukat olmanız bu gerçeği değiştirmiyor. Düşünmek ve düşündüklerini akıl süzgecinden geçirmek bir sanattır. Görüyorum ki siz bu konuda da sınıfta kaldınız. Yalnız şunu belirtmekte fayda var. Bu ülke emperyalizmin kuyruğuna takılan şerefsizlerce değil, gerçekten bağımsızlık uğruna mücadele verenlerce kurulmuştur. Bilginize…
iletisim@PolitikaDergisi.com
 
 

Yorumlar

Rojbin Tugan menfaat kuyruğuna girmiş ,

aklını kiraya vermiş,vekendisine kişilik veren,kimlik veren türkiye cumhuriyetine olan vatan borcunu
kendisine yakışır şekilde ihanetle ödüyor.
oysaki bunca zaman sağlık,eğitim,güvenlik,kimlik,özgürlük,kariyer sağlanırken kendisine demekki bunların karşılığında borcunu böyle ödemeyi düşünmüş yıllarca..
yine savunduğu pkk. ve düşüncelerinin özgür olmadığını savunduğu halde nasıl oluyorsa siyaset yapabilen pkk.nın siyasi kolundaki
isimler devletten maaş alırken, o sözde hakkını aradığı eğitimsiz,fakir kürt çocuklarının ayaklarında ayakkabıları olmadığı halde
ne kadar sermayesi olmasının hesabını sormak işine gelmiyor. yine ğitim hakkında şikayet ederken okul basan,öğretmenleri öldürenlerin pkklılar olduğunu itiraf edemiyorda, avukat olana kadar can güvenliğini sağlamış güvenlik güçlerine ihanet ediyor.

ırak savaşınada değinmiş olan rojbin tugan, saddam hüseyin'in sinir gazı bombasından,katliamından kaçan kürtlere kimin kucak açtığını,görmezden geliyor, o tablo aklımdan gitmiyor; açlıktan sefalet içinde kamyonlardan atılan ekmeklereıraklı kürtler tarafından hücum edildiğini hatırlıyorum. tabii o ekmek yiyenlerin bazılarıda rojbin gibi karnını doyurduktan sonra dağlara çıkmışlardı, bunun yaptığı silahsız saldırı.
çok güzel ve yerinde cevaplardan oluşan ,doğru ve etkili bir makale olmuş çok teşekkürler .

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.