Sor, Sorgula!

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Murat HASGÜN

Bir anda Libya’ya cephe aldık.

Medyadan halka, Kaddafi’ye derinden saldırdık.

Çoğumuz neden saldırdığımızı, adamcağıza neden bu kadar öfkeli olduğumuzu bile bilmiyorduk.

Öyle ki, Libya’ya giden muhabirlerimiz, muhaliflerin sözde karargahına kapılara serilen, Kaddafi’nin fotorafının olduğu  halıya basarak girdi.

Ülkece düşman olduk Kaddafi’ye.

Ölümüne bile sevindik.

Bilinçli miydik?

 Hayır !

Bilinçsizce saldırdık ve;
- Kıbrıs harekatında Türkiye’nin yanında olan, Amerikan ambargosunu bozup Türkiye’ye yardım eden,
- Benzini vatandaşına en ucuza satan,
- 1970′lerdeki petrol krizi sırasında ucuz petrol sağlayan,
- Amerika ve İngiltere’nin Libya’daki tüm askeri üslerini kapatan,
- Yurttaşlarına sıfır faizle kredi veren,
- Öğrencilere, yaptıkları harcamalara göre ortalama ‘ücret ödeyen’,
- İşsizlere, iş bulana kadar ‘tam ücret’ ödeyen,
- Evlenen çiftlere bedelsiz olarak konut veren

bir liderin katline yine bilinçsizce şahit olduk.

İdraksizliğimiz, kandırılmaya muhtaçlığımız ve içinde bulunduğumuz biat kültürü sebep oldu buna.

“Devletimiz sağolsun, Devlet böyüklerimiz ne diyosa o”culuğumuz sebep oldu.

Medyanın oyununa geldik.

Neden?

Çünkü, olaylara kendi gözümüzle bakmayı çoktan bıraktık.

“Peki kimin gözüyle bakıyoruz?” sorusuna vereceğim yanıt, elbette Amerika dır.

Bunları neden mi anlattım?..

Aynı filmin tekrar oynatıldığı Suriye‘yi görün ve ‘artık’, ve ‘bir zahmet’ mukayesenizi yapın diye.

Evet Suriye’yi filan uzun uzun anlatmayacağım. Durum ortada.

Ölçümü, tartımı tartışmayı filan size bırakıyorum.

Oynanan oyunlar en başka bizi ilgilendiriyor, bizi mağdur ediyor. Öyle ki Esad, en son konuşmasında“Suriye’de akan kandan Türkiye sorumludur” dedi. Daha ne olsun.

Bizim gerçekçi olmayan politikalarımız mı Suriye’ye demokrasiyi getirecek. Hayal…

Suriye’de amaçlananın ne olduğu ortada. Önemli olan oynanan oyunun farkına varmak, sağlıklı tespitler yapabilmek…

Kahvede pişpirik oynarken göz ucuyla televizyona bakıp “helal olsun” demek yerine, o kartları bir kenara bırakıp adam akıllı konuşabilmek, konuşmaya çalışmaktır önemli olan.

Çünkü sormayan, sorgulamayan bir halk yok olmaya mahkumdur. Bu unutulmamalı.

Ülkeme her zaman iyi geceler demeye varmıyor dilim, ama dedirtme be ülkem…

ZAM BORUSU, EN YÜKSEK PERDEDEN...

Biraz sindirildik sanki.

Korktuk.

Korkutulduk.

Çekiniyoruz artık bir çok şeyden.

 

Yok mu şu lanet “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” sözü…

İşte bu söz, sadece günü kurtarma isteğini hakim kılmış bünyemizde.

“Bana dokunmada, istersen ülkeyi yak” diyoruz karşımızdakine, hal bu.

Tepkisizlik had saf’ada…

 

Evet, korkudan mıdır bilinmez, olaylara karşı tepkisizleştik.

Direkt bizi ilgilendiren konularda bile tepkisiz kalabiliyoruz.

 

Birileri alıyor eline zam borusunu,  kulağımızın dibinde en yüksek perdeden öttürüyor, gıkımız çıkmıyor.

Halinden memnun gün kurtarıcıların olduğunu biliyordum, ancak her şeyi, ama her şeyi kabullenmişlerin de olduğunu yeni öğrendim.

Tabi ki toplu taşımaya yapılan yeni zamdan bahsediyorum.

Yine şu meşhur zam borusu kulağımızın dibinde en yüksek perdeden çaldı anlayacağınız.

Yine mi tepkisiz kalınır, yine mi ağızlar açılmaz, ya da açtırılmaz bilemem ama böyle giderse zam şampiyonu olarak tarihe geçeceğimiz kesin.

30 AĞUSTOS GÜNÜ NELER YAŞANDI

Öncelikle Sayın Cumhurbaşkanımıza acil şifalar diliyorum. Sağ salim taburcu olmasına sevindim.

Özellikle twitter üzerinden paylaştığı fotoğraflar görenlerin yüreğini dağladı. Ülke yasa boğuldu...

Birde 30 Ağustos resepsiyonu neden iptal edildi diyorsunuz. Sizinki de laf yani…

 

Neyse o değilde, kısacık şu vekalet konusuna değinmek istiyorum.

Bildiğiniz gibi Cumhurbaşkanımız rahatsızlığından dolayı törenlere ve resepsiyona katılamamış, yerine Meclis Başkanı Cemil Çiçek’i görevlendirmişti.

Zira Sayın Çiçek, Cumhurbaşkanımızı en iyi şekilde temsil etti. Millet olarak kendisine müteşekkiriz.

 

Fakat bir sorudur aldı başını gitti…

Cumhurbaşkanımızı vekaleten törenlere katılan Çiçek, aynı vekaletten hareketle 30 Ağustos resepsiyonuna da katılamaz mıydı, bu resepsiyon neden iptal edildi?

Kimi bu durumu, ’30 Ağustos’un kazanımlarını ortadan kaldırma hareketi’ olarak yorumladı, kimi‘program yoğunluğundan’ bahsetti.

Hangisi inandırıcı, hangisi gerçek bilinmez ama, eleştirirken de acımasız olmamak gerek. Sadece gördüğünüzü söyleyin olur mu? Siz siz olun görmediğinizi, duymadığınızı savunmayın. Görün, duyun, araştırın, iyice inanın; öyle dillendirin.

Eleştirinin de bir adabı var öyle değil mi?

 

Murat HASGÜN

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.