Saptırılan Milliyetçilik Üzerine Bir İki Kelam

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Kadir Levent BECİT

 

   Türkiye’de etnisite tartışmak ve bu konuda araştırma yapmak moda oldu. Bu ülkenin her bir ferdini bir tutup, hepsini tek çatı altında toplayan Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyet’te, o Cumhuriyet’in Meclisinde bile, artık etnik kimlikler üzerine tartışmak çok normal görünüyor.

   Kendini bilmez bir grubun başlattığı “Özür diliyorum” kampanyasının ardından bir milletvekili, Cumhurbaşkanı’nın etnik kimliğini tartışma konusu yapabiliyor. TRT’nin açtığı yeni kanalda program yapacak Kürtlerin sabıkasının olmamasını isteyen TRT’ye kendini bilmez bir vekil de çıkıp “Sabıkasız Kürt, Kürt değildir” şeklinde garip bir söylemle karşılık verebiliyor.

   Şu anda ‘milliyetçilik’ kavramı, çok farklı tartışmaların ortasında kalmakta ve Türkiye Cumhuriyeti’nin özü olan milliyetçilik kavramından uzaklaşılmaktadır.

   Milliyetçilik, sözlük anlamı olarak; kendilerini birleştiren dil, tarih, kültür bağlarından dolayı ulusal bir topluluk oluşturma bilincine varan ve bağımsız bir devlet kurmak isteyen kimselerin oluşturduğu siyasal hareket, kendi ulusuna bağlılığının uluslararası ilkelere bağlılıktan ya da bireysel çıkarlardan daha önemli olduğunu ileri süren görüştür.

   Milliyetçiliği, Fransız Devrimi’nin doğal bir sonucu olarak görmek, siyasi tarihe karşı yapılan bir hatadır. Milliyetçilik kavramının çok daha eskilere dayandığı ortada olan bir gerçektir. Fransız Devrimi sadece bu kavramı siyasi arenada daha da güçlendirmiştir.

   Milliyetçilik, özellikle Türk milliyetçiliği, bizler Orta Asya steplerinde olduğumuz zamandan beri süregelmektedir. Bu konuda ilginç bir nokta ise o zamandan beri, diğer ulusların aksine, toplumu kucaklayıcı bir milliyetçilik anlayışının içimizde va-roluşudur.

   İslamiyet ile birlikte, “millet” kavramında değişiklik olmuştur. İslam tarihinde millet kavramı, dindaş anlamına bürünmüştür. Bu, genel olarak; özellikle siyasal İslamcılar tarafından bir kucaklayıcılık olarak gösterilmeye çalışılsa da öz olarak ayrılıkçı bir noktaya gelmiştir. Din üzerinden yapılan millilik; Cumhuriyet tarihinde Necmettin Erbakan tarafından başlatılmış ve hâlâ süregelmektedir.

   Milliyetçilik, genel olarak; birkaç farklı şekilde savunulan bir görüş olmuştur. Liberal milliyetçilik, muhafazakâr, milliyetçilik, yayılmacı milliyetçilik, antiemperyalist milliyetçilik…

   Uluslararası bağlamda bu fikirleri tek tek irdelemenin şu anda anlamı yoktur diye düşünüyorum.

   Bizim için önemli olan Türkiye’deki milliyetçilik kavramlarıdır:

   Sosyalist Milliyetçilik:

   Sosyalist milliyetçilik yorumu, Türk solu üzerinde de etkili olan Mirseyid Sultangaliyev tarafından ortaya atılmıştır. Antiemperyalist kökene dayanan sosyalist milliyetçilikle Galiyev, sınıf çatışmalarından uzak milli bir devlet hayal etmiştir.

   Liberal-Muhafazakâr Milliyetçilik:

   Ziya Gökalp bu konunun, Türkiye’deki fikir babalarındandır. Ziya Gökalp, Türk - İslam fikriyle bu konuyla ilgili günümüzde hala savunulan fikirleri ortaya atmış ve arkasında ciddi kitleler oluşturmuştur. Yusuf Akçura ise Türkçülüğü, Osmanlıcılık ve İslamcılıktan ayırarak, liberal milliyetçilik konusunda pek çok makale yayınlamıştır.

   Kemalist Milliyetçilik:

   Mustafa Kemal Atatürk’ün, ‘Yurttaşlık Bilgisi’ kitabındaki “ulus” tanımı ile konuya başlamak, sanırım anlaşılabilirlik adına etkili olacaktır:

   Zengin bir anı kalıtına sahip bulunan, birlikte yaşamak konusunda ortak istek ve uzlaşmada içtenlikli olan ve sahip olunan kalıtın korunmasını birlikte sürdürmek konusunda iradeli ortak olan insanların birleşmesinden ortaya çıkan topluluğa ulus adı verilir. Bu tanım iyice düşünülecek olursa, bir ulusu oluşturan insanlar arasındaki bağların değerine, gücüne ve vicdan özgürlüğüyle insanlık duygusuna verilen önem kendiliğinden anlaşılır.”

   Kemalist milliyetçiliğin özünde, Mustafa Kemal Atatürk’ün de açıklamasına bakarak; etnik köken milliyetçiliği olmadığı anlaşılır. Ayrıca Jön Türkler’in savunduğu gibi, din kökenli bir milliyetçilik kavramından da kaçınılmıştır. Ortak dil, ortak kültür kökenine dayanan, aynı coğrafyayı paylaşmanın getirdiği bir milliyetçilik söz konusudur.

   1. Dünya Savaşı ardından verilen Bağımsızlık Savaşının temelinde yatan “ulusal bağımsızlık” ilkesinin sürekli bir şekilde korunabilmesi adına, toplumun her kesiminin birlik olması gerekliliği kaçınılmaz bir gerçektir. Bu milliyetçilik anlayışı ile ülke içerisinde ayrılıkçı akımların ortaya çıkmaması ve bunun üzerinden çıkara sağlamaya çalışan dış güçlerin emellerine ulaşamaması hedefini Mustafa Kemal o günlerden atmıştır.

   1931 yılında, Recep Peker bu konuyla ilgili şu sözleri söylemiştir:

   "Bizim aramızda yaşayan, politik ve sosyal bağlarla Türk milletine ait olan tüm vatandaşlarımızı biz kendi insanlarımız olarak düşünürüz: aralarında 'Kürtçülük', 'Çerkezlik' ve hatta 'Lazlık' gibi fikirler ve duygular yerleşmiş olsa bile, onlar bize aittir. Mevcut yanlış anlayışlar ancak mutlakıyet yönetimlerinin ve uzun süren tarihsel baskıların ürünüdür ve biz en içten çabalarımızla bunları ortadan kaldırmayı görev sayıyoruz."

   Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk milliyetçiliği’ni açıklayıcı sözlerinden birisi aşağıdadır:

   Türk ulusçuluğu, ilerleme ve gelişme yolunda ve uluslar arası ilgi ve ilişkilerde, bütün çağdaş uluslara koşut ve onlarla bir uyumda yürümekle birlikte Türk toplumunun kendine özgü niteliklerini ve başlı başına bağımsız öz benliğini saklı tutmaktır.

   ‘Kemalist milliyetçilik’ kavramının en önemli sözlerinden birisi de hepimizin ilkokul yıllarında hemen her gün söylediği “Ne mutlu Türküm diyene.” sözüdür. Aslında sadece bu söz bile Kemalist milliyetçiliğin ayrılıkçı değil, bütünleştirici bir fikir olduğunu açıkça gözler önüne sermektedir.

   Mustafa Kemal Atatürk, sadece savlarla savunulacak bir milliyetçiliğin tutarlı olmayacağının bilincinde olduğundan, kültürel birliğin güçlü kılınması gerektiği inancıdadır. Bu sebepten dolayıdır ki tarih konusunda gerek bireysel olarak çalışmış gerekse de bunu bilimsel temellerde tüm topluma ulaşmasını sağlamıştır. Bu nedenle, o dönemlerde kurulan en önemli kurumlardan ikisi özelliğini Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu taşımaktadır.

   Mustafa Kemal Atatürk’ün dönemi dünya açısından yakın tarihin en önemli dönemlerinden birisidir. Bir yanda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, bir yanda ise Nasyonal Sosyalist bir Almanya vardı. Bu şekilde bir coğrafyada, bu şekilde bir süreçte yeni bir devlet kurmak da, yeni bir öğreti oluşturmak da, bakıldığı zaman, hiçte kolay olmamıştır.

   Mustafa Kemal, o dönemde ne SSCB’ye yaklaşıp soyut bir milliyetçilik oluşturmuş, ne de Almanya’ya yaklaşarak etnik köken üzerinde bir milliyetçiliğin peşine takılmıştır. Zamanın iki devi arasından çıkarak, tam bağımsızlık ilkesine dayalı, kucaklayıcı bir milliyetçilik akımı oluşturmuş ve bu konuda ciddi başarılar sağlamıştır.

   Mustafa Kemal döneminden sonra başlayan 2. Dünya Savaşı ve değişen dünya düzeni ülkemizi de ciddi şekilde etkilemiştir. Enver Paşa tarafından güdülen Turancılık felsefesinin başarısız sonuçlanması ardından eriyip giden akım 1944’lerden sonra tekrar canlanmaya başlamıştır.

   Çok partili sürece geçişten sonra siyasal İslam’ın ortaya çıkışı ve Necmettin Erbakan’ın din kökenli “milli”lik söylemleri Kemalist milliyetçilik üzerinde derin yaralar oluşturmaya başlamıştır. Önceki dönemlerde başlamış olan anti-komünist hareket artık giderek güç kazanmış ve artık yurt içinde olaylar çığırından çıkmaya başlamıştır.

   12 Mart dönemi sonrasında şiddete dönelik milliyetçilik akımları ortaya çıkmıştır. Ziya Gökalp felsefesinde olan bu akım, Türk – İslam ülküsü etrafında biçimlenmiştir. O dönemki gerek siyasi iradenin desteği, gerekse anlam karmaşalarının oluşu bu fikri haddinden fazla güçlendirmiştir. Elde ettikleri gücün sarhoşluğuyla Mustafa Kemal’in oluşturduğu kucaklayıcı milliyetçiliğe taban tabana zıt olan bu fikir şiddet yollarıyla ülke içinde ayrılıklara neden olmuştur. 

   Kemalist devrimle birlikte gelen milliyetçiliğin ana unsurları aşağıdaki gibidir.

   1- Ulusal bağımsızlığa dayandırılmış bir ortak eylem.

   2- Din ve ırk paydalarında değil, ortak dil ve ortak kültür paydalarında birlik olmak.

   3- Toplumlara karşı aşağılayıcı değil, kucaklayıcı olmak.

   4- Aynı coğrafyayı paylaşan halkların kaderinin aynı olacağı bilincinin oturması ve ‘birlikten kuvvet doğar’ sözünün doğruluğu ekseninde bir olmak.

 

   Bu unsurları destekleyici olan Mustafa Kemal Atatürk’ün sözlerine göz atalım:

   “Bize milliyetçi derler. Ama, biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların milliyetlerinin bütün icaplarını tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz herhalde hodbince (bencilce) ve mağrurca bir milliyetçilik değildir.” (1920)

   “Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar.” (1923)

   “Milletin varlığını devam ettirmek için fertleri arasında düşündüğü müşterek bağ, asırlardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş, yani millet, dinî ve mezhebî bağlar yerine Türk milliyeti bağı ile fertlerini toplamıştır.” (1925)

   Gerek AB’nin ülkemiz üzerinde doğrudan oynadığı oyunlar, gerekse ABD’nin BOP ekseninde dolaylı olarak ülkemiz hakkındaki düşünceleri bu kadar aşikârken; ulusal birliğin önemi daha da ortadadır. Nasıl 1919’da tek vücut olup emperyalistlere karşı hayatları boyunca unutamadıkları bir tokat attıysak; yeniden o birliği sağlamak zorundayız. Yenilen pehlivan misali, bu coğrafya üzerinde, bu topraklar üzerinde bitmek tükenmek bilmeyen arzuları olan devletlere, uluslara karşı birlik olmadan karşı çıkabilmemiz zordur.

   Durum böyleyken; bu niteliklere sahip olan ülkemizde, ülkeyi yönetme hakkını elinde bulunduran insanlar bile bu konuda büyük sapkınlıklar içerisindeler. Ülkemizin ana birleştirici unsuru olan dil birliğini devlet kurumları ezip Kürtçe yayın yapan televizyon kanalı açıyor. Bunun bir emsal teşkil edip; Ermenice, İngilizce, Almanca diye gitmesinin ise ihtimal dahilinde olduğunu görmek, gerçekten tüylerimi diken diken etmekte.

   Bir grup ise kamuoyunun hassas olduğu konuları bilerek kaşımakta ve ülke içinde kutuplaşmalara meydan vermektedir. Amerikan doları ile doldurdukları dolma kalemleriyle “Özür diliyorum” bildirisinin altına imza atmakta ve tüm değerlerimizi, tüm tarihimizi hiçe saymaktadır.

   Bunca tehlikeye karşın, Türk Ulusunun Mustafa Kemal’in dediği gibi “Tek vücut” olması gerekmekte ve ulusumuz, dışarıdan ülke bütünlüğümüz üzerine oynanan bu oyunlara karşı dimdik ayakta durmalıdır.

   Unutmayalım ki; “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına; Türk milleti denir…” Bu eksen doğrultusunda, Kemalist devriminden ve Onun bize getirdiği Kemalist milliyetçilik anlayışından bir parça dahi kopuşumuz emperyalizme hizmet etmekten öte bir şey değildir.

 

iletisim@politikadergisi.com

 

 

 

 

 

[Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 11’de yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 11’i indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

 

Yorumlar

6-7 Eylül olayları, Varlık

6-7 Eylül olayları, Varlık Vergisi, nüfus mübadelesi, 1934 Trakya olayları nedir peki bu kapsayıcı, kucaklayıcı, sözde, temelinde din olmayan milliyetçilik anlayışı içerisinde? Madem hiç bir ırkçı öğe yoktu bu milliyetçilik içerisinde, neden Afet İnan, 64.000 insanın kafatasını ölçüp, brakisefal ırka ait olduklarını kanıtlamaya çalıştı? Neden 1930'lardaki gazetelerde yayınlanan iş ilanlarında, yabancı ya da ırken Türk olmayanları işe almayacaklarını duyuruluyordu?

Özür diliyoruz bildirisinin altına imza atanlar, kimin belirlediği değerlere karşı çıkıyorlar? Siz hangi hakka dayanarak, bütün bir ülkenin mutlak değer sistemini belirleme gücünü görüyorsunuz kendinizde?? Orada imzası olan 30.000 kişi, sizin şahsi değerlerinizi paylaşmadıkları için, yabancı devletlerden gelen maddi bir yardıma boğulmuyorlar. Şahsen ben denedim, henüz kimse benimle temasa geçmedi. Herhangi bir para yardımı gelirse, bütün vatan haini arkadaşlarla beraber, şerbetlerimizi içerek kutlayacağız inşallah.

Milliyetçilik akımı Fransız

Milliyetçilik akımı Fransız Devriminden sonra ortaya çıkan akımlardan birisidir, Milliyetçilik kavramı soyut bir patriotizm kavramı değildir çok farklı bişeydir.Meseleleri klasik Küçük Buyjuva mistisizmiyle değerlendirerek en başta hataya düşüyorsunuz.Mevcut olan üretim ilişkilerinin bir yansımasıdır sosyal-siyasal üstyapılar ve onun neticesinden ortaya çıkan bir takım fikir-akımlar.Milliyetçilik akımı da sanayi devrimi sonrasında Burjuvazinin palazlanıp güç kazanarak antika çağdan kalma feodal unsurları ve kiliseyi daha sonrasında da monarşiyi alt edip işçi sınıfının ve diğer zümre-tabakaların üzerindeki hegemonyasını sağlamlaştırıp iktidarı elinde tuttuktan sonra esas olarak ortaya çıkarttığı bir kavramdır.Kapitalizm 19.y.y. a kadar serbest rekabetçi bir anlayışla üretim araçlarını elinde tutup üretim,dağıtım,ticareti vs.. o şekilde yapıyordu.O süreçte Batı Avrupa ülkelerinde iktidarı ellerine geçiren burjuvazi sınıfı pazarlarını genişletmek ve sanayi için gerekli olan hammaddeler için yeni sömürgeler elde etmek için diğer ülkelerle kıyasıya bir rekabet içine girmişlerdi 19.y.y.'ın ortalarına kadar bu rekabet ve savaşım yurtseverlik bayrağı altında şovenist bir dil ve söylem geliştirerek diğer sınıf ve zümreleri de kendi pazar arttırma ve sömürge yarışına dahil etmişlerdi lakin 19.yy. yarısından sonra şekil değiştirip tekelci bir sermaye birikim sürecine giren kapitalizminden sonra burjuvazi için millet-vatan-bayrak kavramları sadece amaçları için gerekli olan araçsal olgular olarak yer edinmiştir ve o kavramları gerekliliği olduğu durumlarda özellikle Hegomonik kapitalist güçler arasındaki paylaşım savaşlarında yer yer kullanarak (özellikle 1. ve 2. cihan harbinde) kitleleri kendi propagadalarıyla ajite ederek kirli savaşlarına ortak etmeye çalşmışlardır özellikle işçi sınıfı içinden parayla satın aldıkları bir aristokrat işçi zümresinin öncülüğünde savaşlardan ve sömürgelerden gelecek artı-değerden pay alabilmek uğruna Burjuvazinin destekçisi olmştur bu zümre..Emperyalizm çoğu zaman da özellikle dünya çapında toplumsal muhalefetlerin(işçi sınıfı hareketleri,marksist-leninist gerilla savaşları,bağımsızlık mücadeleleri) güç kazanıp iktidar için bir tehdit unsuru olduğu durumlar da da bu kesimlerin önüne çıkarttığı toplumun lümpen kesimine dahil olan milliyetçilik,şovenizm aşısıyla aşılanan bu para-militer güçleri hep birer maşa olarak kullanmıştır..VS... Konu daha da uzatılabilir ama kısacası Milliyetçiliğin 40 tane tanımı yapılsa da ideoloji dediğimiz şey tektir ve evrensel çapta aynı geçerliliği olur.Bunun uygulanış şekli ülkeden ülkeye değişebilir ama içerik olarak özü her zaman sabitdir.Herkes kendi ütopyalarında beslediği ve pratikte uygulanmasa da her zaman hayal ettiği bir takım şeyleri kesin geçerliliği olan sözde bir ideolojik taramadan geçirip ortaya sunması böyle hatalı sonuçlar verir.Kemalist milliyetçilikte başka türlü milliyetçiliklerde her zaman egemen sınıfların yarattığı dinamiklerle oluşan ve onların sınıfları kendi tahakkümleri altına almak uğruna kullandıkları bir araçtır ve şu an Küreselleşme çağıNda Milliyetçilik dediğimiz hatta Ulusalcılık deniliyor çoğu kez bu tarz sosyal sınıf pusulası bulunmayan, halktan kopuk ve jakoben karakterli kof bir anti-emperyalist söyleme dayanan hareketlerin karşılığı yoktur ancak elitist,seçkinci küçük burjuva aydın kesimlerde bir karşılık bulabilirler lakin onlarda modern bir sosyal sınıf olmadıkları için kaypak bir halde oldukları için radikalleşmeleri çok zor olduğu için hiçbir geçerliliği yoktur.

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.