Sevr, Lozan’ı Düelloya Davet Ederse

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

 

 

Sevr: Duydum ki benden sonra imzalandın diye çok havalanmışsın.

 

Lozan: Havalı değilim devletlerin eşitliğine saygılıyım.

 

Sevr: Sen bana saygısız mı diyorsun?

 

Lozan: Saygısız ve zorbasın diyorum, istediklerini dikte ederek yaptırıyorsun.

 

Sevr: Ama ben başımda Milletler Cemiyeti Misakı’nı taşıyorum.

 

Lozan: Senin de diğerlerinden farkın yok işte. Bense özgün şeklimle varım.

 

Sevr: Özgünmüş. Birçok yükümlülüğüm var benim.

 

Lozan: Evet var. Devletlere ağır bedeller ödetmek gibi.

 

Sevr: Sen de çok safsın, parasız olur mu?

 

Lozan: İstikbal ve hâkimiyeti kısıtlamayı sizin gibi antlaşmalar yapar.

 

Sevr: Mağlup devletler, adı üstünde mağlup. Onlara savunma ve yaşama hakkı veremem.

 

Lozan: Ne yaşam hakkı ne ticari hak ne de iktisadi hak vermedin.

 

Sevr: Senin gibi saygılı olup ta kölesiz kalmaktan iyidir.

 

Lozan: Harp öncesi galip-mağlup devletlerarasında yapılan antlaşmaları harp sonrası hangisini kullansam acaba diye düşünen galiplerin ezdiği gibi ezmediğim gibi yeni Türkiye Cumhuriyeti harp öncesi yükümlülüklerden benimle kurtuldu.

 

Sevr: Senin derdin ne söyle.

 

Lozan: Benim bir derdim yok ben hala itibar görüyorum sense diğerleri gibi kaybolmaya mahkûm oldun. Arada bir hortlatmasalar tamamen unutulup gideceksin.

 

Sevr: Sen öyle san. Benim arkamda ABD gibi güçlü ülkeler var.

 

Lozan: İkimizin arasında ki fark ne biliyor musun?

 

Sevr: Neymiş?

 

Lozan:  Sen, kendini ve konumunu korumak için esir olarak dahi yaşamaya razı olan bir hükümet tarafından zor şartlar altında imzalandın. Bense Kurtuluş savaşı sonrası, seni dikkate almayan esaret yerine ölümü göze almış insanlar tarafından üstelik bütün batılı devletlerce imzalandım.

 

Sevr: Bu mu yani?

Lozan: Daha açık konuşayım. Sen sömürmek, köleleştirmek taraftarısın. Bense bütünlüğe, egemenliğe saygı duyuyorum.

 

Sevr: Bir kez daha söylememe gerek var mı, ardımda güçlü devletler var.

 

Lozan: Farkındayım. Benimse ardımda önümde yanımda kısacası her yanımda esareti tarihin hiçbir döneminde kabul etmemiş ve etmeyecek insanlar var.

 

Sevr: Düelloya var mısın? Ya da Rus Ruleti?

 

Lozan: Kazanımları, değerleri ve saygınlığımı kumarla kazanmadım.

 

Sevr: Korkaksın.

 

Lozan: Korkaklar ancak gizli hesaplar yapar, mücadele yerine arkadan vurup kaçarlar.

 

Sevr: Kime güveniyorsun orduna mı?

 

Lozan: Orduma, devletime ve milletime güveniyorum.

 

Sevr: Nasıl?

 

Lozan: Senin gibi asker sayısında ve savunmasına sınır getirmedim. Tam bağımsız bir devlet olarak bütün dünya devletlerince tanınıyorum.

 

Sevr: Bu iş burada bitmez.

 

Lozan: Elinden geleni ardına koyma. Türk ulusuna karşı yüzyıllardan beri hazırlanan ve seninle

Yıktıklarını sananların yanılgısının belgesiyim ben. Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan kişilerin, siyasi düşüncesi, etnik kökenleri dini inanışları ne olursa olsun ortak paydası var. Uluslararası hukuk açısından Türkiye’nin egemenliğini ve bağımsızlığını belgeleyen anlaşmayım. Söyle, içteki ve dıştaki işbirlikçilerine seni dayatmalarına ilişkin çabaları boşa çıkacaktır.

 

Sevr: Bundan emin misin?

 

Lozan: Türkiye’nin asla vazgeçmeyeceği iki konu var. Birincisi, ülkenin bölünmez bütünlüğü. İkincisi ise azınlıklardır. Ülkenin varlığına bütünlüğüne karşı saldırıda bulunmak için bahane olarak kullanılmış olsalar da Azınlıkların hakları eşittir.

 

Sevr: Peki, azınlıklarına güvenin boşa çıkarsa?

 

Lozan: Kürt kökenli vatandaşlarımızı kastediyorsun. Evet, Türkiye’de en yüksek oranda yaşayanlar onlar. Bundan dolayı da senin sempatizanların onların üstüne giderek kışkırtıyorlar.

 

Sevr: Bunu da başarıyorlar, ne yapmak niyetindesin? Ayrı devlet, ayrı dil istiyorlar. Vereceğiz diyoruz tabii onlarda yedi ayrı mesele.

 

Lozan: Mağlup ve parçalanmış bir ülkenin yeniden ortaya çıkmasından üzüntü ve hayal kırıklığı duyanlar Türklere karşı düşmanlığa devam etsin, bunu engelleyemem.

 

Sevr: Yenilgiyi kabul ediyorsun demek. Üzerine yıllarca taraftarlarım tarafından beslenenlerin Türk topraklarında özgürce dolaşmasını da sineye çekmiş gibi görünüyorsun.

 

Lozan: Türkiye Cumhuriyeti hukuk devletidir. Savunmasını ve arayışlarını bu yolla yapar.

 

Sevr: Hukuk devleti mi? güldürdün beni. Hukuk devleti ise, suçunun ne olduğunu bilmeyen Ergenekon kasası olarak nitelendirilen Kuddusi Okkır neden öldü? Veya Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran tedavi olabilmek için aylarca hukuk savaşı neden verdi? Ya da Prof. Dr. Mehmet Haberal gibi dünyaca tanınmış çok değerli bir bilim insanını neden içeride tutuyor?

 

Lozan: Senin sempatizanların diktesi olabilir mi?

 

Sevr: Sen beni boş ver de, terörist 10 dakika da sorgulanır hem de ayağına özel hizmet ile, aydınların içeride beklerler 10 aylarca.

 

Lozan: Ne demeye çalışıyorsun?

 

Sevr: Bizimkiler benim için çalışıyor diyorum. Değme keyfime.

 

Lozan: Güçlü devletlerinin Türk toprakları üzerinde hayalleri daima oldu. Türk ulusu hayallerin kapısını kapatacak duyarlılığı yine gösterecektir. 

 

Sevr: Bu kadar güvenme bağımsızlığını belgelediğin millete.

 

Lozan: Neden?

 

Sevr: Elinden ekonomik gücü alındı. Aydınları ve ülkenin yükselmesi için beyin takımı içeri tıkıldı. Medya susturuldu. Hatta Askerin sivil yargıda yargılanması ile hareket alanı kısıtlandı. Milletse dinleniyorum, yok içeri atarlar, ben mi kurtaracağım ülkeyi, benim derdim işle aşla, yok domuz gribi, yok beyin yıkayan televizyon programları derken duyarsızlaşmış durumda. Diyeceğim o ki bizimkiler her türlü hesabı yaptılar. Gerekirse iç savaş çıkartarak bölünmeyi parçalanmayı sağlayacaklar.

 

Düşünsene; teslim edilen teröristleri teslim alan halaylarla karşılayan TBMM çatısı altında bir parti. Bunun anlamını söyle bana. Bu suç olduğu halde hiç kimse tepki verebiliyor mu?

Binlerce vatandaşı öldüren elebaşı ne derse o yapılıyor daha sı var mı?

 

Önümüzde birkaç engel daha var Atatürk’e olan bağlılık ve inatçı Kemalistler. Onları da AB üyeliği ile saf dışı ettik mi gerisi çorap söküğü gibi gelir.

 

Kabul et dün kazanamadık ama bugün bizimkiler kazanacak. Kendimi tarihin tozlu raflarında unutturmaya hiç mi hiç niyetim yok.

 

Lozan:  Benimde tozu dumanı yutmaya hiç niyetim yok. Hadi tıpış tıpış tozlu raflarına geri dön. Bu kadar hava almak sana yeter. Tarihe bir dön bak ne demek istediğimi anlarsın!

 

 nuran.talay@politikadergisi.com

 

 

Yorumlar

Harika

Yüreğinize sağlık Nuran Hanım. Zevkle okunacak bir yazı. Bu arada unutmadan not edeyim; AKP bitti.

Sevr'i hortlatmak isteyenlere duyuirulur..

Bakin vatan kurtarmak isteyen yazar nasil kendini belli ediyor... Bizler Turkiye Cumhuriyet'ini ilelebet korumak ve yasatmak istiyoruz. Bu sozler yalniz benim klavyemden cikmadi, artik 70 milyon Turkiye'nin ozgurlugunun elden gitmesini istemiyor, Turk Milleti sonunda uyandirildi. Derler ya "bir musibet bin nasihattan daha evladir.." diye. Iktidar partisi saskinligindan kendini gomecek yer aramaktadir artik. Ugraslarinizin hayraniyim Nuran Hanim, hep devam ediniz lutfen. Turk olmanin serefini ayaklar altina almak isteyenlere ders olsun yorumlariniz. Izninizle bu siiri ekleyecegim:

TÜRKİYEM

Baş koymuşum Türkiye'min yoluna
Düzlüğüne yokuşuna ölürüm
Asırlardır kır atımı suladım
Irmağının akışına ölürüm

Sevdalıyım yangın yeri bu sinem
Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem
Pınarlardan su doldurur Eminem
Mavi boncuk takışına ölürüm

Düğünüm, derneğim, halayım, barım,
Toprağım, ekmeğim, namusum, arım
Kilimlerde çizgi çizgi efkarım,
Heybelerin nakışına ölürüm.

KAÇACAK YER ARAYACAKLAR.

VATAN BİR BÜTÜNDÜR PARKALANAMAZ.GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK.SEVR İ HORTLATMAK İSTEYEN YERLİ İŞBİRLİKÇİLER (KÜRTÇÜLER-GERİCİLER-ENTELLER-LİBOŞLAR-İKİNCİ CUMHURİYETCİLER-SÖZDE AYDINLAR-HIRANTÇI ERMENİCİLER)GÜNÜ GELDİĞİNDE KAÇACAK YER ARAYACAK.ONLARI GAZLAYANLAR BİLE ONLARI ORTADA BIRAKACAK.ELİNE YÜREĞİNE SAĞLIK.

BATININ HAZMEDEMEĞİ LOZAN..

Aradan bin yıl geçmiş olmasına rağmen, Türklerin "Orta Asyadan dörtnala gelerek" Anadoluyu kendilerine yurt edinmelerini batı dünyası hiçbir zaman içine sindirememişdir.

Dün Osmanlıya dayatılan Sevrin arkasında yatan bu duygunun sahipleri, Lozanda yaşadıkları bozgunu ve yedikleri şamarın acısını asla unutmuş değiller.

Ellerine geçen en ufak bir fırsatta raflardan hemen o tozlu dosyaların indirildiğini, farklı ve makyajlı sunumlarla yeni senaryoların derhal vizyona konulduğuna hep şahit oluyoruz..

Secimleri

Secimleri bekliyoruz.Secimlerden sonra Sevr'ciler ve isbirlikcileri kacacak delik arayacaklar.Yüce divan yollari onlari bekliyor.

HACİVAT’LA KARAGÖZ;

HACİVAT’LA KARAGÖZ; BULUŞTULAR 12 EYLÜL ANISINA…
*Kuşkusuz bugün 12 Eylül’ün yıldönümü değil ama, yaşadığımız günler, yaşadığımız gündem bağlamında 12 Eylül 1980 darbesinin etkileri bugün bile öylesine sarsıcı, öylesine karmaşık ki yarım, yamalak demokrasimizin üzerine düşen o gölge oyununu anımsatmak istedim Hacivat’la Karagöz’ün perdesinde… Kim bilir onların atışmalarının ardından belki açılır gözlerdeki perde de…

Hacivat (H): A benim Karagözüm nasılsın?...
Karagöz(K): Senin de çocuğun asılsın…
H: Karagözüm ne diyorsun böyle ?... Ramazan üstü yakışır mı bu sözler sana ?..
K: Her 12 Eylül’de ağlıyor binlerce ana… Bir de diyorsun ki yakışır mı bu sözler ?... Bilmez misin ki her 12 Eylül’de ciğerim sızlar…
H: Ne olmuş Eylül’ün 12’siyse ?... Bizler duacıyız kazasız, belasız atlatalım her 11 Eylül’ü diye…
K: Hacicavcav yine beni anlamazdan gelirsin, ben ağlarken sen gülersin ?...
H: Neden ağlarsın be Karagözüm ?... Nedir sesindeki bu hüzün ?...
K: Ah be Hacivat; ne tez unuttun… Halbuki o günlerde sen de bizlerle saf tuttun… Demek ki sen bizleri uyuttun, şimdi umursamıyorsun 12 Eylül’ü… Başımıza kesildin 11 Eylül bülbülü…
H: Aman Karagözüm; o günler geride kaldı, insanlık çoook başka yerlere yol aldı…
K:Amerikan emperyalizmine direnin diyen sen; oldun Amerikan uşağı… Elinde çelik kaşağı; derimi yüzenlerden yanasın… Umurunda bile değil; benim içim oluk, oluk kanasın…
H: Ah be Karagözüm; kaldı mı artık endişe, korku Amerikan egemenliğinden ?... Aç gözünü de bak; bugün Mao’nun Pekin’inde, Lenin’in Moskova’sında bile Cola içiliyor… Daracık blue-jean’li Rus kızları, erkekler için özel seçiliyor…Komünist düzenin üretken kadını, üretilen değere dönüştü…Senin Trabzon uşakları;“Nataşa” aşkıyla yatağa düştü…Bütün bunlar niye mi ?...
K: Hah işte; dur bakalım orada… Başlama yine “Yeni Dünya Düzeni; Küreselleşme” masalına… Bilmekteyim ben de, olsam da bu kadar cahil; 12 Eylül 1980 bu başlangıç için ilk delil… Ondan sonra atıldı “küreselleşme” diye bir kavram ortaya, bir zamanlar Amerikan egemenliğine direnen senin Altmışsekizliler; teker, teker takıldı bu oltaya..
H: Aman Karagözüm ne demektesin?... Biz aydınların hakkını yemektesin?...
K: Ben hak yemem Hacivat… Yediğim kuru soğan, esvabım bir kat… Değilim de senin gibi avukat; küreselleşme yalanı için…
H: Aman Karagözüm; dur ben sana anlatayım küreselleşmeyi…
K: Bırak Hacivat Çelebi; temiz kalanlara elleşmeyi…
H: Aman Karagözüm neler demektesin ?... Yeni Dünya Düzeni’ni yanlış bellemektesin…
K: Sen de en verimli tarlaları bellemektesin; ırgata da kalmakta çorak toprak…
H: Dinle Karagözüm anlatayım sana doğrusunu; kurutma muhabbet kuyusunu… Sen yanlış bilmektesin…
K: Ah be Hacivat; beni hep cahil bulmaktasın… Sen biraz sus, biraz da ben anlatayım şu küreselleşmenin anlamını; ortaya dökeyim senin yalanını… Sorarsan şu küreselleşmenin anlamını; say ki gezegenimiz Dünya, tek bir ülke… Söylenense koca bir yalan ezilen halka… Tastamamdır; sınırların kalkması demek… Böylece kolayca sömürülsün diye emek… Kuşkusuz sınırlar kalktı; ama kimlere?... Yüzlerce yıldır, utanmadan Dünyamız’ı kemirenlere…
H: Dinle beni bir yol Karagözüm, asmada bırakmadın üzüm…
K: O benin işim değil; varı, yoğu sömürmek sizin işiniz… Daha yeni kırıldı dişiniz… Ben gibilere gelince; değil ülkenin sınırlarını aşmak, evimizin duvarlarından dışarıya taşamıyoruz… Ramazan gelmeden, zamları geldi… Dengesi bozulan yoksul halk; ağlamaktansa saf, saf güldü…
H: Aman be Karagözüm; küreselleşme mi neden oldu bu zamlara ?...Bilmiyor musun bu yaz yine geldi ülkeye “küresel ısınma”?...
K: Önceleri de “bu kış ülkeye komünizm gelecek” diye halkı uyuttunuz, şimdi de her sorun için “küresel ısınma”yı suçlu buldunuz…Bizleri de iyice ahmak bildiniz…
H: Söyleme böyle Karagözüm; bu kadar da saldırma, her duyduğuna aldırma… 1980’lerden bu yana; çağ atlamaktadır Türkiye…
K: 21. yüzyıldan, 6.yüzyıla mı ?... İki ileri-bir geri, mehter adımı gibi… Mehter bile hiç değilse bir adım öne yürür, sizin atladığınız çağda; her şey çürür…
H: Aman Karagözüm; sen ne demektesin ?... Yoksa bu Ramazan da oruç mu yemektesin?...
K: Bulursam bir dilim ekmekle, bir baş soğan, hele bir de içecek bir yudum su… Bakarım çevreme; var mı başkalarında açlık korkusu ?... Diz de çökmem kimsenin sofrasına; Türküsü’nü çığırmam onun, çünkü binmem ki arabasına…
H: Ah be Karagözüm; sen iyice aymaz olmuşsun, kimseleri saymaz olmuşsun… El, etek öpmekle dudak aşınmaz, tırnak olmayınca sırt kaşınmaz…
K: Sen değil miydin bize; “zincirlerinizden başka kaybedecek neyiniz var?” diyen ?... Zincirlerimi yitirmedim henüz ama; yitirdim gençlerimi, umutlarımı, onların yaşayamadığı güzel yarınları…Üstelik hiç de doymuyor bebelerimin karınları…
H: Aç gözünü be Karagözüm, dilimde tükendi sözüm; Marksizm değil, artık Makiavelizm genel ilke… Dillerine doladı bu sözleri, kırsal kökenli kaldırım sürtükleri bile; “başarıya giden her yol mübah”… Sense arıyorsun bende bir günah… Senin anlayacağın şimdilerde her şey satılık… Neredeeee yarin yanağından gayrısını halkıyla paylaşacak alık ?...
K: Aman Hacivat Çelebi; sen komünistliği iyi bilirdin, şimdi neler demektesin ?... Yoksa sen de mi oldun liboş?...
H: Ne söylersen söyle be Karagözüm; böyle gönlüm daha bir hoş…
K: Aman Hacivat Çelebi; sen iyicesine olmuşsun sarhoş… Demek ki sen de oldun liboş; liboşlarla birlikesin?...Ayağı yalın, donu yamalı Anadolu halkına liberal libas biçmektesin ?...
H: Ah be Karagözüm; oldum olası kalın kafalısın, halkın için tasalısın… Ama boşuna yanmaktasın, onların keyfi gıcır, karnı tok, sırtı pek… Buldular mı o gün yemek; “bir günlük beylik, beyliktir” diyerek aldırmazlar… Senin gibi yeni düzene saldırmazlar…
K: Desene Hacicavcav; halkımız taptaze av küresel canavarlara… Ağızlara bir parmak bal; “işte özgürlük, demokrasi, liberalizm budur” ne istersen al…
H: Unut artık seni üzeni… Anlamaya çalış bu yeni düzeni…
K: Ne düzeni ?... Demek bunun içindi; 12 Eylül dümeni ?...
H: İşine gelirse Karagözüm; bundan sonra dümen, ah, şey, düzen böyle… Varsa sende akıl, sen de bize takıl… Nedir bu böyle; hep itil, kakıl?... Asılana ağlamaktansa; kasılana bağlanırım… Methiyeler düzerek, çökerim sofrasına; doyururum karnımı, göbeklenir yağlanırım…
K: Aman Hacicavcav destur; sen benden uzak dur… Sömürgenlerin artıklarıyla yağlanmaktansa; her 12 Eylül’de, ülkemin başına gelenlere kor ateşlerde yanar, dağlanırım… Bunca söze karşın; işte burada metreyle, arşın… Herkesin usu başında; gelmeden yol ayrımına iyice ölç-biç, düşün-taşın… Bugün 12 Eylül dedik, öfkemizi taşlarda bilemedik, belki haddimizi de bilemedik, belki sürç-i lisan ettik, af ola, bizimkiler de Bush’un sözleri gibi gaf ola… Gülelim acınacak halimize; bakalım sonuçta ne geçecek elimize ?...
Selma ERDAL/Bursa

Nurhan Talay yazısı

Sayın Talay, kutluyorum. Çok güzel, anlamlı bir yazı.

İki yazı da çok güzel

Nuran hanımın ve yorum kısmına yazılan Selma hanımın hacivat ile karagöz yazısını keyifle okudum. İkinizi de tebrik ederim. Böyle keyifli yazılarınızın devamını dilerim...

Ve düellodan sonrası...

Gençlerin İşsizliği…

TÜİK’in verilerine göre genç nüfusta işsizlik artmış… Genç nüfusta işsizlik oranı yüzde yirmi bilmem kaç… Daha anlaşılır bir söyleyişle; genç nüfusun çoğunluğu aç… Oysa birkaç yıl önce AKP; gençlerin işsizliğine bulmuştu çözüm… A be ne diye uygulamıyorsunuz bu çözümü, iki gözüm ?... Yakışır böylesi bir çözüm muhteşem Gülistan’a; fırsat da vermemiş olursunuz “işsizliğe çözüm bulamadınız” diye bağıran muhalif zevata…

Günümüzden yaklaşık iki yıl önce; bir sabah vaktinde anlatılmıştı çözümün biçimi ince, ince… Öylesine ballandıra, ballandıra anlatmıştı ki AKP’den Bülent GEDİKLİ çözümlerini… Bu çözüm söylemi; umut olmuştu o günlerde aklı ülkesinden çok, yabanın illerinde olan pek çok gence… İşte TÜİK’in işsizlik verileri bugünlerde açıklanınca kamuoyuna; son verelim şu işsizlik denen oyuna, dönelim 2 yıl öncesine… “Balık hafızalara yem olmasın diye” anımsayalım bakalım çözüm diye ne sürülmüş ümmet-i Gülistanın önüne ?...

Günlerden 29 Ağustos 2007 sabahı; TV 8’de Erkan TAN’ın konuğu, AKP’den Ankara Milletvekili Bülent GEDİKLİ… Söyleşiyorlar… Gündem; AKP’nin I.iktidarından, II. iktidarına uzanan süreç, 2 Kasım’dan, 22 Temmuz’a… Bu süreçte sanki AKP ile halk omuz, omuza…
Erkan TAN tarafsız bir yaklaşım sergilermiş gibi izleyicilerden gelen soruları yöneltiyor GEDİKLİ’ye… O da DEMOKRASİ-LAİKLİK-SOSYAL HUKUK DEVLETİ üzerine döktürüyor da döktürüyor…
Sıra özelleştirme üzerine sorulara geliyor, “her şey satıldı, satılacak” derken, GEDİKLİ; Dünya’da, devletlerin ekonomiden el çektiğine, işletici, uygulayıcı değil, denetleyici olduğuna ilişkin söylevine başlıyor, SSCB’nin de devlet olarak işletmeciliği beceremeyişinden, Dünya’daki ekonomik değişime ayak uyduramadığından dolayı çöktüğünü ve geçmişin komünist ülkelerinin bugün tümünün özelleştirmeden yana uygulamaları gerçekleştirdiğini keyifle anlatıyor.
Bunca “özelleştirme” söylevinin ardından, sıra ülkemizin geleceği ve en önemli gerçeği üzerine övgüler düzmeye geliyor. Bu gerçek de ülkemizin en genç nüfuslu ülke olduğu…
GEDİKLİ’ye göre; nüfusumuzun yüzde ellisinin 25 yaş altında oluşu sevindirici bir durum ve bu “sevindirici durum” üzerine yorumlar yapıyor (Gerçekten de sevindirici mi acaba ?... İnsan kaynakları ekonomisine göre tartışmaya açık, çok önemli bir konu ve de bir yazılık değil, başlıbaşına bir kitaplık, belki de birkaç kitaplık bir konu… Kuşkusuz bu durumu AKP’liler gibi pembe gözlüklerle göremeyenler/değerlendiremeyenler için)…

GEDİKLİ diyor ki:
-En geç on yıl sonra, bütün Avrupa ülkeleri bizim peşimizden koşacak, bu genç nüfusumuz için… Çünkü on yıl içinde onların çalışan nüfusu hemen, hemen hiç kalmayacak…

İşte AKP’nin ülkemizin genç nüfusuna ilişkin düşleri, öngörüleri, görüşleri, beklentileri,
varsayımları, tasarıları, özlemleri…
Özelleştirmeyi savunan, “her şey satılık” anlayışıyla kalkınma düşleri kuran AKP (uzun dönemli kalkınma planları yapmak yerine), gelecek on yıl içinde genç nüfusumuzu, AB işgücü pazarına sürmeyi düşlüyor, umuyor, tasarlıyor, kalkınmasını bu kaynak üzerinden yapmayı düşlüyor; emekçi, işçi, amele, ırgat olarak… Türk gençliğini bekleyen gelecek bu…
Nasıl ki Amerika’ya göre, Türkiye’nin bir tek ihraç ürünü var; o da askeri… Avrupa’ya göre de, Türkiye’nin bir tek ihraç ürünü var; o da on yıl içinde pazara sürülecek olan işgücü, emek gücü…Ve Amerikalı, Avrupalı öğreticilerinden aldığı derslerle AKP kalkınma planları yapıyor yüzde ellilik genç nüfus üzerinden…

Her şey satılık, her şey satılmalı; o yüzde ellilik genç insan gücüne yatırım yapılmaktansa, onların gücünden ülkede yararlanmak için istihdam yaratmaktansa (Gerçi işin kolayı varken neden istihdam yaratılsın ki ?... Daha önceleri DEMİREL Hükümeti de Türk insanını Avrupa işgücü pazarına sürüp, işsizlik sorunundan sıyrılıvermenin yolunu bulmamış mıydı ?... Türk insanının da “pazardan at seçer gibi” Alman doktorlarınca dişleri sayılıp, kasları yoklanıp sanayinin dişli çarklarında eritilmesi kolaycılığı yaşanmışken, bir kez ya da bir çok kez daha neden olmasındı ?...), “her şey satılık/her şey satılmalı” ilkesi gereğince; genç neslin emek gücü satılacak, genç nesil işgücü/emek gücü pazarına sürülecek, altmışbeş yaşına gelince de posası çıkmış olarak mezara gömülecek…
Böylesine kolaycı çözüm yolları varken; ne istihdam (işe alma) artışı için yatırımlara, ne doğum kontrol-nüfus planlaması için söz söylemeye, ne de nitelikli yurttaşlar yetiştirmek için eğitime, öğretime para ve zaman harcamaya gerek de kalmıyor… Çünkü kas gücüyle çalışacak olanların diplomalara gereksinimi var mı hiç ?... Bir taşla kaç kuş ?...

AKP’nin günümüzden yaklaşık iki yıl öncesinde, bir sabah vaktinde televizyon yansılarına düşen “genç neslin değerlendirilmesi” üzerine düşleri, görüşleri, tasarıları, öngörüleri, varsayımları: İnsan emeğini dış ülkelere satmak, onlar üzerinden KÖLE TİCARETİ yapmak…
TÜİK verilerine göre genç nesildeki işsizlik oranı geçtiğimiz yıllara oranla arttığına göre; demek ki AKP hükümeti, genç neslin istihdamı için yatırım yapmamış, yapma gereği duymamış, işsizlik sorununun ortadan kaldırılmasına ilişkin yeni bir öneri getirmemiş, bir başka çaba, çalışma gerçekleştirmemiş… Onların planları, programları, beklentileri Avrupa ülkelerinin yaşlı nüfusuna bağlı… Onlar elden, ayaktan düşecekler yaklaşan on yıl içinde; çalacaklar Türkiye’nin kapısını “genç işgücü/emek gücü” için… Bu durumda sabırla bekleyiniz ümmet-i Gülistan; göz açıp, kapayıncaya geçer sekiz, on yıl, bu acelecilik niçin ?...

Bu ülkede özelleştirilmemiş yalnızca halkımız, yurttaşımız, insanımız kalmıştı; AKP’nin “idaresi ve inayetiyle” hayırlara vesile olması dua ve temennileriyle ve de Allah’ın izniyle o da gerçekleşecektir… Siz aldırmayınız işsizlik oranlarındaki artışa… Az kaldı, az kaldı; çalacaklar Avrupalı moruklar, bizim daldaki koruklar için AKP’nin kapısını…

Selma ERDAL

farklı bir üslupla hoş bir

farklı bir üslupla hoş bir yazı. Ancak içerik ve üslup tamamen kişisel takıntılırımıza hizmet etmek üzere oluşturulmuş. İçerik sonuç ya da amaç değil gibi geldi. Şu kadarını söylemekle yetineyim. Bu ülkenin geleceği, istiklal ve istikbali sadece Atatürk bağlılığı ve Atatürkçülere neden endeksleniyor:) Bunu Atatürk ü herkesten daha çok inceleyen, anlamaya çalışan ve onu seven biri olarak söylüyorum. Ama Atatürk hiçbir zaman ülkeme ve onun bağımsızlığına bağlılığımın sebebi ve ölçüsü olmadı. O benim için iyi örneklerden biri oldu. Daha yüzlercesi var Türk tarihinde. Ayrıca Atatürk e rağmen neden hala Atatürkçülük kavramı oluşturulmaya çalışılıyor. Atatürk ün böyle bir derdi yoktu ki. Heryerde yazıyorum Atatürk, Atatürkçülük kavramını ilk oluşturmaya çalışan ve bu amaçla TEK ADAM kitabını yazan Şevket Süreyya Aydemir'i şikayet ederek tutuklattırmıştır. Kendi adını kullanarak komünism propagandası yaptığını söylemiştir. Kendisinin Atatürkçülük diye bir olgu oluşturmak niyetinde olmadığını ifade etmiştir. Peki biz neden hala Atatürkçülük gibi içini herkesin keyfine göre doldurduğu bir kavramın arkasına sığınarak kendimizi yüceltmeye çalışıyoruz. Sizce Atatürkçülük gibi bir derdi olmayan ve ülke sevgisini bir kişinin şahsına indirgemeyecek kadar yüce gören insanlar buna gülmezler mi

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.