Roman mı Toplumu Dönüştürür, Toplum mu Romanı Oluşturur?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Selvihan ÇİĞDEM

Fakülte yıllarımın yeni Türk edebiyatı derslerinde kafama en çok takılan soruların başında geliyordu bu soru. Üzerinde o kadar çok düşünmeme rağmen kesin bir düşünce oluşmamıştı kafamda o zamanlar. Derste bu konuyu tartıştığım hocam daha çok romanın toplumu dönüştürdüğünü savunurdu. Ona göre Halit Ziya Uşaklıgil’in o ünlü yapıtı “Aşk-ı Memnu” düşünce, karakterler ve olaylar bakımından dönemine göre toplumun daha önündeydi ve gidişine yön vermişti.

Toplumda zamanla Behlül ve Bihter karakterleriyle kendilerini özdeşleştirenler hatta onlara özenenlerin çıktığını söylemişti.

Tanzimatla birlikte edebiyatımıza Batı edebiyatından yeni bir tür olarak giren “roman” ağırlıklı olarak edebiyatın dolayısıyla sanatın bir dalı olarak görülse de onun, yadsınamaz bir “toplumcu” yanı vardır. Roman, kökleriyle topluma sıkı sıkıya tutunurken dallarındaki meyveler de yine toplumu yansıtmaktadır. Daha başka bir deyişle toplumdan aldığını yine topluma vermektedir roman. Bu yüzden romancı içinde bulunduğu toplumu ve dinamiğini yakından tanır; onun, yaşadıklarına karşı duyarsız kalmaz. Romancı aynı zamanda sosyolog, tarihçi, felsefecidir… Tüm bu özeliklerini sanat potasında eritip sanatçı kişiliği ile yoğurarak romanını oluşturur.

Yazılı ve sözlü kaynakları bağrında taşıyan “edebiyat”ın parçası olan romanın geçmişle günümüz, günümüzle de gelecek arasında köprüler kurduğu bir gerçek. Romanlar belli bir dönemi, bu dönemin sosyal, siyasal, ekonomik durumlarını; kırılma noktalarını, toplumun ortak zevk ve çıkarlarını; tepkilerini, beğenilerini gözler önüne serer. İçinde bulunulan durumdan yola çıkarak geleceğe yön verir. Toplumun aksaklıklarına, çürümüş zihniyetine, kanayan yarasına karşı duyarlıdır. Toplumsal bellek işlevi görür… Yalnızca geçmişi değil geleceği de anlatır roman. Çünkü gerçek romancı güçlü bir öngörüye sahiptir. “Müneccimlik” yapmadan içinde bulunduğu durumu geniş çerçevede değerlendirerek geleceğe ışık tutar. Örneğin Reşat Nuri Güntekin “Çalıkuşu” eserini, toplumda kadınların çok az sayıda ve belli mesleklerde çalıştığı bir dönemde kaleme almıştır. Bu yönüyle toplumun genel resmini çizmektedir. Romanın kahramanı idealist öğretmen Feride, yeni yetişen neslin genç kızlarına örnek olmuş; gelecekte çalışma hayatı içinde bulunacak kadın görüntüsünü yansıtmıştır. Bu yönüyle de geleceği aydınlatmıştır. 

Yazılı ve görsel basının gelişmesiyle klasik anlayışından sıyrılan eğitim, günümüzde birey için kesintisiz süren durumdur artık. Bilgiye ulaşmaksa çok daha kolay. Fakat bu, hangi bilginin nerede, ne zaman ve nasıl kullanılacağı bilinmeyen bilgi yığınını başka bir değişle bilgi kirliliğini de beraberinde getirmiştir. Hemen her akşam artık duymaya alıştığımız haberleri göz önüne getirelim. Son zamanlarda sıkça televizyonlarda izlediğimiz “kadına şiddet ve kadın cinayetleri” haberlerinin geleceğe ne kadar aktarıldığını bir düşünelim. Bu gün izlediğimiz ya da gazete ve internetten okuduğumuz haberleri ertesi gün unutuyoruz. Oysa “kadın”ı anlatan bir romanı okuduğumuzda etkisinden yıllarca kurtulamayız. Kadın erkek eşitsizliğini ve kadının sosyal yaşamda çektiği sıkıntıları anlatan feminist yazar Duygu Asena’nın “Kadının Adı Yok” adlı eserinin isyankâr kadını; Reşat Nuri Güntekin’in kadının çalışmasının neredeyse imkânsız olduğu Osmanlı döneminde idealist bir öğretmen olarak Anadolu’nun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yapan Çalıkuşu Feride’si; fahişelik yaptığı gerekçesiyle toplumdan dışlanan ve kaderine terk edilen Refik Halit Karay’ın “Yatık Emine”si; Kemal Bilbaşar’ın hançer bakışlı gül nakışlı asi “Cemo”su, Halide Edip’in “Vurun Kahpeye” romanındaki mücadeleci vatansever öğretmeni “Aliye”si, Zülfü Livaneli’nin “Mutluluk”ta amcasının oğlu tarafından namus cinayetine kurban verilecekken yaşamın kıyısından tutunmaya çalışan “Meryem”i Türk romanındaki iz bırakan kadın karakterlerden birkaçı yalnızca. Dünya edebiyatı romanlarından Anatole France’nin eşini aldatan kadının özel hayatındaki düş kırıklıklarını anlatan“Kırmızı Zambak”ı, vatanı Kore’den çıkıp Havai adalarına yerleştikten sonra ayakta kalmak için üstün bir çaba gösteren Jin’i anlatan Alan Brennert’in “Uzaklarda Bir Yerde” adlı romanı okuyanı üzerinde etki eden kadın karakterlerini taşıyor. Tüm bu romanlar bir yandan toplumun genel görüntüsüne ayna tutarken gelecekte oluşacak toplum yapısından da okuyucuyu haberdar ediyor.

Bu konuda “kadın” yalnızca verebildiğimiz bir örnek. Romanlarda toplumu ilgilendiren, derinden etkileyen, ona yön veren sayısız olay ve karakter vardır. Çocuklar, işçiler, köylüler, köleler, savaşlar, savaş mağdurları, sürgünler, açlık, yoksulluk, işsizlik ve sayamadığımız birçok konu sanatla harmanlanıp okuyucuyla kucaklaşır. Yakın tarihte savaşların, ekonomik sıkıntıların, katliamların, darbelerin, sansürlerin, işkencelerin yaşandığı; demokrasiye ve getirilerine henüz alışamamış, eğitim seviyesi hedeflenen noktaya ulaşamamış sürekli hatalar yapan bir toplumun kendisini bulabiliriz roman sayfalarında.

Adnan Benk bir eleştiri yazısının başlığını “Yazar Karşı Koyan Kişidir” diye atması roman yazarlarına da tam oturuyor görünmekte. “…Toplum bir düzen üzerine kurulur: insan anlayışı, aile anlayışı, ekonomi anlayışı vardır. Yazar ancak bu toplum düzenine karşı gelerek yaratıcı olabilir, yeni bir düzeni ortaya koyar, koyamazsa içinde yaşadığı toplum düzenine karşıt eserler verir, bu düzenin aksaklıklarını, çürük yönlerini ya da bu düzenden yanaysa o düzenin uygulanmasındaki aksaklıkları ele alır, ortaya koyar. Diyeceğim her sorunda, her olayda, kendi görüşüne uygun düşmeyen yönleri yakalar, bunlarla savaşır, bunlarla uğraşır. Yeryüzündeki sivrilmiş, ün yapmış yazarları ele alın: hepsi de kendi görüşlerini perçinlemek, görüşlerine uygun bulmadıklarını yıkmak istemişlerdir. Toplum düzenindeki aksaklıkları seçemeyen yazar, ‘iktidar’ yazarı olur, yaratıcılığını yitirir(…) ‘yaratıcı’ her zaman bir şeye karşı olan kişidir. Hiçbir iktidar hiçbir yazardan doğru dürüst tek satır koparamamıştır. Sanatta övgüye yer olmaz, çünkü övgü belli bir düzenden yana olmak, yaratıcılıktan caymaktır.”

Roman, iktidardan, siyasi çekişme malzemesi olmaktan uzak durduğu; gerçekten halkı, insanlığı anlattığı sürece ‘yaratıcı’ kimliğini korur ve bir dönüşüme ön ayak olur. Her sanat eseri gibi roman da karşı çıkar düzene. Toplumu kendine gelmesi için sarsar. Baş kaldırır, değiştirir, yontar, yeniden biçimlendirir. Yaratıcılığı ‘yalakalık’la değiştirmez. Toplumsal bilinci ayakta tutar. Yazımızın başlığında sorduğumuz soruya gelince özünde bu karşılıklı bir ilişkidir. Roman topluma yine ondan aldığı güçle öncülük eder. Yaşar Kemal, Orhan Pamuk gibi siyasetten kopardığı paylarla değil. Karakterlerini kimi zaman toplumdan alır kimi zaman da topluma karakter kazandırır. Önemli olan bu döngüsel süreçte görevini yani “öğretici”liğini yitirmemesidir.

Selvihan ÇİĞDEM

iletisim@politikadergisi.com

EkBoyut
kitap.jpg 16.81 KB

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.