Siyasi Yasaklılar

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Nihat ATAR

Toplumsal yaşamda yasaklarla, demokrasi; yasaklarla, insan hak ve özgürlükleri birbiriyle bağdaşmayan kavramlardır. Bu kavramlardan birinin hâkimiyeti, diğerinin yaşam şansının azlığı ile doğru orantılıdır. Yasaklar, korkuların ve kültürel geri kalmışlığın; demokrasi, insan hak ve özgürlükleri de, uzlaşma – paylaşma kültüründeki gelişmişliğin ürünüdür. Biri faşizmi diğeri kalıcı barış ve huzuru geliştirir.

 

   Yasaklara sığınma, sistemdeki bir zaaftan doğar. Bize zarar veren veya ileride zarar verme ihtimalinden korktuğumuz, ama baş edemediğimiz bir kaynakla aramıza bir engel koymadır yasaklama. Oysa bu yöntemle tehlike kaynağı yok edilmiş olamıyor. Önemli olan önce korkularımızı yenmek, akılcı çözümlerle o kaynağı tehlike olmaktan çıkarabilmektir.

   Siyasi yasaklamalar da, devlet otoritelerinin kendileri adına oluşturdukları sistemi tehlikelerden korumak için koyduğu engellerdir. Bu yasaklamalar birey ve toplumların çıkar ve beklentileriyle örtüşmüyorsa, hak ve özgürlükleri koruyucu nitelik taşımıyorsa toplumla devlet arasında çatışmalara yol açar. Sorunu çözmede atılan yanlış adımlar yeni sorunlar yaratır. Böylece oluşan sorun-önlem zinciri, devleti daha çok faşizanlaştırır.
   İnsanlık için en iyisi bile olsa, her sistemin elbette bir kendini koruma ve savunma sistemi, herkese eşit olarak uygulanan yaptırımları olacaktır. Ancak kültürel gelişimini gerçekleştirmiş, demokrasiyi yaşama geçirebilmiş toplumlarda sistemi savunma mekanizmalarına ve yaptırımlara gereksinim daha az olacaktır. Süreç içinde siyasal yasaklara belki de hiç rastlanmayacaktır.
   Bizim toplumumuzda hem toplumsal hem de kişisel açıdan çok üzücü sonuçlar yaratıyor olmasına karşın, yasakları delmenin önüne geçilemeyişi dikkat çekicidir. Dikkati çeken bir başka husus da, tüm siyasi parti, dernek, vakıf, sendika, sivil toplum örgütleri ve benzeri örgütler, yasalara uygun biçimde program ve tüzüklerini düzenliyorlar. İstenen belge ve kayıtları tutuyorlar. Kongrelerini zamanında yapıyorlar. Buraya kadar her şey olması gerektiği gibi görünüyor. Ancak eylemlerde bu yasa, tüzük, program ve ilkelere uymama bir geleneğe dönüştürülmüş sanki. Bu durum siyasi iktidarlar için de aynen geçerli ne yazık ki. Ülke gerçeği haline gelmiş. Herkes aynı şeyi yapıyor olduğundan kimsenin başkasını ayıplama veya suçlama hakkı da yok. Toplum adına oldukça utandırıcı ve ahlak dışı bir durum!
   Anayasa ve yasa hükümleri ile değer yargılarının kişilere ve zamana göre göreceli hale gelmesi artık kimseyi rahatsız etmiyor. Bu durum siyasal iktidarlara, tüm kurumların işleyiş ve yapılanmasını kendi istekleri doğrultusunda değiştirme hakkı yaratıyor. Böylece “iktidarlar dönemi” ve “parti devleti” kavramlarını oluşturup kurumsallaştırıyor. Şimdilerde de “iktidarların kendi derin devleti” kavramından söz edilmeye başlandı. Bu aşamaya gelişte, tek başına iktidara gelen partilerin sorumluluğunun daha büyük olduğunu söylersek haksızlık etmiş olmayız herhalde.
   İktidarlara yasaların tanıdığı yetkilerin büyüklüğü, tek başına iktidara gelen partilerin, meclisteki sayılarının çokluğu sayesinde, anayasalar dâhil her konuda istedikleri değişikliği yapabilme şansını elde etmiş olmaları ve dokunulmazlıklar bir araya gelince, dengeler bozuluyor. Sorumluluklar, toplum çıkarları, hukuk devleti anlayış unutuluyor. Kendilerinin üstünde hiçbir gücün kalmadığı duygusu gelişiyor. Yasaklar deliniyor, yasalar çiğnenebiliyor. Toplumda özgürlüklere yasaklar koyan devlet otoritesi, kendisi için sistemin koyduğu yasakları delmeye, özgürlüklere karşı korumaya çalıştığı sistemi kendisi yıpratır konuma geliyor. Yetkiler ve dokunulmazlıklar kötüye kullanılıyor. Toplumun değer yargılarını aşındırıcı kötü örnekler sergileniyor.
   Devlet yönetme geleneğimizin özelliklerinden biri; karşılaştığımız her sorunu yasalarla ve yasaklarla çözmeye çalışıyor olmamızdır. Dini inançlara ve dogmalara sorgulamasız teslimiyetimiz, siyaset kurumu ve yönetimlerce bilimselliğe karşı kapalı tutuluyor olmamız bizi bir korku toplumuna dönüştürmüş. Bütün enerjimizi mevcut durumu korumaya harcıyoruz. Kendisini devrimci – yenilikçi sayan kadro ve kurumların, tutuculukla suçladıklarından farkları kalmadı. Yenileşmeye ve gelişmelere korkuyla bakıyoruz. Sorunların çözümünde eğitimden yararlanmayı, kültürü, sevgi-saygıyı, hoşgörüyü geliştirerek, korku toplumunu üretici, paylaşmacı ve uzlaşmacı topluma dönüştürmeyi düşünemez olmuşuz.
   Demokrasi de bir kurallar rejimidir. Anayasalarımızda siyasi partilerin uymak zorunda olduğu hususlar açık bir şekilde belirtilmiştir. 69. maddenin 5. ve 6. fıkralarında bu hususlara uymamak partileri kapatma nedeni olarak gösterilmiştir. Siyasi partilerin kapatılmasına neden olanlar için yargılanmaya bağlı olarak beş yıl süreli siyasi yasaklılık konulmuştur. Siyasi yasaklılık, parti kuramamak, yönetici olamamak, aynı dönem içinde bir partiden aday olamamak, milletvekili olanlar için milletvekilliğinin düşürülmesi gibi yaptırımları gerektirmektedir.
   Ayrıca Anayasa ve yasalarla getirilmiş siyasi yasaklar da vardır. Parti örgütlenmeleri konusunda, Anayasa da ve siyasi partiler yasasında önemli ölçüde kısıtlamalara yer verilmiş. İl ve ilçe merkezleri dışındaki köy ve bucaklarda parti örgütlenmesine yasaların izin vermemesi yüzünden, bu yerleşim yerlerinde yaşayan çok büyük sayıdaki seçmenin siyasi örgütlenme ve siyasete etkin olarak katılma hakları engellenmiş olmaktadır. Beldelerdeki örgütlenme biçiminde de örgüt oluşturma, ekonomik ve yasal eylem haklarını kullanma konusunda, ilçe veya il örgütlerine bağımlılık getirilmiştir. Küçük birimlerde sorun yaşanıyor olması oralarda yaşayan vatandaşların bu haklarından mahrum edilmesini gerektirmemeli. Devlet ülkenin her metrekaresinde yaşayan vatandaşının hak ve özgürlüklerini korumakla yükümlüdür. Yapılması gereken o birimlerde siyasi haklardan vazgeçmek değil, tersine hakların korunması için gereken önlemleri almaktır. Asayişi sağlamakta zorlandığımız birimlerde, orada yaşayan vatandaşların yaşamından mı vazgeçeceğiz?
   Öğretim üyelerinin partilerde görev alması yasaklanmış(tı). Siyasi partilerin belli konularda üst düzeyde yetişmiş bilim adamlarına ihtiyacı yok mu? Bu ihtiyacı nereden karşılayacaklar? Demokrasi örgütlü toplumlar içindir. Her kesimin çıkarlarını koruma ve egemenlikte temsil, sivil toplum örgütlenmelerini gerektirir. Bizim yasalarımız sivil toplum örgütlerine, derneklere, sendikalara, vakıflara, kooperatiflere, sivil ekonomik kuruluşlara, barolara ve benzeri örgütlenmelere aktif siyaseti yasaklamıştır. Siyaseti sadece siyasi partilerle sınırlandırmış. Peki, siyasetin yasaklanan bu örgütlerden, kalite ve güven vermesi açısından farkı nedir ki? Siyaset kurumuna da yasaklar koymak zorunda kalıyorsak, siyasetten ve demokrasiden de mi vazgeçeceğiz. Sivil toplumundan, sivil toplumun örgütlü olarak siyasette yer almasından korkup yasak getiren bir devlet anlayışıyla demokrasiyi nasıl bağdaştıracağız?
   Tüm kamu hizmetinde çalışanlara “siyasi düşüncelerini görevlerine yansıtırlar” korkusuyla siyasette yer alma yasağı koymuşuz. Bu uygulama yasağa dayanak gösterilen sakıncayı giderebildi mi? Bürokrasiye yön veren, şekillendiren ve üst düzeyde yöneten bakanlar, siyasetin resmi elemanları değil mi? Onlar bilerek ve hakları olduğu için siyasi görüşlerini devlet yönetiminde geçerli kılmıyorlar mı, bakanlıklarındaki tüm yönetici ve personele telkin ve baskılarda bulunmuyorlar mı? Bu soruların yanıtları “evet” ise yasaklarımız ne işe yarıyor. “Parti devleti” kavramı nasıl gelişiyor? Bir yanda kamuoyuna bilgi vermek durumunda bir yargı mensubunu yaptığı açıklamadan dolayı “siyaset yapmak” ile suçlarken, öte yandan o kuruma siyaset olarak hükmetmeye çalışmakla, “kuvvetler ayrımı” ilkesini ihlal etmiş olmuyor muyuz?
   Kamuya personel alırken gösterdiğimiz hassasiyeti, siyaset aracılığı ile devletin en üst kademesinde görev almaya aday olanları seçerken göstermiyoruz. Bir siyasi partinin kapatılmasına neden olacak şekilde yasalara ve anayasaya aykırı davrananlarda bulunanları beş yıl siyasetten yasaklıyoruz. Bunun gerekçesi kişinin bu eylemleri ile devlete zarar verdiği ve vermeye devam edeceği ise, aynı kişinin aktif siyaset dışındayken, bu beş yıllık yasaklılık süresi içinde bu özelliğini giderici bir eğitimden geçirilemeyeceğine göre, beş yıl sonda tekrar aktif siyasete girdiğinde yine aynı tavır ve eylemlerini sürdürmesi söz konusu olamaz mı? Görünen odur ki, bu beş yıllık yasaklılık, ne kişi için caydırıcı bir yaptırım, ne de devleti zararlardan koruma aracı oluşturamıyor.
   Böylesi yanlışlarımız ve anlamsız yaptırımlarımız bizi demokrasiden uzaklaştırıyor. Sorunların bir anlamda saklanarak korunmasına yol açıyor. Bu sorunlar değişik bir görünümle bir gün toplumun karşısına tekrar çıkabiliyor. Dün canımız yandığında, demokrasi ve toplum barışı adına başımıza taç etmeye çalıştığımız anayasaları, anayasalara koyduğumuz yasakları bugün en ağır ifadelerle eleştirir duruma geldik. “Dün öyle gerektiriyordu, bugün geldiğimiz nokta da bunu gerektiriyor” şeklindeki savunmalarımız, gerçekleri ve yanlışlarımızı görmekten, kendimizle hesaplaşmaktan kaçışımızın göstergesi değil midir?
   Yasaklarımız toplumumuzun demokrasi ayıbıdır, bunun savunması olamaz. Demokrasi yaşanıyorsa vardır, tanımı da tektir. Başka tanımlar, kişilerin gizlemeye çalıştıkları kendi art niyetleridir.
   İlkemiz yasalara, yasaklara ve toplum çıkarlarına aykırı hareket edenleri, yasaklarla siyasetten uzak tutmak değil, eğitimle topluma zarar veremeyecek hale getirerek kazanmak olmalıdır.
 

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.