Türk'ün Büyük Başarısı: Köy Enstitüleri

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Geçmişte de, bugün de, maalesef değişen bir şey yok. Başımıza ne gelmişse yabancı işbirlikçileri ile din bezirgânlarından gelmiş. Tarihte her şeye çare bulmuşuz da bir bunlara bulamamışız.

1936 yılında kuruluş çalışmalarına başlanılan Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940’da kuruldu.

Cumhuriyetin bu ulvi projesinin amacı; köyden gelen yetenekli çocukların tam donanımlı olarak yetiştikten sonra, tekrar köylerine dönerek geride kalan ve okuma fırsatı veya olanağı bulmamışları eğiterek ülkenin okuryazar düzeyini yukarı taşımasıydı. Köy Enstitüleri’nin o günkü eğitim yöntemi gününün en ileri eğitim yönteminden daha donanımlıydı. Bu modelde teorik ve pratik eğitim birlikte alınıyordu. Yalnız temel dersler değil, yaşama dair bütün konular bir bütünlük içinde işleniyordu. Bir taraftan güçlü bir tarih eğitimi yanında tarım, el işi ve güzel sanatlar ile yurttaşlık bilinci ve ulusal bilinç kazanıyorlardı; diğer taraftan dünya klasiklerini okuyarak, müzik dinleyerek, tiyatro yaparak dünya değerleri ile tanışıyorlardı. Bu model şimdi bütün dünyada tartışılan yüksek öğretimde probleme dayalı öğretme modeline çok benziyor. Ayrıca AB’nin yüksek öğretimde başlattığı Leonardo Da Vinci siteminin yıllar önce uygulandığı bir şeklidir.

Kurulduğu andan itibaren dünyanın dikkatini çeken bu güzide kuruluş, Amerikan CIA istihbarat raporunda “Türkler büyük bir eğitim- öğretim atağına geçti, dikkat” diye başlayan paragrafla yer almıştır.

Türkiye’de Cumhuriyet öncesi dönemde, köylünün durumu hiç de iç açıcı değildi. Osmanlı yönetimi, nüfusunun %80’ini oluşturan köylü ve çiftçiyi zayıflatıyordu. Ordunun büyük bir çoğunluğu bu kaynaktan sağlanıyor ve devlet bütçesinin yarıdan fazlası köylüden alınan vergilerle karşılanıyordu. Vergi düzeni halkın ve özellikle köylünün iş güç durumuna, gelirine göre değildi. Aşar vergisi denilen bilimsel temellerden yoksun, dinsel temellere dayalı vergi sistemi ile köylü ve çiftçinin tarlasından elde ettiği ürünlerinin onda biri elinden alınıyordu. Köylü ve çiftçiyi en fazla bezdiren bir iş de sık sık angarya olarak çalıştırılmak idi. İşi, gücü ile uğraşırken zamanlı zamansız yol yapmak, erzak taşımak gibi işler için çalıştırılırdı. Tanzimat Fermanı angaryayı yasaklamışsa da bu uygulamaya devam edilmiştir. Saltanata isyan eden Genç Türklerin ilan ettirdikleri Meşrutiyet döneminde de bu durumda bir değişiklik görülmemiştir.
1930’lu yıllarda kapalı bir ekonomik yapı gösteren köylerde durum hiç de iç açıcı değildi. Köy, karanlığın içine gömülmüştü. 1935 sayımına göre Türkiye'nin nüfusu 16.200.694’tür. Bu nüfusun 7.974.226’sini erkek nüfus, 8.226.468’ini kadın nüfus oluşturmaktadır. Erkek nüfusun %68’inin, kadın nüfusun %89’unun okuma-yazma bilmediği, bu oranın toplam nüfusa göre ise %79 olduğu görülmektedir (Devlet İstatistik Enstitüsü, 1973). Bu durum kadınların eğitimden daha az yararlandıkları sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca, bu yıllarda nüfusun büyük çoğunluğunun köylerde yaşadığı dikkate alınırsa, okuma-yazma bilmeyenlerin büyük oranda köylerde yaşadığı anlaşılacaktır. Bu nedenledir ki, gelenekçi bir yapı gösteren Türk köylüleri genellikle atasından gördüğünü yapan, onların gittiği yoldan giden, kısaca yeniliğe açık olmayan yapısal bir özellik göstermektedir.

Eğitim ve öğretim alanında istenilen hedeflere bir türlü varılamamasının nedeni, nüfusun çoğunluğunun köyde yaşamasına karşılık, yapılan eğitim çalışmalarının köy için yeterli olamamasıdır. Örneğin, bu dönemdeki en büyük sorunlardan birisi köyde görev yapacak öğretmenler ve bunların niteliğidir. Çünkü öğretmenler çeşitli nedenlerle köye gitmek istememekte, gidenler ise köye uyum sağlamakta zorluk çekmektedirler.

Dolayısıyla eğitim sorunları Cumhuriyet Türkiye’sinde daima önemli bir yer tutmuştur.

1940 yılında eğitim ve öğretmen yetiştirme alanında yeni bir uygulamanın ortaya çıktığı görülmektedir. Bu Köy Enstitüleri olgusudur.

Köy Enstitüleri’nin amacı sadece köye öğretmen yetiştirmek değildir. Ancak, öğretmen yetiştirme boyutu daha fazla önem taşımıştır. Köy Enstitülerinde, köyden alınarak yetiştirilen köylü çocukları düşünüldüğünde, köy koşullarına uyum sağlayabilen öğretmen tipi yaratılmak istendiği ortaya çıkmaktadır. Köy Enstitüleri’nin kuruluş amacı o güne kadar köyün eğitim sorunlarının ve gereksinimlerinin çözümlenmemiş olmasına bağlıdır. Daha önceki bazı uygulamalar olumlu sonuçlar vermiş olmasına karşın yine de istenilen düzeye ulaşılamamıştır.

1940'lı yıllarda üniversitelerin özerkliğinin başladığı dönem Hasan Âli Yücel’in Köy Enstitüleri’nin kurulduğu döneme denk gelmektedir ki; bu dönemde UNESCO tarafından dünyaya Türk eğitimi model örnek olarak gösterilmektedir. Türk eğitim tarihine bakıldığında Cumhuriyetin eğitim projesinin bu dönemde şahlandığı, ancak çok kısa sürede önünün kesildiği görülmektedir. Bu dönemden sonra Soğuk Savaş anlayışı ile ülkemizin önüne konulan süreç sonucu insanlarımız birbirine düşürüldü, toplumun en dinamik kesimi olan üniversite gençliği ağırlıklı olarak olaylara da taraf oldukları için üç kez ülkede darbe yapıldı ve her seferinde üniversiteler sorunların merkezi olarak gösterildiği için üniversiteler zapturapt altına alınmaya çalışıldı.

Köy Enstitüleri’nin temel esprisi, bu eğitim modeli kişinin kendi farkına varılabilirliğini kazandırmasıydı. Anlıyor, düşünüyor, sorguluyor ve üretiyor. Yaptığı işin verdiği mutluluk ile yaşamına anlam katabiliyordu. Maalesef ülkemiz o gün bu kazanımı koruyamadı. Çünkü o dönemde toplumun eğitim düzeyi, demokrasiyi sindirme bilinci, batının baskısı sonucu bu proje ortadan kaldırıldı. Bugün bizler Köy Enstitüleri’ni okuyunca hayıflanıyoruz, ancak yakalanan fırsatların değerlendirilmemesi kaçan trene benziyor. Toplum olarak o dönemde neye sahip olduğumuzun farkında değildik. Bugün de farkında olduğumuz söylenebilir mi?

Hatırlanacaktır, ABD ile ilk dostluk anlaşması için masaya oturduğumuzda, bizden Köy Enstitüsü uygulamamızı sonlandırmamızı istedi. Onlara göre, ABD’ye dost genç kuşaklar yetiştirilmeliydi. İsmet İnönü tamamen kapatma yanlısı değildi. O zaman din bezirgânları, ABD işbirlikçileri devreye sokuldu. Müthiş bir menfi kampanya başlatıldı. Demokrat Parti hükümeti tarafından da 1954’de temelli kapatıldı.

Köy Enstitüleri’nin Kapatılmasının Bugüne Yansıması Nedir?

O dönemde ülkemizin karşı karşıya olduğu zorlu koşullar ve dış dinamiklerin ülkemiz üzerinde kurdukları psikolojik etkinin sonucu olarak Köy Enstitüleri, Soğuk Savaş’a kurban edilip kısa sürede kapatılarak tarihin raflarına kaldırıldı. Bunu takip eden süreçte ülkenin aydınlık geleceğinin eğitim projesi önce yatılı öğretmen okullarına, sonra yatılı okula, sonra da normal lise eğitimine zamana yayılarak bertaraf edildi. Ülkenin dinamik gençlik sağ sol ayrımı yapmadan anarşinin içine sürüklendi ve üç kez yapılan darbelerle gençlik pasif hale getirildi.

Ülkenin yönetiminde söz sahibi olması gereken entelektüel kesim devletten yavaş yavaş dışlandı. Bu dönemden sonra da ülkemiz eğitimi kalite yönünden gerilemiş, ülkemiz sürekli borçlu bir duruma gelmiş, kırsaldan kentlere plansız göçler başlamış, devasa kentler etrafında kontrol edilemez büyüklükte varoşlar ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak bugün yönetilemez ve kontrol edilemez bir duruma gelinmiştir. Ülkenin yetişkin insan kaynaklarını yetiştiren üniversitelerinin özerkliği çok bulunarak kısılmış, neredeyse ileri lise düzeyinde eğitim veren kurumlar durumuna sürüklenerek, bugün hepimizin bildiği tablo ile karşı karşıya gelinmiştir.

Sorumlu yok. Hesap verecek de yok.

Bir kez daha vurgulamak gerekirse, bazı detaylarda yapılacak eleştiriler, böyle büyük bir projenin değerini düşürmediği gibi, o günden bugüne, bir daha aynı büyüklükte bir "düşünce" ve "planlamaya" rastlayamadığımızı, üzülerek ifade etmek durumundayız. Ancak olumlu tarafından bakarsak, o günün zor koşullarında bunlar başarılabildiğine göre, bugün çok daha fazlasını neden başaramayalım?

Cem.Tamturk@PolitikaDergisi.com

Kaynaklar:

Ortaş, İbrahim. (2005). Ülkemizin kaçırdığı en büyük eğitim projesi: Köy enstitüleri PiVOLKA, 4(17), 3-5.

GÜ, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 28, Sayı 1 (2008) 203-226

 

 

Yorumlar

her köyden mühendis çıkıyordu

Resmen her köylüyü mühendis yapan bir sistemmiş bu köy enstitüleri. Ihtiyaçlarını karşılamak için tüm şartlarını seferber ediyorlar, kendi yiyeceklerini yetiştiriyorlar, hatta kendi elektriklerini üretiyorlarmış. O zamanlarda zaten fakir olan devlete hiç ama hiç yük olmuyorlarmış. Zamanımızda ihtiyaçlarını karşılamak için devlet ya da iş adamlarının gözünün içine bakan üniversitelerimiz gibi değil yani…
Köy enstitüleri, o zamanlarda neredeyse ayrı bir cumhuriyet kurmuşlar denebilirdi. Belki de bazı devlet büyüklerimiz bunun farkına vardı ve köy enstitülerinin bağımsızlık ilan edebileceğinden korktukları için bu ilim yuvalarını kapattılar. Zaten kominizm yuvası olduklarına dair söylentiler vardı, bunlar kesin bağımsızlık da isterlerdi. Bir an önce kapatılmaları lazımdı. Ihtiyaçları devletten bağımsız karşılamaları kimin haddineydi.
Belki de her köyden bir mühendis çıkması istenmemişti. Anadolu’nun bağrından bu kadar çok mühendis çıkması, Anadolu’nun bağrından olmayanları rahatsız etmiş de olabilir.
Düşünüyorum da, eğer köy enstitüleri kapatılmamış olsaydı ne durumda olurduk?
İlk başta en kötüsünü yani o zamanki devlet büyüklerimizin korktuğu şeyleri düşünelim; Kominist Rusya’da olduğu gibi, işsizlerimizin hepsi kültürlü ve üniversiteli olurdu. Hatta çocuk bakan astrofizikçierimiz olabilirdi. Ya da, bu köy enstitüleri dahada gelişip birleşebilir, Türkiye’nin üniter yapısını bozup, fedaralizm isteyebilirlerdi…
Şimdi de kapatılmasaydı, ne durumda olurduk onu düşünelim. Büyük ihtimalle tarımda ve bilimde ilerlediğimiz için, kendi kendine yetebilen ve dışarıya hiç bağımlı olmayan Dünya’da ki tek ülke olurduk. Şu zamana kadar uğraştığımız ve her nedense hiçbir zaman yakalayamadığımız muasır medeniyetleri elli yılda yakalar, hatta geçerdik.
Somut örnekler vermek gerekirse;
Devrim otomobilinden daha gelişmiş kendi otomobilimizi üretebilirdik. O zamanlarda açılmış ve birkaç tane üretim yapan yolcu uçağı fabrikalarımızı kapatmazdık. Silahlı kuvvetlerimiz askeri teknolojide ABD’ye kafa tutar, hatta daha ileri teknolojilere sahip olabilirdi. Her köy kendi elektriğini üretebilir, enerji krizi yaşamazdık. Köyler tarımda gelişebilir ve şehirlere göç yaşanmayabilirdi. Belki bu kadar çok, hatta hiç askeri darbe yaşamazdık vs…
Son zamanlarda ki hükümetler köy enstitülerinin önemine ve asıl kalkınmanın aslında köylerden başladığını idrak etmeye başladılar ve bazı projelerle (köykent gibi) tekrar köylerin önemini anlamaya başladılar. İnşallah muvaffak olurlar. Zararın neresinden dönülürse kardır…

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.